16 Ağustos 2017 Çarşamba

Elektomanyetik Enerji Ve Ruh


           Ve her kim muhsin olduğu halde yüzünü Allah'a teslim ederse muhakkak ki, en sağlam kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin akibeti Allah'a dönecektir.


 

"Diğeri yoktur sadece BİRi vardır! Diğerine baktığınız zaman, gerçekte kendinizin bir başka versiyonunu görürsünüz."
"Sevgi iki bendende yaşayan tekbir ruhtan oluşur."
"Önemli karşılaşmalar, vucütlar birbirini görmeden uzun süre önce ruhlar tarafından tasarlanır."
"İki kişinin karşılaşması iki kimyasal madenin birbirine dokunmasına benzer. Ruhsal reaksiyon (duygusal etkileşim) başlarsa iki kişilik birden değişir."

 
Ruh Nedir?
Modern tıbbın kurucusu olarak bilinen Patolog Rudolf Wirchof, ‘Hayatımda binlerce ceset kestim, ruh denen bir şeye rastlamadım’ demişti. Fakat amacı insanı anlamak olan pek çok bilim adamı, bu yargının ötesine geçerek insandaki bedenin dışında psikolojik terimle ‘self’ şeklinde ifade edebileceğimiz, geleneksel terminolojimizde ise ‘nefs’ diye bilinen ‘kendilik’ yani ‘öz’ün farkına varmıştır. ‘Nefs’ ya da ‘öz’ diye tanımlanan kavramla, spritüel olarak tartışılan ‘ruh’ arasında nasıl bir bağlantı olduğu ve bu kavramların sınırlarının neye dayanarak belirleneceği önemlidir.
Materyalist pozitivizme göre, nasıl karaciğerin salgısı safra ise, beynin salgısı da davranışlardır ve bunlar adeta beynin birer sonucudur. Buna göre beyin, davranış, duygu ve düşüncelerimizin kaynağıdır; Bunun üzerinde bir güç ve varlık yoktur. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Zira bütün duygu, düşünce ve davranışlar insan beyninin ürünü olarak düşünüldüğünde, ‘açıklanamayan bilgiler’in kaynağının ne olduğu sorusuna cevap veremeyiz. ‘Sembolik, soyut ya da sanatsal düşünce nasıl ortaya çıkmaktadır?’ ‘Beyin bu kadar mükemmel bir düşünce grubunu nasıl bir araya getirmekte ve tek başına hiçbir aklı olmayan hücreler buluşup, akıllı bir hücreyi nasıl ortaya çıkarmaktadır?’ Bu sorulara pozitif bilimin bilinç kavramıyla açıklama getirmesi, konuyu yeterince aydınlatamamaktadır.
Ruh Nasıl Bir Programdır?
İnsanın doğumuyla beraber varlığını gösteren ve yaşanan gerçekler karşısında gelişebilen ruh programı; yaratıcı iradenin insanoğluna ikramıdır. Bilindiği üzere insan dışındaki hiçbir varlık yaratılışına ve sonrasındaki sürece dair sorgulama, hatta itiraz etme özelliklerine sahip değildir. İnsanlık alemi, Hz. Adem’den beri, bu yönüyle Yaratıcıya muhatap olmuştur.
Ruhu somut olarak bilgisayar programlarına benzetebiliriz; bilgisayar programları, bilgisayara içi boş olarak yüklenir ve biz ona kendi ilgi alanlarımız, zevklerimiz, yeteneklerimiz doğrultusunda programlar kaydedip; yine bunlara uygun dosyaları arşivleyerek genişletiriz. Programı ne kadar çok kullanırsak, o kadar zenginleşip geliştiğini de bu sayede fark ederiz. İnsan da ruhunu ne ölçüde geliştirirse, ona bu ruhu yazanla arasında o kadar güçlü bir ilişki kurulacaktır. Şuuru yerinde olan bütün insanların ruh programı genetik olarak aynı olmasına rağmen, az sayıdaki insan bu programa bilgi yükleyip gerektiği gibi kullanabilmektedir.

Radyoya İlham Veren Ruh Programı
Bilgisayarın yazılım ve donanım özelliklerinin yanı sıra üçüncü bir özelliği de ‘bağlanabilir’ olmasıdır. Hesap makinesiyle internete girme imkanı yoktur ancak bir bilgisayar, bağlantı kurduğunda, internete girerek pek çok bilgi kaynağına ulaşabilir. İnsandaki ruh programının da ‘bağlanabilirlik’ özelliği vardır. Bu vasıf, belli bir salınım ve titreşim gerektirir. İnsanda titreşimi sağlayan unsur, duyguların gerektiği şekilde yaşanması ve bu yolla ruhun inceliklerinin keşfedilmesidir. Yapılan araştırmalar, insanda üç çeşit temel duyunun olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan birincisi dokunmak, fiziksel temas, ışık gibi mekanik duyular; ikincisi, tat, koku gibi kimyasal duyular; üçüncüsü ise, manyetik duyulardır. ‘Manyetik duyu’ hayvanlarda da vardır. ‘Altıncı his’ gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız bu duyu, olacakları hissedebilme yetisinin hayvanlarda da olduğunu göstermektedir. Bu arada şu soru da akıllardan uzak tutulamaz: Manyetik duyuların insandaki yüksek duyguların kapısı, onların algılama kısmı olup olamayacağına dair sorulması muhtemel soruyu bir duyumuzu modelleyerek cevaplandırabiliriz: Ses titreşimini mekanik kulakta algılarız; iç kulağımızda ‘quartz kristalleri’ vardır. Titreşimler, ‘piezo-elektrik’ denilen bir olayla, kulağımızdaki ses enerjisini elektrik enerjisine dönüştürür. İşitme duyusu olarak kulak, işitme enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmekle görevlidir. İşte insanda da sevgi, nefret, öfke gibi duygular mevcuttur. Bu duygular, beyindeki elektrik enerjisini radyo enerjisine çevirir. Yahut da çevreden gelen sevgi gibi manyetik enerjiyi beynimizin bir bölgesi elektrik enerjisi haline getirerek, beynin algılamasını sağlar. Manyetik duyguyu, duyu ve enerjiye çeviren beyin, onu kimyasal ve elektriksel olarak ‘proses’ eder ve biz de bu yolla algılamaya başlarız. Bu durum, henüz kanıtlanmış olmasa da aklî veriler ışığında beynimizdeki manyetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren mekanizmanın varlığını ve kablosuz bağlantılarımızın gerçekleşme halini göstermektedir.

Sevgi, Foton Enerjisi Gibidir
İnsanı kendi içinde bir radyo istasyonuna benzetirsek, elektrik enerjisinde saklı olan egosunu görebiliriz. Bu radyo istasyonunun içinde teybe kaydedilmiş olanlara benzer bilgiler yer almakta ve bu da insana yetmektedir. Ancak bağlanabilirlik özelliğinin aktif olması için, üzerindeki ‘açma’ tuşunun anahtarıyla oynanması gerekir. Aksi halde insan, içindeki mevcut bilgilerle yaşadığında bir hesap makinesinin sınırlarında yaşamış olacaktır. Fakat içinde televizyon kartı da bulunan bir bilgisayarımız olduğunda; internete bağlanmak bir yana dünyadaki diğer kanalları da izleyeceğimiz bir güce kavuşuruz.
Hayvanlar insanlardan farklı olarak tıpkı bir radyo ya da teyp gibi, elektrik olduğu sürece çalışan ve içine kaydedilmiş bilgileri kullanan bir yapıdadır; yiyip içerler, cinselliklerini yaşarlar ve temel ihtiyaçlarını karşılarlar. Ama evrendeki bilgiyi alabilecek bir FM bantları yoktur. Oysa insan, megahertz üzerinden gelen titreşimle RF, Radyo Frekansı dalgaları ile ilahi radyoya bağlanır. Bu bağı oluşturan sevgidir. Sevgi gönlün enerjisi, kalbin özüdür. Buradaki kalpten kasıt, bir uzuvdan öte gönül boyutudur. Tıpkı foton ışınları gibi…
Elektronlar, kütlesi olan ışınlardır ve elektrik bu ışınlardan üretilir. Fotonlar da ışık benzeri her tarafa yayılabilen kütlesiz ışınlardır. Sevgi, foton enerjisinden oluşmuş gibidir. Hatta son yıllarda ışık hızından daha hızlı bir enerji parçacığından söz edilmekte ve ismine ‘psikon’ denilmektedir. Vücudumuzdaki elektrik devrelerini çalıştıran elektron özellikli bir enerjiyken; sevgi, foton özellikli kütlesiz bir enerjidir. Kalp ise bir ‘baz istasyonu’ gibi vericilerle bağlantı kurar. İçindeki duyguları ve fikirleri gönderir; yahut dışarıdan gelen bilgileri alır. Bu özelliği ile uyduya çıkma imkanı doğar. Hayvanlar sadece elektronik bir alete benzerken; insan bilinçli belleği olan, elektromanyetik bir cihaz gibidir. Çünkü hayvanlar içlerindeki programa birebir uysalar da, onlarla ‘online’ bağlantı kuramazlar. Zira onların yaratılışları ancak bu kadarına izin vermiştir. Yaratılışın sınırlı tutulduğu yerde, gelişim de yavaştır. Oysa imkanlar verildiği ölçüde, programın içi doldurulur, geliştirilir ve iyi yolda kullanılırsa, sistemin iyi tarafları ön plana çıkar.
İnsanda biri sabit biri değişken olmak üzere iki program vardır. Hayvanlarda ve diğer canlılarda geliştirilme özelliği bulunan ikinci bir programdan söz edilemez. İnsanın ayrıcalığı, beyninde doğuştan var olan işletim sistemindeki bu programın, yüklenebilir halde bulunmasıdır. Bu durum diğer canlıların yoksun oldukları, kabiliyetleri ve sınırları çok geniş bir işletim sisteminin, insan beyninde mevcut olduğuna işarettir.
İnsanın yeteneklerini keşfederek kendini geliştirmeye çalışması, onu yaratanın dikkatini çeker ve kişi Yaratıcı ile muhatap olma melekesini ilerletir. Zaten insanı insan yapan özelliklerin başında; kendisini, hayatı, yaratılanları sorgulayabilme ve cevaba ulaşma özelliği vardır. Mesela, psikiyatri alanında çalışan hekimler olarak beyindeki hücreleri birbirine bağlayan elektronik devreleri inceleyip, bu devrelerdeki arızaları düzeltmeye uğraşırken; insandaki sabit programın varlığı ve buna yeni programlar ekleme özelliğimizin olduğu gerçeğiyle tekrar tekrar karşılaşmamız söz konusudur. ‘İnsan bilgisayarına neden ruh programı yüklenmiştir ve daha da önemlisi ruhu yükleyen dış güç kimdir?’ sorusu, İlahiyat alanının cevaplayacağı bir sorudur. Pozitif bilimler ise, ‘mevcut işleyişin nasıl vücuda geldiğini ve ne şekilde çalıştığını’ izlemeye yoğunlaşır.

Ruh ve Güneş İlişkisi
Ruh insanda bir özellik olarak görülen, kütlesiz bir enerjidir. Güneş, söndükten ancak sekiz dakika sonra kaybolur. Işığı dünyaya, saniyede 300.000 km hızla gelir. Onun dışındaki farklı bir enerji türü de ruhtur. Ruh, zaman ve mekan kavramından uzaktır. Güneş bu anlamda yarı nurani diyebileceğimiz bir özelliğe sahipken ruh, tam anlamıyla nuranidir; hiçbir maddesel kayda -zaman kaydı da dahil- tabii değildir. Oysa foton enerjisi, kütlesi olmasa da ve çok minimal düzeyde kalsa da, güneş zaman ve mekandan kopuk değildir.
İnsan beynindeki bir bölge, evrendeki dalgalarla etkileşen bir özellik göstermektedir. Her enstrümanın bağımsız olduğu bir orkestrada orkestra şefinin bulunması halinde bütün enstrümanlar, şefin komutlarıyla çalar. Mesela, ayrı üç gitar çalınıp, üçü de aynı sesi verdiğinde bu üçünün osülasyonu birbiriyle örtüşür ve büyük bir ses ortaya çıkar. Ama gitarlardan birisi farklı bir ses verdiği zaman orkestradaki ahenge uymadığı için onun sesi, diğerlerinin arasında sırıtacaktır. İnsan beyninde de evrendeki salınım ve titreşim vardır. O titreşimle buluştuğumuzda, beynimiz adeta Yaratıcıya ulaşır. Hayatın anlamını kavramaya çalışan insanın beyinde Yaratıcının beklentisine uygun olan osilasyon üretimini başarmak için, evrendeki akılla ortak bir etkileşime girmesi gerekir. Dindar insanlar, bunu başarmışlardır. Beyinde evrendeki dalgalarla etkileşen bölge, aslında ruh denilen akıllı bir enerjinin, evrendeki akılla etkileşime girmesi sonucunda, bir anlamda otonom yani kendi başına çalışan, yemek içmek, üremek ve korunmak için yaşayan bir varlığın ötesine geçerek, bir bütünün parçasına dönüştüğünü gösterir. Bu, insanın kendisini güvende ve rahat hissetmesine yardımcı olur.
İnsan, yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar? Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.

RUH AKIL KALB HİYERARŞİSİ
Mevlana kalb akla, akıl ruha esirdir diyor. Bu bilgi yeni psikoloji teorisine tam uyuyor. Hatta ruh için beynimize paralel bir kuantum paralel beyin var mı? Bu beyine psikon beyni diyebilirmiyiz? sorusuna cevap aranıyor.
İnsan evrende okyanusun ortasındaki bir gemi gibidir. İçindeki duygusal enerji, onu ayakta tutar; akıl enerjisi ne yapacağını planlar ve ruhsal enerjisi karayla bağlantısını sağlar. Kimi zaman mutlu olduğu halde, okyanusun ortasında nereye gideceğini bilemez bir halde bulunabilir. Ya da denizde ilerlerken geçici bir mutluluk yaşasa da, aklını kullanmadığı takdirde nereye gideceğini bilemeyeceğinden mutluluğu geçici bir mutluluk haline gelebilir.
Ruh karadaki radyo istasyonuyla bağlantı kuran bir telsiz gibidir. İnsan kendini yalnız hissetse de ‘benim evrende bir Yaratıcım var’ düşüncesi ona kainatta yalnız olmadığı hatırlatacaktır. Ruhsal gerçeklik, insanın bütün evrenle bağlantı kurmasını sağladığı gibi, kişiye evrendeki bütünün bir parçası olduğunu da hissettirir.
Ruhun dışında akıl, insanın rotasını belirleyen bir başka öğedir; duygu ise onu ayakta tutar ve ona enerji verir. Üçü bir arada olmadığı zaman, o kişi mutlu olamaz. Eğer bir kimse duygusal enerjisinin yardımıyla kendisini motive edebiliyor ve aynı zamanda aklını da kullanarak problemlere karşı çözüm üretebiliyorsa, ruhu da ona yardım edecek ve ondan gelen sinyallerle hayatta, olması gerektiği gibi ilerleyecektir. Kişinin duygu ve aklında bir problem olmadığı halde, ruhuyla bağlantısı yoksa hayat rotasını şaşırma ihtimali yüksektir. Bu sebeple diyebiliriz ki; semavi dinlerle bağlantısı olan kişiler daha az hata yapmaktadırlar. Ruh bağlantısını kurmamış olanlar da doğru yolu bulurlar; ancak onlar yollarında tamamen deneme yanımla yöntemi ile ilerlerler. Semavi kaynaklardan ilham almayı ancak ruh başardığı için ruhsal bağlantısı güçlü olanlar, büyük yerle alışveriş yaparlar. Akıl ise, ancak kendi kaynaklarıyla yetinir.

Ruh Hastalanır mı?
Psikiyatrik hastalıklar uzun süre ‘ruh hastalığı’ şeklinde tarif edilmiştir. Bunun sebebi, bilgisayardaki devrelerde sorun olduğu zaman işlevinin kaybolması ve görüntülerin karışması gibi; insanda da sevgi, nefret, öfke ya da diğer duyguların gizli kalması veya gereğinin üzerinde varlık göstermesiyle, beyindeki elektronik ve kimyasal devrelerin bozularak ruhun varlığını gizlemesi sonucu bir nevi şizofrenik, akıl sağlığı bozuk davranışların ortaya çıkmasıdır. Burada ruhun kendisinden öte, ruh programı bozulmuştur. Yazılımda hata olmadığı halde elektronik devrelerdeki hata, ruh hastalığı şeklinde algılanmaktadır. Hekimlerin tavsiyesiyle alınan ilaçlar, beyindeki elektronik devreleri düzelttiğinde, program yeniden çalışır hale gelir.
Tıpkı bilgisayarların zaman zaman ‘reset’lenmesi gibi, insanın da kimi zaman yeniden yapılanması gerekmektedir. Bu yenilenme, kişinin evrendeki kozmik enerjiyle devamlı bağlantı kurması ve bağlantı sırasında, programda oluşacak virüsleri temizlemesiyle mümkün olur. Virüslerin bilgisayardaki programları sabote etmesi gibi, insanın ruh programını da sabote eden virüsler vardır. Yalan söylemek, hile yapmak, haksızlıkta bulunmak, saldırganlık gibi çevreye zarar veren her şey, bir virüstür. Virüslerin en kötü özelliği, amaca giden yolda insanı geri planda bırakmasıdır. Belli bir hedefe yönelik olarak gerçekleşen hayat yolculuğunda, şeytani virüsler bir engelleyici niteliği taşır ve hatta hayatı bloke eder. Virütik düşünceler, kişiyi zevk tuzaklarına düşürür. Bitmez tükenmez arzular ve bencil bir yaşam tarzı olarak özetlenebilecek virüsler, ana programın düzgün çalışmasını engellediğinden, temizlenmesine ihtiyaç vardır. Fakat temizlik bir defaya mahsus değildir. Tek defalık temizlik, insanın bütünüyle kurtulması anlamına gelmez. Doğru olan, koruma programları ve antikorlar geliştirerek bundan sonraki süreçte gelebilecek saldırılara karşı da tedbir almaktır. Dinamik bir varlık olan insan bu çabasını devam ettirebilirse, kendisine ve yaratıcısına karşı görevini yapmış ve insan olmanın gereğini yerine getirmiş olur. Aynı zamanda bu durum, ‘Büyük İrade’ tarafından da ödüllendirilir.
BİLİNÇ VE YAYILAN ENERJİ
Bilinç, insanın varoluşunun farkında olma özelliği şeklinde açıklanabilir. Kuantum fiziğinin tartıştığı bir alan olarak bilinç konusu, son yıllarda temel bilinç kavramıyla birlikte değerlendirilmektedir. Kuantum fiziği ile sinir bilimi arasındaki ilişkiyi araştıran bu bilim dalı; evrenin enerji bantlarından oluşan bir sistem olduğunu, bilinçli olma halinin ise ayrı bir frekans olarak insana verilmiş bir özellik olarak ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu özellik, beyindeki metakognisyon genleriyle ifade edilen kişinin kendisinin ve zamanın farkına varmasını sağlar.
Evrende yayılan bir enerji vardır ve bunun dışındaki sabit enerjiler madde şeklinde özetlenebilecek ısı, ışık, radyo frekansı ve ruh gibi yayılan enerjilerdir. İnsanda ise diğer canlılarda olmayan bazı ruhsal yetenekler vardır. Bu yetenekler insanı diğer canlılardan ayırmaktadır. Böylelikle soyut mücerret diye adlandırdığımız kavramların yayılan ve kuşatan bir enerjinin uzantısı olduğunu görebiliriz.
Bilgisayarın elektrik fişinin çekilmesi ne ise, ruhun bedenden ayrılması da odur. Kalp ölümü ile beyin ölümü arasındaki fark işte bu noktada ortaya çıkar. İnsanda kalp ölümü olmamasına rağmen beyin ölümünün gerçekleşmesi, bitkisel, otonomik hayat diye tarif ettiğimiz durumdur. Yiyen, içen ama hareketsiz şekilde yaşayan bu insan, hareket edebilirse; hayvansal türde yaşamış olacaktır. Çünkü harekette bir irade vardır; beynin orta kısımlarının çalışması hayvansal hayatın devam ettiğini göstermektedir.
Evreni kuşatan enerjinin ruhsal enerji kısmını dönüştüremeyen otistik çocuklarda da sınırlı bir yaşam söz konusudur. Bu çocukların beyindeki dönüştürücüler çalışmadığı için enerjilerinin gereken bölümünü aktif hale getirmeleri zordur. İnsanın zaman, mekân kavramı, varoluşu ile ilgili soruları, neşe, sevinç gibi duyguları yaşadığı alan beyindir ve kişi bu bilinci sağlanamadığı takdirde yalnızca yiyen, içen ve boşaltan bir varlığa dönüşür. Yaşadığımız hayat tarzının devam etmesi için, beyin kabuğu ve beyindeki limbik sistemin çalışması gerekmektedir.
Beyin kabuğunun dışında ve beyinde duygu süreçlerini yöneten alanlar vardır. Bunlar, duygu boyutu olan soyut bilgilerin kaydedildiği bölgelerdir. Anlam ve duygu boyutu olan kararlar vermek, sözcük üretmek, sözcüklere anlam katmak ve anlam katılan sözcükleri dillendirmek; limbik sistemde beynin yerine getirdiği fonksiyonlardandır. Beyindeki bu bölümlerde eksiklik meydana geldiği takdirde, ‘ruh hastalığı’ dediğimiz hastalıklar ortaya çıkar.
Esasında ruh hastalığı, evreni kuşatan enerjinin beyinde bir enerjiye dönüşememesiyle ilgilidir. Beyinde bu konuya ilişkin bağlantı ve devreler çalışmadığı takdirde; onun ürettiği sinyallerin, evrensel ilişkiye bağlanabilirliği bozulmakta ve hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple evrendeki çekim kanunu ve enerji bağlanabilirliği oluşmakta ve sonuçta ruh ile beden ilişkisi arasında fark ortaya çıkmaktadır.

Rahmanın Nefesi Olarak Ruh 
İnsanın yaratılışına baktığımızda, soyut anlamda dinler aracılığıyla gelen “ideal insan” modeli vardır. Bu modele uygun olmaya çalışmak önemlidir. Evrendeki dengeyi incelediğimizde evreni yaratanın bir amacı olduğu görülmektedir. Bize tevhidi öneren dinler, bu tezle hareket etmektedirler.
İbrahimî dinlerin orijinal tezlerine baktığımızda, insanın “nefes” olduğunu söylediklerini görürüz. İnsan ruhunu ilahi nefes olarak adlandıran tasavvufi bakış, İslam Peygamberinin varlık, ‘nefha-i rahmandır’ diye adlandırdığı ruhun ifadesidir. Allah tarafından insana üflendiği söylenen ruh da, insana aktarılan bir enerji transferinden bahsetmek mümkündür. İnsan üfürdüğü zaman bile içindeki bir şeyi karşısındakine aktarmaktadır. Hz. Muhammed, kendisine peygamberliğin geldiği ilk yıllarda, bir damla su da milyonlarca canlı olduğunu söylese, ruhun evrendeki salınım ve titreşimlerle münasebetini dile getirse buna kimse inanmazdı. Allah maddî bir varlık olmadığı ve ciğerleri de olmadığı için, ‘üfürme’ denildiğinde Allah’ın bazı özelliklerini kullarına aktardığı anlaşılmaktadır. Üfürme kavramını, bilgi ve özelde de vahiy olarak düşünebiliriz.

Vahiy, Bilgi Transferidir
Evren aslında bilgi ve bilginin çeşitli şekillere bürünmesi demektir. Mesela, bilginin madde şekli olduğu gibi enerji şekli de vardır ve bu dijital format biçiminde kendini gösterir. Evrende bilginin elektromanyetik biçimi, yüksek frekans boyu ve görme bandındaki şekilleri, kızılötesi dediğimiz ısıları okuyan biçimi ya da mikrodalga şekli, radyo frekansı şekli ve en sonunda da ruh enerjisi şekilleri vardır. Bütün bu bilgiler, evren eşittir bilgi, tezini doğurmaktadır.
Allah’ın kendi bilgisinden evrene ilettiği bilginin somut örneğini bilgisayar gibi düşünebiliriz. Bilgisayar, bilgiyi işleyen bir makinedir. Dijital formata çevrilebilen her bilgi, nakledilebilir ve bilgisayarda görünür hale dönüşerek okunabilir. Hayata dair bilgi de, “var” ve “yok” noktalardan ibarettir. Bu şifrelerdeki varlık ve yokluk, pozitif ile negatif olanın aynı yerde bulunduğunu gösteren bir dualite gerçeğidir.
Evrenin bilgisi otuz katlı bir inşaat yapacak olan mimarın, inşaata başlamadan önce iki sene proje çizmeye uğraşmasına benzer. Projenin uygulanması için sırasıyla ilim, irade, para ve zamanın olması gerekir. İlim tek başına yetmeyeceğinden buna eşlik eden, uygun yerde, uygun zamanda ve uygun şekilde yapma manasını ifade eden; hikmet gerekir.
Evrendeki bilginin yaratılışa dair bir dili vardır. Buradaki enerji bandı da bir dalga fonksiyonudur. Titreşimler hızlı olduğundan ve dalga boylarının bizim algılayamayacağımız süratte ilerlemesinden dolayı, ‘var-yok’ şeklinde gözüken dalga boylarını algılamak, insan için zordur. Bu şekliyle evrenin noktalardan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Gama röntgen ışınları, çok yoğun ışınlardır. Madde de bir titreşimdir ama gama ışınları gibi ışınlar maddeyi geçmektedirler. Görünen ışınlar yedi renk aralığındaki ışınlardır. Biz diğerlerini göremediğimiz için; etrafımızdan ses, görüntü ve renk geçmiş olmasına rağmen onları ‘yok’ olarak kabul ederiz. Röntgen ışınları, ultraviyole adını verdiğimiz morötesi ışınlardır.
Varoluşun gerçekleşmesi için varlığa devamlılık ve sonsuzluk katılması gerekir. İnsanın mutluluk arayışı bile bu sebeple sonsuzluk arzusu.

Ruh ve Ölüm
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi isteyen okuyuculara ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımı hatırlatarak ruh ve ölüm konusuyla yazıya son vermek istiyorum. Evren, kuşatan, büyük bir enerji; varlıklar ise bu enerji içerisinde birer sinyaldir. Oksijen, karbon, kedi, köpek ya da insan; yani varlığını devam ettiren her şey, birer sinyaldir. Sinyallerin parmak izi gibi iyon yükleri ve birer tanımlaması vardır.
Ruh ise iyon yükünün dışında, radyo frekansı şeklinde bir sinyaldir. Ölüm dediğimiz şey, ruh ile bedenin ortak olarak çalıştığı sürenin sonlanması demektir.
Ruh, yetenekler kümesidir ve bu kümedeki kimi yetenekler, kişinin kendisi tarafından geliştirilmekte ya da yarım kalmaktadır. İnsanın kendisine bahşedilmiş nimetleri hakkıyla kullanması önemlidir.
Sonsuzluğa inanan kişi, dünyanın ezelden gelip ebede giden hayat çizgisinde bir dilim olduğuna inanır. Bu dilimde kendisine sorular sorulur; o, bu sorulara verdiği cevaplara göre değerlendirilir.
İnsandaki bütün bilgiler, bir bilgisayarın harddiski gibi, uzun bellekte mevcuttur. Bu konuda literatüre girmiş şöyle bir vakıa vardır; Trafik kazası geçiren bir insanın başında bulunan meraklı bir nörolog, hasta koma halindeyken onunla uzun uzun konuşup, bütün konuştuklarını kaydetmiş; hastası komadan çıktıktan sonra ona konuşmalarının kaydını dinletmiştir. Kayıtlarda İtalyanca konuştuğunu duyan hasta, İtalyanca bilmediğini söylemiştir. Bu bilgiye, ilk önce kendi düşüncelerine delil oluşturacağını düşünen reenkarnasyoncular sahip çıkmışlardır. Ancak hastanın geçmişi araştırıldığında; babasının diplomat olduğu ve İtalya’da kaldıkları çocukluk yıllarında kendisiyle İtalyan bir bakıcının ilgilendiği, bakıcının kimi zaman çocukla İtalyanca konuştuğu ortaya çıkmıştır.
Hayatın ilk yıllarında öğrenilenler, belleğin alt katmanlarında, ileride öğrenilenler ise daha üst kademelerde yer bulurlar. Edindiği bilgileri muhafaza eden insan öldüğünde, sadece enerji bandını değiştirmiş olur. İnsan için enerji bandının önceliği hayat devam ettiği sürece maddî boyutta, öldüğünde ise anlam boyutunda seyreder.
Evreni kuşatan sonsuz enerji, sinyal üreten bu varlığa yani yaratılmışa; dünyadaki dolaşımını bitirdikten sonra başka bir yaşamda varlığını devam ettirmesi için izin vermektedir. Bu sebeple hiçbir canlı, sinyali sönmedikçe yok olmayacaktır. Bu duruma en iyi örnek son yılların icatlarından GPRS sistemidir. Arabalara yerleştirilen bu cihazla frekans kodundan o arabanın nereye gittiğinin bulunması mümkün olmaktadır; teknolojinin bu imkanı insan için de geçerlidir.
İnsanın sinyali, parmak izi gibidir ve onu evrendeki enerjiden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu sebeple, her bilim dalı ve her disiplin birbirini tamamlamaktadır. Evren bir bilgi kümesidir ve bu bilgi tüm evrene yayılmaktadır. Maddenin yaratılışı da matematik ifadeyle programlanmıştır; kişi bunları çözdükçe evrenin nasıl yaratıldığını da çözmüş olacaktır.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan  









İkiz Ruhlar - Eş Ruhlar



Tanrısal kaynağa geri yükselmekteyken hayatımıza giren pek çok eş ruh ile karşılaşacağız. Bunlar aile üyeleri, samimi olduğumuz insanlar olabilir. Ya da tam aksine anlaşamadığınız kişiler olabilirler. Her biri yüzleşmeniz gereken bir parçanızı size göstereceklerdir. Her biri sizin tanrısallığınızın yansımasıdır ve size genişleme ve büyüme imkânı yaratacaklardır. Bazıları ömür boyu sizinle kalacaklar veya işleri bitince gideceklerdir. Her eş ruh ruhsallık yolunda ruhunuzun yönünü tayin edici etki yapacaktır.



Benzer titreşimdeki bir grup ruha ruhsal grup denir. Bunlar birlikte enkarne olurlar ve aynı karmalar üstünde birlikte çalışırlar. Ruh grupları birbiriyle karışabilir ve son çözümde tüm insanlık bir ruh grubudur. Aile ruh grupları, kültürel gruplar ve ırklara, cinsiyetlere vs. dayalı gruplar olabilir. Enkarnasyonunuzla ilgili her şey üyesi olduğunuz gruba göre belirlenir.



Enkarnasyonlar boyu tekâmül ederken ruh grubunun üyeleri, eş ruhlarla yer değiştirmeye başlar ki her yeni gelenin titreşimi bir öncekinden daha çok size benzeyecektir. Bu eş ruhların en sonuncusu kendi ruhunuzun bir parçası olacak sonsuz barış ve neşeyi fiziki dünyaya getirecektir. Bu aidiyetin ve güvenin derinden hissedildiği bir ilişki olacaktır. Bu sadece kişi kendi içinde denge ve barışı kurduğunda gerçekleşecektir. Kişi pek çok karmik dengesizliğini çözdükten sonra ancak enkarnasyonlarının sonuna doğru kendi ruh parçası ile karşılaşır. Bu “her şeyi” içeren bir ilişkidir; eş, en iyi arkadaş, sevgili, en güvenilir dost, vs. Çünkü enkarne olmuş iki ruh arasındaki en mükemmel dengelenme sonucu oluşur.



Ruhun son enkarnasyonunda kişi, ikiz ruhu ile karşılaşır. Bu kişinin kendi içindeki kutupluluğu bütünlemesi, ortadan kaldırması için bir fırsattır. Bütünlüğe dönüşe bir fırsat sağlamak üzere iki ruhsal enerji mıknatıs gibi birbirine çekilecektir. Her ikiz ruh çifti ilk karşılaşmalarında bütüne dönmeyi başaramayabilirler. Pek çok faktörün etkisinin yanı sıra kalan tüm karmaların aşılması ve temizlenmesi gerekir. Aslında bu temizlik ve diğer hususların başarılması tamamen, bütünlüklerine uyanmakta olan ikiz ruhların mevcut enkarnasyonlarını feda edecek kadar tanrısallıklarına ulaşmayı isteyip istemediklerine bağlıdır. Yapılan seçimlere bağlı olarak, ikiz ruhlardan birisi büyümeye ve yolunda ilerlemeye devam ederken diğeri buluştukları noktada kalabilir. Fiziki ortamda birlikte olsalar da olmasalar da ikizlerden birinin büyümesi her zaman diğerinin tekamülünü hızlandıracaktır.



İkiz ruhlar:



Fiziki bedenlerimizi almadan önce enerji boyutunda androjen (hem erkek hem dişi) varlıklardık. Bütünlüğü ve dengeyi kendi içimizde deneyimliyorduk. Fiziki boyuta maddeyi deneyimlemek üzere gelirken burada var olmak için kutuplaşmaya ihtiyaç duyuldu. Bu bölünme bizim içsellik ve dışsallık yönlerimizde de gerçekleşti. İçsel yönümüz dişi yarıyı ve dışsal yanımız eril yarıyı oluşturdu. Fiziksele indiğimizde iki karşıt enerji olarak var olduk, erkek ve dişi olarak. Diğer yarımız ikiz alevimiz ya da ikiz ruhumuz olarak adlandırılır. İkiz ruhunuz sizinle benzer titreşime sahiptir, görünüş olarak sadece madalyonun öbür yüzüdür.



İkiz ruhların karşılaşması çok nadiren gerçekleşir çünkü ancak fiziki enkarnasyonlarının sonuna gelen ikiz ruhlar karşılaşırlar. Dünyanın artan titreşimi her şeyi hızlandırmaktadır ve sonuç olarak şimdi eskiden hiç olmadığı kadar çok ikiz ruh karşılaşmaktadır. Aynı zamanda kişinin ikiz ruhuna Kundalini yükselişi esnasında rastlaması da mümkündür. Bu durumda, ikiz ruhların karşılaşması kundalini enerjisini güçlendirecek ve erkek ve dişi enerjilerin içsel olarak birleşmesi dışsal deneyim olarak yaşanacaktır. Bu ikiz ruhların karşılaşmasının mutlaka kundalini yükselişi ile bağlantılı olması anlamına gelmez. İkiz ruhların karşılaşması tanrısal bir karardır. Her ruh yaşaması gerektiğinde yaşayacaktır. Eğer ikiz ruhunuzun ve sizin fiziki ortamın yasakladığı bir şeyi enerji boyutunda yaşamanız gerekiyorsa, Tanrı bir yolunu bulacak ve yaşanması gereken yaşanacaktır. İkiz ruhların fiziki boyutta gerçekten karşılaşmalarından yıllar önce etherde karşılaşmaları çok rastlanan bir olaydır.



Pek çok insan eş ruh ve ikiz ruhu birbirine karıştırır. İkiz ruhun karşılaşması yarattığı çekim nedeniyle kuşku götürmez. Kişinin kalmış karmik tortuları temizlenmek üzere, tam kutupsal karşıtı tarafından yaratılan büyük enerji vakumu ile yüzeye çekilince vücutta hissedilen çok yoğun enerji akışı nedeniyle hatırlama-tanıma çok kuvvetle meydana çıkacaktır. Kişi ikiz ruha hayal edilenin ötesinde bir kuvvetle çekilir ki bu daha önce hissedilmiş hiçbir çekime benzemez. İkiz ruhların karşılaşması somon balıklarının akıntı yukarı yüzmelerine benzer bir içsel bilişi uyandırır; her şeye rağmen mutlaka yapılması gereken bir yolculuktur. İkiz ruhların karşılaşmasından doğan güç her ruhun kendi içindeki eril-dişil dengelenmesini başlatır; bu ikiz ruhların karşılaştırılmalarındaki ana sebeptir.



İkiz ruhların karşılaşması için kullanılacak en hafif sözcük “Yoğun”dur. Söz konusu olan filmlerdeki gibi bir romantizm değildir. Kişinin ikiz ruhu ile karşılaşmasının kafalardaki “Sonsuza kadar mutlu yaşadılar” senaryosu ile ilgisi yoktur. İkiz ruhların karşılaşmalarındaki ana sebep; yeniden androjen (tam ve bütün) olmak üzere yükselirken içinizdeki karşıt kutupları enerji olarak kaynaştırmaya yardımcı olmaktır.



İkiz ruh ilişkileri Evrendeki her şey ile aynı enerjik ritme sahiptir. Yani, genişler ve büzülür. İlişki içinde bu cezbedilme ve geri püskürtülme (çekim ve tiksinme) olarak deneyimlenir. Genellikle enerjiler kaynaşırken ikiz ruhlar çok yoğun bir çekim hissederler daha sonra kaynaşan enerjileri tanır ve dengelerken ise uzaklaşırlar. Bu ritim pek çok kere tekrarlanır ve her defasında büyük ruhsal kargaşalara ve hasarlara yol açar.



İkiz ruhlar genellikle benzer fiziki özellikler taşırlar, iki tutkulu aşıktan çok kardeşlere benzerler. Bağları çok derin ve fiziksel âlemin ötesindedir. İkiz ruhlar karşılaşarak enerjik bütünleşmelerini yaşamak üzere enkarne olduklarında, karşıt kutuplaşmayı bütünleyebilmek için birbirlerine karşıt enerjiyi yansıtabilmek üzere mutlaka erkek ve kadın olarak enkarne olurlar. Aslında bu tüm kadın-erkek birlikteliklerinde böyledir ama ikiz ruhların ilişkileri kıyaslanmayacak ölçüde yoğun yaşanır.



İkiz ruhların fiziksel ortamda birlikte olmalarını engelleyecek bir durum olması çok yaygındır (Örneğin birisi evlidir). Bu zorluk kazara yaratılmamıştır. İkiz ruh karşılaşması kişinin tüm enerji blokajlarının kırılarak, kişinin bilincinde ilahi ve dünyevi olanın kaynaşmasına imkân sağlamak niyetiyle olur. Sonuçta kendi içinde tamamlanmış, enerji düzeyinde androjen (tam ve dengeli) kişi ortaya çıkacaktır. Bu sonuca giderken kişi inanılmaz zorluklarla karşılaşır, yoğun ve acılı teslimiyetler yaşar ve her bilgisi, inancı ve kalıbı sarsılır, yıkılır. Kaynağımıza dönüş; ne güçsüz yürekler ne de dışsal sevinçler ve dünyevi mutluluklar arayanlar için değildir.



Eğer ikiz ruhunuzla karşılaştıysanız veya karşılaştığınızı sanıyorsanız unutmamanız gereken şudur; Tanrı sizi onunla dünyevi bir “Mutlu aşk hikâyesi” yaşamanız için karşılaştırmadı. Siz onunla; kendi içinizdeki bütünlüğünüzü keşfederken içsel dengenizi kurmak ve sürdürmek için karşılaştınız. Eğer ikiz ruhunuzla ilişkinizde veya diğer ilişkilerinizde zorluk yaşıyorsanız acıları ve zorlukları kabul edip tanrıya teslim olmaya devam edin. Gerçeğin ışığının içinizde parlaması için yardım isteyin, durumu ruhsal tekâmülünüz için ve kendinizi tanımak için bir fırsat olarak görün. Her şey olması gerektiği zamanda, ilahi plana uygun olarak hallolacaktır. Odağınızı Tanrı’dan ayırmayın.



Ruh ikizinizin sizde çok derin duygular ve sevgi uyandırması doğaldır, ikiziniz sizin içinizde olduğunu bilmediğiniz noktalara dokunacak ve onları harekete geçirecektir. Bu çok karmaşık ve acı dolu olabilir, özellikle eğer ikiz ruh ilişkisine günün birinde “Mutlu aşk hikayesi”ne dönüşecek romantik bir anlam yüklemek niyetindeyseniz. Öyle değildir. Basitçe açıklamak gerekirse bu sadece tanrıya yürürken atılan bir diğer adımdır.



Eş ruhlar:



İkiz ruhlar bölündükten sonra her bir ayrılmış parça kendisini enerji olarak tamamlayacak başka bir ruhla eşleşir. Bu yeni ruh, ruh ikizleri gibi tam zıt değildir, karşı cinsin kutupsallığına sahiptir ama benzer titreşimdedir. Bunlar fiziksele gelen esas eş ruhlardır. Eş ruhlar birbirlerini dengelerler ve birbirlerine eksik olan fiziksel deneyimleri getirirler. Eş ruhlar, ikiz ruhlar gibi karşıt kutupların kaynaşması için katalizör olarak çalışmazlar tam aksine sizin kendi enerjinizi dışarıdan dengeleyen ve dinginleştiren bir oyun arkadaşıdırlar.



İşte bu, bizim insan gözüyle “mutlu aşk hikayesi” tarifimize en çok uyan ilişki modelidir. Kolayca kurulmuş, dışsal temellere dayanmayan derin bir bağdır. Esas eş ruh çifti birbirini enerji olarak onurlandırır ve dengeler. Birisi dünyevi ve dışa dönük iken diğeri daha içsel ve ruhsaldır.



Sonuç:



Tanrısallığımıza geri yükselirken, ondan uzaklaşırken yaratılmış yolu geri yürürüz ve yolda pek çok formdaki benzer enerjiyi kendimize çekeriz. Geri dönerken, nihai olarak ikiz ruhumuzla ve esas eş ruhumuzla karşılaşmadan önce pek çok eş ruh (oyun arkadaşı) ile rastlaşırız. Her kişi sonunda ruhsal büyümenin bir parçası olarak bu deneyimi yaşayacaktır.



Muhtelif seviyelerdeki eş ruhlarınızla deneyimleyerek bütüne doğru tekâmül ederken pek çok ilişkinin sona ermesi doğaldır. Bunlar arkadaşlar ve hatta artık enerjisi uygun olmayan aile üyeleri olabilir. Tekâmül etmiş bir ruhun karakteristik özelliklerinden biri tüm ilişkilerinde barışı yaşıyor olması ve bu barışa katkı sağlamayacak ruhlarla ilişkilerde yer almamasıdır. Bütün ilişkiler, devam eden ruhsal büyüme esnasında, tanrıya odaklanmış ve sürekli genişleyen teslimiyet içinde geçip giderler. Kişi sonuçta ruhsal (benzer enerjili ruhlarla) ilişkilerde huzur bulur. İsa bu sebeple pek çok kereler ruhsal ailenin fiziksel aileden daha önemli olduğunu vurgulamıştır.



Sizin bir kişiyi eş ruh ya da ruh ikizi diye etiketlendirmeniz önemli değildir. Önemli olan, karşınıza çıkan her ilişkiyi, mümkün olan en yüksek kapasitenizle sevme ve tanrıya adanma fırsatı olarak değerlendirmenizdir. Dünyevi ilişkilere fazla odaklanarak yan yollara sapmayın. Arzu ettiğiniz ilişki sadece siz kendi içinizde mutlu ve doygun olduğunuzda size gelecektir. Bütün eş ruhlar ve ikiz ruhlar bir tek sebep için vardırlar ve o tek sebep de her şeyin Bir olduğu, gerisinin illüzyon olduğunu size öğretmektir. Bu Birlik realitesine tekâmül ettiğinizde tüm ilişkileriniz tanrının gerçek barış ve sevgisini yansıtacaktır.




Spiritüel (farkındalığı olan) insanların neden her an huzurlu ve mutlu yaşadığını açıklamadan önce, hep birlikte ruhsal bilinç edinmeye çalışalım.
"BAŞKA BİRİLERİNİN DENEYİMLERİNE (ANLATTIKLARINA) İNANARAK DİNDAR OLURSUNUZ. KENDİNİZ DENEYİMLEYEREK SPİRİTÜEL (FARKINDALIĞA SAHİP) İNSAN OLURSUNUZ."

Ruhsal bilinç (spiritüel farkındalık) sahibi insanların 12 yetisi listesini okuduğunuz zaman, spiritüel insanların neden her an huzurlu ve mutlu yaşadığını anlamış olacaksınız. Her an huzurlu ve mutlu yaşamanın yolu spiritüel insan yetileri kazanmaktan geçmektedir.

UYARI: Aşağıda açıkladığım spiritüel insan yetilerini (özelliklerini), gençlerin fazla kafaya takmamaları ve yaşam mühendisliği topluluğunda paylaşmış olduğum yayınlarda belirtildiği şekilde; "başarılı ve mutlu bir yaşam için emekli olana kadar mücadele etmeye ve kendi yaşam süreçlerini kendilerinin yönetmeye" çalışmaları gerekmektedir.
Ruhsal bilinç (spiritüel farkındalık) sahibi insanların özellikleri, orta yaş ve ileri yaş grubu insanların kalan yaşamını sakin, huzurlu ve mutlu geçirmesi için faydalar sağlar. Çünkü yaşlı insanların sakin ve huzurlu bir yaşama gereksinimi vardır, bu nedenle spiritüel insanların sahip olduğu 12 yetiyi kazanmaları gerekmektedir.

Hz. MUHAMMED "Dünyayı isteyen bilime, ahireti isteyen bilime, hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın."

Mustafa Kemal ATATÜRK "GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR."

Necdet KAYNAK "Bilinç enerjidir, bilinç ruhtur, bilinç candır, bilinç sonsuza dek yaşar; bu nedenle bilinçli (bilge) insanlar ölümsüzdür." 
Bu sözümü destekleyen kanıtları öğrenmek için ve RUHSAL BİLİNÇ edinmek için okumaya devam ediniz.

A-RUHSAL BİLİNÇ (Spiritüel Farkındalık):
"Siz bir ruha sahip değilsiniz. Siz bir ruhsunuz. Siz bir bedene sahipsiniz."
İnsanoğlu bir ruha sahip değildir. İnsanoğlu bir bedene sahip olan bir ruhtur.

Ruh ne demektir? Bize neleri ifade etmektedir. Ruh deyince yandaki resimde görüldüğü gibi hayalet görüntüsünde ve kendi bedeninizden başka  ayrı bir yaratık gelmesin aklınıza! 

"Ruh candır, ruh yaşam enerjisi (biyoenerji)'dir veya ruh beynimizde enerji olarak kodlanmış bilinçtir." 

Ruh nasıl olurda beyin hücrelerimizde enerji formunda tutulan (saklanan) kodlanmış bilgi, yani bilinç olabilir? sorusu ile birlikte, Ruh nasıl olurda sonsuza kadar yaşar? sorusunun yanıtını birlikte irdeleyelim.

Yaşamın ve evrenin gizemleri Enerji ve Frekans içinde yatar. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek için; YAŞAMIN ve EVRENİN SIRLARI ve YAŞAMIN ANLAMI bağlantılarını tıklayınız.

Evrende var olan görünen ve görünmeyen her şey madde ve/veya enerji formunda bulunmaktadır. Evrende var olan madde ve enerji hiç bir zaman yok olmaz; bir başka maddeye veya enerji formuna dönüşür. 
Örneğin; TV veya cep telefonu ekranında görebildiğimiz resimler ve duyduğumuz sesler havada elektromanyetik dalga (enerji) olarak sürekli var olduğu halde, insanoğlu  bu enerjiyi  görme ve duyma yetisine sahip değildir. 

Maddeleri görebiliriz, ama enerjiyi göremeyiz. Enerjiyi ancak bazı elektronik cihazlar kullanarak tespit edebilir, ölçebilir veya ekranda görüntüye dönüştürerek izleyebilir veya hoparlörde sese dönüştürerek duyabiliriz. Görüntü ve ses elektromanyetik enerji formuna (şekline) dönüştürülerek vericiler vasıtasıyla kullandığımız cep telefonu, TV (uydu) veya radyo alıcılarına havadan iletilmektedir. Kısacası dünyamızda hayalet veya ruh gibi görünmeyen başka yaratıklar kesin olarak yoktur, eğer olsaydı çıplak gözle veya elektronik cihazlar kullanarak bunları görebilmemiz gerekirdi.

İnsan yaşamının görünen üç boyutu ve varsayılan bir boyutunu (3+1), Fiziksel-Zihinsel-Duygusal ve RUHSAL olarak tanımlayabiliriz.

Ruhsal boyutumuzun alt boyutlarından biri duygularımız ile ilintilidir, diğer bir alt boyutu ise canımız, yaşam enerjimiz, yani bilincimiz ile ilintilidir.

(1) Ruhsuz adam! deyimi duyguları ile hareket etmeyen, soğukkanlı-mantıklı veya duygusuz-hissiz adam anlamına gelir; öyleyse ruhsuz adam deyimi duygusu olmayan veya duygularını yönetebilen adamı ifade eder. Ruhsal olmak ise duygusal olmayı ifade eder. Böylece ruhsal boyutumuzun alt boyutlarından biri duygularımız ile ilintilidir diyebiliriz.
Kıskançlık, Endişe ve Üzüntü, Kızgınlık ve Öfke duygularının yönetimi konusunda bilgi edinmek için; DUYGULARIN YÖNETİMİ bağlantısını tıklayınız.

Ruhumuz duygularımızın deposudur ve duygular ruhumuzun şifreli mesajlarıdır! Düşünceler gibi duygular da bilincimizde (beynimizde) hissedildiğine göre ve geri bildirim (mesaj) olarak duyguları bilincimizde algıladığımıza göre, ruhumuz bilincimizdir diyebiliriz.

(2) Ruhsuz! Kelimesi bize ne ifade eder? Bir manzara resmi düşünün! Resim çok ruhsuz olmuş derler: Bu cümlede ruh, resmin soluk ve renksiz, yani gerçek manzara ile karşılaştırıldığı zaman onun gibi canlı olmadığını ifade eder; öyleyse ruh CAN anlamına gelmektedir. Böylece insanın ruhsal boyutuna ait alt boyutlardan diğeri can veya yaşam enerjisi (biyoenerji)'dir diyebiliriz. 
Biyoenerji ve kozmik bilinç konusunda ayrıntılı bilgi edinmek için; YAŞAM ENERJİSİ ile KOZMİK ve RUHSAL BİLİNÇ bağlantılarını tıklayınız.

Enerji formunda kodlanmış olan bilgiler (yani bilincimiz) beyin hücrelerinde saklanmaktadır. Bu enerji kodları (komutları) beyin hücrelerine bağlı sinirler vasıtasıyla diğer organlara iletilerek, bedenimizi oluşturan bütün organların işlevini yerine getirmesi sağlanmaktadır. Örneğin; açık beyin ameliyatlarında beyin hücrelerine bağlı sinir uçlarına elektrik enerjisi (çok düşük voltaj) uygulanarak o sinirin diğer ucuna bağlı olan organın hareket etmesi sağlanabilmektedir. Bu nedenle, ruhumuz, yani canımız, yani yaşam enerjimiz, bilincimizdir diyebiliriz.

(3) Ruh nasıl olurda sonsuza kadar yaşar? Bilinç insan beyninde enerji (kodlanmış bilgi) olarak saklanmaktadır; enerji hiçbir zaman kaybolmaz, sonsuza kadar varlığını sürdürür. Bilinç kaybedildiği zaman beden bitkisel yaşama geçer; bilinç olmadan beden sadece maddeden ibarettir. Bilinç enerjidir, bilinç ruhtur, bilinç candır, bilinç sonsuza dek yaşar; bu nedenle bilinçli (bilge) insanlar ölümsüzdür. Sevgi bilinci ile birlikte insan yaşamı ile ilgili diğer bilinç boyutlarının farkında olan insanlar ölümsüzdür, sonsuza dek yaşarlar. Bilincin olmadığı bendende yaşam yoktur; bu nedenle yaşamın farkında olmayan insanlar için ne bu dünyada ne de öteki dünyada yaşama olasılığı yoktur! 
KADER BİLİNCİ ve ÖLÜM BİLİNCİ edinmek için bağlantıları tıklayınız. 

Görünen görünmeyen bütün boyutları ile insan da madde (beden) ve enerji (ruh)'dan oluşan bir bütündür. Görünen boyutumuz olan bedenimiz ile birlikte beynimizin ürettiği düşünceler, hissettiği olumlu veya olumsuz duygular ve olumlu veya olumsuz kişisel özellikler görünmeyen boyutlarımızdır. İnsanı oluşturan boyutlar da insan yaşamının doğal döngüsünün (sürecinin) devam etmesi için gereklidir.

Dünyadaki bütün canlı yaşamının bir bütün olarak şimdiye kadar sürdüğünü göz önüne alırsanız, ister ruh, ister can, ister yaşam enerjisi, ister bilinç deyiniz ne önemi var! Önemli olan öldükten sonra insan bedenin çürüyerek toprağa (maddeye) dönüştüğünü ve insan ruhunun, canının, yaşam enerjisinin veya bilincinin ise bir başka formda ve/veya boyutta yaşamaya devam ettiğini söyleyebiliriz...
Bu ve öbür dünyada yaşamanın şifrelerini öğrenmek için; DOYA DOYA ve SONSUZA KADAR YAŞAMAK bağlantısını tıklayınız. 

B- RUHSAL BİLİNÇ (Spiritüel Farkındalık) SAHİBİ İNSANLARIN 12 YETİSİ

1-Olayları (planlayarak) olmaya zorlamak yerine, kendiliğinden olmasına izin verme eğilimi göstermek.
2-Olaylara gülümseyerek bakmak.
3-Diğer insanlar ve doğa (evren) ile bağlantılı olumlu duygular hissetmek.
4-Maddi şeylerin değil, yaşamla ilgili sahip olduğumuz şeylerin değerini bilmek.
5-Geçmişte yaşanan deneyimler ile (önlem almak için) değil, kendiliğinden (spontane) düşünme ve eyleme geçme eğilimi göstermek.
6-Her andan zevk alma yetisi kazanmak.
7-Endişe ve üzüntü hissini kaybetmek.
8-Anlaşmazlığa ve çatışmaya karşı ilgi kaybetmek.
9-Başkalarının eylemlerini yorumlamaya ve eleştirmeye karşı ilgi kaybetmek.
10-Diğerlerini yargılamaya karşı ilgi kaybetmek.
11-Kendini yargılamaya karşı ilgi kaybetmek.
12-Hiçbir şey beklemeden karşılıksız sevme yetisi kazanmak.

C- RUHSAL BİLİNCİ AÇIKLAYAN ÖZLÜ SÖZLER
Sipirütüel farkındalık; daha büyük bir bütünün (kozmik bir bütünün) parçası ve evrene ait olma anlayışıdır. Fritjof Capra
http://dye-necdetkaynak.blogspot.com/2014/01/ruhsal-bilinc-spirituel-insanlar-her.html











.













.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder