Ruh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ruh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Elektomanyetik Enerji Ve Ruh


           Ve her kim muhsin olduğu halde yüzünü Allah'a teslim ederse muhakkak ki, en sağlam kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin akibeti Allah'a dönecektir.


 

"Diğeri yoktur sadece BİRi vardır! Diğerine baktığınız zaman, gerçekte kendinizin bir başka versiyonunu görürsünüz."
"Sevgi iki bendende yaşayan tekbir ruhtan oluşur."
"Önemli karşılaşmalar, vucütlar birbirini görmeden uzun süre önce ruhlar tarafından tasarlanır."
"İki kişinin karşılaşması iki kimyasal madenin birbirine dokunmasına benzer. Ruhsal reaksiyon (duygusal etkileşim) başlarsa iki kişilik birden değişir."

 
Ruh Nedir?
Modern tıbbın kurucusu olarak bilinen Patolog Rudolf Wirchof, ‘Hayatımda binlerce ceset kestim, ruh denen bir şeye rastlamadım’ demişti. Fakat amacı insanı anlamak olan pek çok bilim adamı, bu yargının ötesine geçerek insandaki bedenin dışında psikolojik terimle ‘self’ şeklinde ifade edebileceğimiz, geleneksel terminolojimizde ise ‘nefs’ diye bilinen ‘kendilik’ yani ‘öz’ün farkına varmıştır. ‘Nefs’ ya da ‘öz’ diye tanımlanan kavramla, spritüel olarak tartışılan ‘ruh’ arasında nasıl bir bağlantı olduğu ve bu kavramların sınırlarının neye dayanarak belirleneceği önemlidir.
Materyalist pozitivizme göre, nasıl karaciğerin salgısı safra ise, beynin salgısı da davranışlardır ve bunlar adeta beynin birer sonucudur. Buna göre beyin, davranış, duygu ve düşüncelerimizin kaynağıdır; Bunun üzerinde bir güç ve varlık yoktur. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Zira bütün duygu, düşünce ve davranışlar insan beyninin ürünü olarak düşünüldüğünde, ‘açıklanamayan bilgiler’in kaynağının ne olduğu sorusuna cevap veremeyiz. ‘Sembolik, soyut ya da sanatsal düşünce nasıl ortaya çıkmaktadır?’ ‘Beyin bu kadar mükemmel bir düşünce grubunu nasıl bir araya getirmekte ve tek başına hiçbir aklı olmayan hücreler buluşup, akıllı bir hücreyi nasıl ortaya çıkarmaktadır?’ Bu sorulara pozitif bilimin bilinç kavramıyla açıklama getirmesi, konuyu yeterince aydınlatamamaktadır.
Ruh Nasıl Bir Programdır?
İnsanın doğumuyla beraber varlığını gösteren ve yaşanan gerçekler karşısında gelişebilen ruh programı; yaratıcı iradenin insanoğluna ikramıdır. Bilindiği üzere insan dışındaki hiçbir varlık yaratılışına ve sonrasındaki sürece dair sorgulama, hatta itiraz etme özelliklerine sahip değildir. İnsanlık alemi, Hz. Adem’den beri, bu yönüyle Yaratıcıya muhatap olmuştur.
Ruhu somut olarak bilgisayar programlarına benzetebiliriz; bilgisayar programları, bilgisayara içi boş olarak yüklenir ve biz ona kendi ilgi alanlarımız, zevklerimiz, yeteneklerimiz doğrultusunda programlar kaydedip; yine bunlara uygun dosyaları arşivleyerek genişletiriz. Programı ne kadar çok kullanırsak, o kadar zenginleşip geliştiğini de bu sayede fark ederiz. İnsan da ruhunu ne ölçüde geliştirirse, ona bu ruhu yazanla arasında o kadar güçlü bir ilişki kurulacaktır. Şuuru yerinde olan bütün insanların ruh programı genetik olarak aynı olmasına rağmen, az sayıdaki insan bu programa bilgi yükleyip gerektiği gibi kullanabilmektedir.

Radyoya İlham Veren Ruh Programı
Bilgisayarın yazılım ve donanım özelliklerinin yanı sıra üçüncü bir özelliği de ‘bağlanabilir’ olmasıdır. Hesap makinesiyle internete girme imkanı yoktur ancak bir bilgisayar, bağlantı kurduğunda, internete girerek pek çok bilgi kaynağına ulaşabilir. İnsandaki ruh programının da ‘bağlanabilirlik’ özelliği vardır. Bu vasıf, belli bir salınım ve titreşim gerektirir. İnsanda titreşimi sağlayan unsur, duyguların gerektiği şekilde yaşanması ve bu yolla ruhun inceliklerinin keşfedilmesidir. Yapılan araştırmalar, insanda üç çeşit temel duyunun olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan birincisi dokunmak, fiziksel temas, ışık gibi mekanik duyular; ikincisi, tat, koku gibi kimyasal duyular; üçüncüsü ise, manyetik duyulardır. ‘Manyetik duyu’ hayvanlarda da vardır. ‘Altıncı his’ gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız bu duyu, olacakları hissedebilme yetisinin hayvanlarda da olduğunu göstermektedir. Bu arada şu soru da akıllardan uzak tutulamaz: Manyetik duyuların insandaki yüksek duyguların kapısı, onların algılama kısmı olup olamayacağına dair sorulması muhtemel soruyu bir duyumuzu modelleyerek cevaplandırabiliriz: Ses titreşimini mekanik kulakta algılarız; iç kulağımızda ‘quartz kristalleri’ vardır. Titreşimler, ‘piezo-elektrik’ denilen bir olayla, kulağımızdaki ses enerjisini elektrik enerjisine dönüştürür. İşitme duyusu olarak kulak, işitme enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmekle görevlidir. İşte insanda da sevgi, nefret, öfke gibi duygular mevcuttur. Bu duygular, beyindeki elektrik enerjisini radyo enerjisine çevirir. Yahut da çevreden gelen sevgi gibi manyetik enerjiyi beynimizin bir bölgesi elektrik enerjisi haline getirerek, beynin algılamasını sağlar. Manyetik duyguyu, duyu ve enerjiye çeviren beyin, onu kimyasal ve elektriksel olarak ‘proses’ eder ve biz de bu yolla algılamaya başlarız. Bu durum, henüz kanıtlanmış olmasa da aklî veriler ışığında beynimizdeki manyetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren mekanizmanın varlığını ve kablosuz bağlantılarımızın gerçekleşme halini göstermektedir.

Sevgi, Foton Enerjisi Gibidir
İnsanı kendi içinde bir radyo istasyonuna benzetirsek, elektrik enerjisinde saklı olan egosunu görebiliriz. Bu radyo istasyonunun içinde teybe kaydedilmiş olanlara benzer bilgiler yer almakta ve bu da insana yetmektedir. Ancak bağlanabilirlik özelliğinin aktif olması için, üzerindeki ‘açma’ tuşunun anahtarıyla oynanması gerekir. Aksi halde insan, içindeki mevcut bilgilerle yaşadığında bir hesap makinesinin sınırlarında yaşamış olacaktır. Fakat içinde televizyon kartı da bulunan bir bilgisayarımız olduğunda; internete bağlanmak bir yana dünyadaki diğer kanalları da izleyeceğimiz bir güce kavuşuruz.
Hayvanlar insanlardan farklı olarak tıpkı bir radyo ya da teyp gibi, elektrik olduğu sürece çalışan ve içine kaydedilmiş bilgileri kullanan bir yapıdadır; yiyip içerler, cinselliklerini yaşarlar ve temel ihtiyaçlarını karşılarlar. Ama evrendeki bilgiyi alabilecek bir FM bantları yoktur. Oysa insan, megahertz üzerinden gelen titreşimle RF, Radyo Frekansı dalgaları ile ilahi radyoya bağlanır. Bu bağı oluşturan sevgidir. Sevgi gönlün enerjisi, kalbin özüdür. Buradaki kalpten kasıt, bir uzuvdan öte gönül boyutudur. Tıpkı foton ışınları gibi…
Elektronlar, kütlesi olan ışınlardır ve elektrik bu ışınlardan üretilir. Fotonlar da ışık benzeri her tarafa yayılabilen kütlesiz ışınlardır. Sevgi, foton enerjisinden oluşmuş gibidir. Hatta son yıllarda ışık hızından daha hızlı bir enerji parçacığından söz edilmekte ve ismine ‘psikon’ denilmektedir. Vücudumuzdaki elektrik devrelerini çalıştıran elektron özellikli bir enerjiyken; sevgi, foton özellikli kütlesiz bir enerjidir. Kalp ise bir ‘baz istasyonu’ gibi vericilerle bağlantı kurar. İçindeki duyguları ve fikirleri gönderir; yahut dışarıdan gelen bilgileri alır. Bu özelliği ile uyduya çıkma imkanı doğar. Hayvanlar sadece elektronik bir alete benzerken; insan bilinçli belleği olan, elektromanyetik bir cihaz gibidir. Çünkü hayvanlar içlerindeki programa birebir uysalar da, onlarla ‘online’ bağlantı kuramazlar. Zira onların yaratılışları ancak bu kadarına izin vermiştir. Yaratılışın sınırlı tutulduğu yerde, gelişim de yavaştır. Oysa imkanlar verildiği ölçüde, programın içi doldurulur, geliştirilir ve iyi yolda kullanılırsa, sistemin iyi tarafları ön plana çıkar.
İnsanda biri sabit biri değişken olmak üzere iki program vardır. Hayvanlarda ve diğer canlılarda geliştirilme özelliği bulunan ikinci bir programdan söz edilemez. İnsanın ayrıcalığı, beyninde doğuştan var olan işletim sistemindeki bu programın, yüklenebilir halde bulunmasıdır. Bu durum diğer canlıların yoksun oldukları, kabiliyetleri ve sınırları çok geniş bir işletim sisteminin, insan beyninde mevcut olduğuna işarettir.
İnsanın yeteneklerini keşfederek kendini geliştirmeye çalışması, onu yaratanın dikkatini çeker ve kişi Yaratıcı ile muhatap olma melekesini ilerletir. Zaten insanı insan yapan özelliklerin başında; kendisini, hayatı, yaratılanları sorgulayabilme ve cevaba ulaşma özelliği vardır. Mesela, psikiyatri alanında çalışan hekimler olarak beyindeki hücreleri birbirine bağlayan elektronik devreleri inceleyip, bu devrelerdeki arızaları düzeltmeye uğraşırken; insandaki sabit programın varlığı ve buna yeni programlar ekleme özelliğimizin olduğu gerçeğiyle tekrar tekrar karşılaşmamız söz konusudur. ‘İnsan bilgisayarına neden ruh programı yüklenmiştir ve daha da önemlisi ruhu yükleyen dış güç kimdir?’ sorusu, İlahiyat alanının cevaplayacağı bir sorudur. Pozitif bilimler ise, ‘mevcut işleyişin nasıl vücuda geldiğini ve ne şekilde çalıştığını’ izlemeye yoğunlaşır.

Ruh ve Güneş İlişkisi
Ruh insanda bir özellik olarak görülen, kütlesiz bir enerjidir. Güneş, söndükten ancak sekiz dakika sonra kaybolur. Işığı dünyaya, saniyede 300.000 km hızla gelir. Onun dışındaki farklı bir enerji türü de ruhtur. Ruh, zaman ve mekan kavramından uzaktır. Güneş bu anlamda yarı nurani diyebileceğimiz bir özelliğe sahipken ruh, tam anlamıyla nuranidir; hiçbir maddesel kayda -zaman kaydı da dahil- tabii değildir. Oysa foton enerjisi, kütlesi olmasa da ve çok minimal düzeyde kalsa da, güneş zaman ve mekandan kopuk değildir.
İnsan beynindeki bir bölge, evrendeki dalgalarla etkileşen bir özellik göstermektedir. Her enstrümanın bağımsız olduğu bir orkestrada orkestra şefinin bulunması halinde bütün enstrümanlar, şefin komutlarıyla çalar. Mesela, ayrı üç gitar çalınıp, üçü de aynı sesi verdiğinde bu üçünün osülasyonu birbiriyle örtüşür ve büyük bir ses ortaya çıkar. Ama gitarlardan birisi farklı bir ses verdiği zaman orkestradaki ahenge uymadığı için onun sesi, diğerlerinin arasında sırıtacaktır. İnsan beyninde de evrendeki salınım ve titreşim vardır. O titreşimle buluştuğumuzda, beynimiz adeta Yaratıcıya ulaşır. Hayatın anlamını kavramaya çalışan insanın beyinde Yaratıcının beklentisine uygun olan osilasyon üretimini başarmak için, evrendeki akılla ortak bir etkileşime girmesi gerekir. Dindar insanlar, bunu başarmışlardır. Beyinde evrendeki dalgalarla etkileşen bölge, aslında ruh denilen akıllı bir enerjinin, evrendeki akılla etkileşime girmesi sonucunda, bir anlamda otonom yani kendi başına çalışan, yemek içmek, üremek ve korunmak için yaşayan bir varlığın ötesine geçerek, bir bütünün parçasına dönüştüğünü gösterir. Bu, insanın kendisini güvende ve rahat hissetmesine yardımcı olur.
İnsan, yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar? Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.

RUH AKIL KALB HİYERARŞİSİ
Mevlana kalb akla, akıl ruha esirdir diyor. Bu bilgi yeni psikoloji teorisine tam uyuyor. Hatta ruh için beynimize paralel bir kuantum paralel beyin var mı? Bu beyine psikon beyni diyebilirmiyiz? sorusuna cevap aranıyor.
İnsan evrende okyanusun ortasındaki bir gemi gibidir. İçindeki duygusal enerji, onu ayakta tutar; akıl enerjisi ne yapacağını planlar ve ruhsal enerjisi karayla bağlantısını sağlar. Kimi zaman mutlu olduğu halde, okyanusun ortasında nereye gideceğini bilemez bir halde bulunabilir. Ya da denizde ilerlerken geçici bir mutluluk yaşasa da, aklını kullanmadığı takdirde nereye gideceğini bilemeyeceğinden mutluluğu geçici bir mutluluk haline gelebilir.
Ruh karadaki radyo istasyonuyla bağlantı kuran bir telsiz gibidir. İnsan kendini yalnız hissetse de ‘benim evrende bir Yaratıcım var’ düşüncesi ona kainatta yalnız olmadığı hatırlatacaktır. Ruhsal gerçeklik, insanın bütün evrenle bağlantı kurmasını sağladığı gibi, kişiye evrendeki bütünün bir parçası olduğunu da hissettirir.
Ruhun dışında akıl, insanın rotasını belirleyen bir başka öğedir; duygu ise onu ayakta tutar ve ona enerji verir. Üçü bir arada olmadığı zaman, o kişi mutlu olamaz. Eğer bir kimse duygusal enerjisinin yardımıyla kendisini motive edebiliyor ve aynı zamanda aklını da kullanarak problemlere karşı çözüm üretebiliyorsa, ruhu da ona yardım edecek ve ondan gelen sinyallerle hayatta, olması gerektiği gibi ilerleyecektir. Kişinin duygu ve aklında bir problem olmadığı halde, ruhuyla bağlantısı yoksa hayat rotasını şaşırma ihtimali yüksektir. Bu sebeple diyebiliriz ki; semavi dinlerle bağlantısı olan kişiler daha az hata yapmaktadırlar. Ruh bağlantısını kurmamış olanlar da doğru yolu bulurlar; ancak onlar yollarında tamamen deneme yanımla yöntemi ile ilerlerler. Semavi kaynaklardan ilham almayı ancak ruh başardığı için ruhsal bağlantısı güçlü olanlar, büyük yerle alışveriş yaparlar. Akıl ise, ancak kendi kaynaklarıyla yetinir.

Ruh Hastalanır mı?
Psikiyatrik hastalıklar uzun süre ‘ruh hastalığı’ şeklinde tarif edilmiştir. Bunun sebebi, bilgisayardaki devrelerde sorun olduğu zaman işlevinin kaybolması ve görüntülerin karışması gibi; insanda da sevgi, nefret, öfke ya da diğer duyguların gizli kalması veya gereğinin üzerinde varlık göstermesiyle, beyindeki elektronik ve kimyasal devrelerin bozularak ruhun varlığını gizlemesi sonucu bir nevi şizofrenik, akıl sağlığı bozuk davranışların ortaya çıkmasıdır. Burada ruhun kendisinden öte, ruh programı bozulmuştur. Yazılımda hata olmadığı halde elektronik devrelerdeki hata, ruh hastalığı şeklinde algılanmaktadır. Hekimlerin tavsiyesiyle alınan ilaçlar, beyindeki elektronik devreleri düzelttiğinde, program yeniden çalışır hale gelir.
Tıpkı bilgisayarların zaman zaman ‘reset’lenmesi gibi, insanın da kimi zaman yeniden yapılanması gerekmektedir. Bu yenilenme, kişinin evrendeki kozmik enerjiyle devamlı bağlantı kurması ve bağlantı sırasında, programda oluşacak virüsleri temizlemesiyle mümkün olur. Virüslerin bilgisayardaki programları sabote etmesi gibi, insanın ruh programını da sabote eden virüsler vardır. Yalan söylemek, hile yapmak, haksızlıkta bulunmak, saldırganlık gibi çevreye zarar veren her şey, bir virüstür. Virüslerin en kötü özelliği, amaca giden yolda insanı geri planda bırakmasıdır. Belli bir hedefe yönelik olarak gerçekleşen hayat yolculuğunda, şeytani virüsler bir engelleyici niteliği taşır ve hatta hayatı bloke eder. Virütik düşünceler, kişiyi zevk tuzaklarına düşürür. Bitmez tükenmez arzular ve bencil bir yaşam tarzı olarak özetlenebilecek virüsler, ana programın düzgün çalışmasını engellediğinden, temizlenmesine ihtiyaç vardır. Fakat temizlik bir defaya mahsus değildir. Tek defalık temizlik, insanın bütünüyle kurtulması anlamına gelmez. Doğru olan, koruma programları ve antikorlar geliştirerek bundan sonraki süreçte gelebilecek saldırılara karşı da tedbir almaktır. Dinamik bir varlık olan insan bu çabasını devam ettirebilirse, kendisine ve yaratıcısına karşı görevini yapmış ve insan olmanın gereğini yerine getirmiş olur. Aynı zamanda bu durum, ‘Büyük İrade’ tarafından da ödüllendirilir.
BİLİNÇ VE YAYILAN ENERJİ
Bilinç, insanın varoluşunun farkında olma özelliği şeklinde açıklanabilir. Kuantum fiziğinin tartıştığı bir alan olarak bilinç konusu, son yıllarda temel bilinç kavramıyla birlikte değerlendirilmektedir. Kuantum fiziği ile sinir bilimi arasındaki ilişkiyi araştıran bu bilim dalı; evrenin enerji bantlarından oluşan bir sistem olduğunu, bilinçli olma halinin ise ayrı bir frekans olarak insana verilmiş bir özellik olarak ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu özellik, beyindeki metakognisyon genleriyle ifade edilen kişinin kendisinin ve zamanın farkına varmasını sağlar.
Evrende yayılan bir enerji vardır ve bunun dışındaki sabit enerjiler madde şeklinde özetlenebilecek ısı, ışık, radyo frekansı ve ruh gibi yayılan enerjilerdir. İnsanda ise diğer canlılarda olmayan bazı ruhsal yetenekler vardır. Bu yetenekler insanı diğer canlılardan ayırmaktadır. Böylelikle soyut mücerret diye adlandırdığımız kavramların yayılan ve kuşatan bir enerjinin uzantısı olduğunu görebiliriz.
Bilgisayarın elektrik fişinin çekilmesi ne ise, ruhun bedenden ayrılması da odur. Kalp ölümü ile beyin ölümü arasındaki fark işte bu noktada ortaya çıkar. İnsanda kalp ölümü olmamasına rağmen beyin ölümünün gerçekleşmesi, bitkisel, otonomik hayat diye tarif ettiğimiz durumdur. Yiyen, içen ama hareketsiz şekilde yaşayan bu insan, hareket edebilirse; hayvansal türde yaşamış olacaktır. Çünkü harekette bir irade vardır; beynin orta kısımlarının çalışması hayvansal hayatın devam ettiğini göstermektedir.
Evreni kuşatan enerjinin ruhsal enerji kısmını dönüştüremeyen otistik çocuklarda da sınırlı bir yaşam söz konusudur. Bu çocukların beyindeki dönüştürücüler çalışmadığı için enerjilerinin gereken bölümünü aktif hale getirmeleri zordur. İnsanın zaman, mekân kavramı, varoluşu ile ilgili soruları, neşe, sevinç gibi duyguları yaşadığı alan beyindir ve kişi bu bilinci sağlanamadığı takdirde yalnızca yiyen, içen ve boşaltan bir varlığa dönüşür. Yaşadığımız hayat tarzının devam etmesi için, beyin kabuğu ve beyindeki limbik sistemin çalışması gerekmektedir.
Beyin kabuğunun dışında ve beyinde duygu süreçlerini yöneten alanlar vardır. Bunlar, duygu boyutu olan soyut bilgilerin kaydedildiği bölgelerdir. Anlam ve duygu boyutu olan kararlar vermek, sözcük üretmek, sözcüklere anlam katmak ve anlam katılan sözcükleri dillendirmek; limbik sistemde beynin yerine getirdiği fonksiyonlardandır. Beyindeki bu bölümlerde eksiklik meydana geldiği takdirde, ‘ruh hastalığı’ dediğimiz hastalıklar ortaya çıkar.
Esasında ruh hastalığı, evreni kuşatan enerjinin beyinde bir enerjiye dönüşememesiyle ilgilidir. Beyinde bu konuya ilişkin bağlantı ve devreler çalışmadığı takdirde; onun ürettiği sinyallerin, evrensel ilişkiye bağlanabilirliği bozulmakta ve hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple evrendeki çekim kanunu ve enerji bağlanabilirliği oluşmakta ve sonuçta ruh ile beden ilişkisi arasında fark ortaya çıkmaktadır.

Rahmanın Nefesi Olarak Ruh 
İnsanın yaratılışına baktığımızda, soyut anlamda dinler aracılığıyla gelen “ideal insan” modeli vardır. Bu modele uygun olmaya çalışmak önemlidir. Evrendeki dengeyi incelediğimizde evreni yaratanın bir amacı olduğu görülmektedir. Bize tevhidi öneren dinler, bu tezle hareket etmektedirler.
İbrahimî dinlerin orijinal tezlerine baktığımızda, insanın “nefes” olduğunu söylediklerini görürüz. İnsan ruhunu ilahi nefes olarak adlandıran tasavvufi bakış, İslam Peygamberinin varlık, ‘nefha-i rahmandır’ diye adlandırdığı ruhun ifadesidir. Allah tarafından insana üflendiği söylenen ruh da, insana aktarılan bir enerji transferinden bahsetmek mümkündür. İnsan üfürdüğü zaman bile içindeki bir şeyi karşısındakine aktarmaktadır. Hz. Muhammed, kendisine peygamberliğin geldiği ilk yıllarda, bir damla su da milyonlarca canlı olduğunu söylese, ruhun evrendeki salınım ve titreşimlerle münasebetini dile getirse buna kimse inanmazdı. Allah maddî bir varlık olmadığı ve ciğerleri de olmadığı için, ‘üfürme’ denildiğinde Allah’ın bazı özelliklerini kullarına aktardığı anlaşılmaktadır. Üfürme kavramını, bilgi ve özelde de vahiy olarak düşünebiliriz.

Vahiy, Bilgi Transferidir
Evren aslında bilgi ve bilginin çeşitli şekillere bürünmesi demektir. Mesela, bilginin madde şekli olduğu gibi enerji şekli de vardır ve bu dijital format biçiminde kendini gösterir. Evrende bilginin elektromanyetik biçimi, yüksek frekans boyu ve görme bandındaki şekilleri, kızılötesi dediğimiz ısıları okuyan biçimi ya da mikrodalga şekli, radyo frekansı şekli ve en sonunda da ruh enerjisi şekilleri vardır. Bütün bu bilgiler, evren eşittir bilgi, tezini doğurmaktadır.
Allah’ın kendi bilgisinden evrene ilettiği bilginin somut örneğini bilgisayar gibi düşünebiliriz. Bilgisayar, bilgiyi işleyen bir makinedir. Dijital formata çevrilebilen her bilgi, nakledilebilir ve bilgisayarda görünür hale dönüşerek okunabilir. Hayata dair bilgi de, “var” ve “yok” noktalardan ibarettir. Bu şifrelerdeki varlık ve yokluk, pozitif ile negatif olanın aynı yerde bulunduğunu gösteren bir dualite gerçeğidir.
Evrenin bilgisi otuz katlı bir inşaat yapacak olan mimarın, inşaata başlamadan önce iki sene proje çizmeye uğraşmasına benzer. Projenin uygulanması için sırasıyla ilim, irade, para ve zamanın olması gerekir. İlim tek başına yetmeyeceğinden buna eşlik eden, uygun yerde, uygun zamanda ve uygun şekilde yapma manasını ifade eden; hikmet gerekir.
Evrendeki bilginin yaratılışa dair bir dili vardır. Buradaki enerji bandı da bir dalga fonksiyonudur. Titreşimler hızlı olduğundan ve dalga boylarının bizim algılayamayacağımız süratte ilerlemesinden dolayı, ‘var-yok’ şeklinde gözüken dalga boylarını algılamak, insan için zordur. Bu şekliyle evrenin noktalardan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Gama röntgen ışınları, çok yoğun ışınlardır. Madde de bir titreşimdir ama gama ışınları gibi ışınlar maddeyi geçmektedirler. Görünen ışınlar yedi renk aralığındaki ışınlardır. Biz diğerlerini göremediğimiz için; etrafımızdan ses, görüntü ve renk geçmiş olmasına rağmen onları ‘yok’ olarak kabul ederiz. Röntgen ışınları, ultraviyole adını verdiğimiz morötesi ışınlardır.
Varoluşun gerçekleşmesi için varlığa devamlılık ve sonsuzluk katılması gerekir. İnsanın mutluluk arayışı bile bu sebeple sonsuzluk arzusu.

Ruh ve Ölüm
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi isteyen okuyuculara ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımı hatırlatarak ruh ve ölüm konusuyla yazıya son vermek istiyorum. Evren, kuşatan, büyük bir enerji; varlıklar ise bu enerji içerisinde birer sinyaldir. Oksijen, karbon, kedi, köpek ya da insan; yani varlığını devam ettiren her şey, birer sinyaldir. Sinyallerin parmak izi gibi iyon yükleri ve birer tanımlaması vardır.
Ruh ise iyon yükünün dışında, radyo frekansı şeklinde bir sinyaldir. Ölüm dediğimiz şey, ruh ile bedenin ortak olarak çalıştığı sürenin sonlanması demektir.
Ruh, yetenekler kümesidir ve bu kümedeki kimi yetenekler, kişinin kendisi tarafından geliştirilmekte ya da yarım kalmaktadır. İnsanın kendisine bahşedilmiş nimetleri hakkıyla kullanması önemlidir.
Sonsuzluğa inanan kişi, dünyanın ezelden gelip ebede giden hayat çizgisinde bir dilim olduğuna inanır. Bu dilimde kendisine sorular sorulur; o, bu sorulara verdiği cevaplara göre değerlendirilir.
İnsandaki bütün bilgiler, bir bilgisayarın harddiski gibi, uzun bellekte mevcuttur. Bu konuda literatüre girmiş şöyle bir vakıa vardır; Trafik kazası geçiren bir insanın başında bulunan meraklı bir nörolog, hasta koma halindeyken onunla uzun uzun konuşup, bütün konuştuklarını kaydetmiş; hastası komadan çıktıktan sonra ona konuşmalarının kaydını dinletmiştir. Kayıtlarda İtalyanca konuştuğunu duyan hasta, İtalyanca bilmediğini söylemiştir. Bu bilgiye, ilk önce kendi düşüncelerine delil oluşturacağını düşünen reenkarnasyoncular sahip çıkmışlardır. Ancak hastanın geçmişi araştırıldığında; babasının diplomat olduğu ve İtalya’da kaldıkları çocukluk yıllarında kendisiyle İtalyan bir bakıcının ilgilendiği, bakıcının kimi zaman çocukla İtalyanca konuştuğu ortaya çıkmıştır.
Hayatın ilk yıllarında öğrenilenler, belleğin alt katmanlarında, ileride öğrenilenler ise daha üst kademelerde yer bulurlar. Edindiği bilgileri muhafaza eden insan öldüğünde, sadece enerji bandını değiştirmiş olur. İnsan için enerji bandının önceliği hayat devam ettiği sürece maddî boyutta, öldüğünde ise anlam boyutunda seyreder.
Evreni kuşatan sonsuz enerji, sinyal üreten bu varlığa yani yaratılmışa; dünyadaki dolaşımını bitirdikten sonra başka bir yaşamda varlığını devam ettirmesi için izin vermektedir. Bu sebeple hiçbir canlı, sinyali sönmedikçe yok olmayacaktır. Bu duruma en iyi örnek son yılların icatlarından GPRS sistemidir. Arabalara yerleştirilen bu cihazla frekans kodundan o arabanın nereye gittiğinin bulunması mümkün olmaktadır; teknolojinin bu imkanı insan için de geçerlidir.
İnsanın sinyali, parmak izi gibidir ve onu evrendeki enerjiden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu sebeple, her bilim dalı ve her disiplin birbirini tamamlamaktadır. Evren bir bilgi kümesidir ve bu bilgi tüm evrene yayılmaktadır. Maddenin yaratılışı da matematik ifadeyle programlanmıştır; kişi bunları çözdükçe evrenin nasıl yaratıldığını da çözmüş olacaktır.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan  









İkiz Ruhlar - Eş Ruhlar



Tanrısal kaynağa geri yükselmekteyken hayatımıza giren pek çok eş ruh ile karşılaşacağız. Bunlar aile üyeleri, samimi olduğumuz insanlar olabilir. Ya da tam aksine anlaşamadığınız kişiler olabilirler. Her biri yüzleşmeniz gereken bir parçanızı size göstereceklerdir. Her biri sizin tanrısallığınızın yansımasıdır ve size genişleme ve büyüme imkânı yaratacaklardır. Bazıları ömür boyu sizinle kalacaklar veya işleri bitince gideceklerdir. Her eş ruh ruhsallık yolunda ruhunuzun yönünü tayin edici etki yapacaktır.



Benzer titreşimdeki bir grup ruha ruhsal grup denir. Bunlar birlikte enkarne olurlar ve aynı karmalar üstünde birlikte çalışırlar. Ruh grupları birbiriyle karışabilir ve son çözümde tüm insanlık bir ruh grubudur. Aile ruh grupları, kültürel gruplar ve ırklara, cinsiyetlere vs. dayalı gruplar olabilir. Enkarnasyonunuzla ilgili her şey üyesi olduğunuz gruba göre belirlenir.



Enkarnasyonlar boyu tekâmül ederken ruh grubunun üyeleri, eş ruhlarla yer değiştirmeye başlar ki her yeni gelenin titreşimi bir öncekinden daha çok size benzeyecektir. Bu eş ruhların en sonuncusu kendi ruhunuzun bir parçası olacak sonsuz barış ve neşeyi fiziki dünyaya getirecektir. Bu aidiyetin ve güvenin derinden hissedildiği bir ilişki olacaktır. Bu sadece kişi kendi içinde denge ve barışı kurduğunda gerçekleşecektir. Kişi pek çok karmik dengesizliğini çözdükten sonra ancak enkarnasyonlarının sonuna doğru kendi ruh parçası ile karşılaşır. Bu “her şeyi” içeren bir ilişkidir; eş, en iyi arkadaş, sevgili, en güvenilir dost, vs. Çünkü enkarne olmuş iki ruh arasındaki en mükemmel dengelenme sonucu oluşur.



Ruhun son enkarnasyonunda kişi, ikiz ruhu ile karşılaşır. Bu kişinin kendi içindeki kutupluluğu bütünlemesi, ortadan kaldırması için bir fırsattır. Bütünlüğe dönüşe bir fırsat sağlamak üzere iki ruhsal enerji mıknatıs gibi birbirine çekilecektir. Her ikiz ruh çifti ilk karşılaşmalarında bütüne dönmeyi başaramayabilirler. Pek çok faktörün etkisinin yanı sıra kalan tüm karmaların aşılması ve temizlenmesi gerekir. Aslında bu temizlik ve diğer hususların başarılması tamamen, bütünlüklerine uyanmakta olan ikiz ruhların mevcut enkarnasyonlarını feda edecek kadar tanrısallıklarına ulaşmayı isteyip istemediklerine bağlıdır. Yapılan seçimlere bağlı olarak, ikiz ruhlardan birisi büyümeye ve yolunda ilerlemeye devam ederken diğeri buluştukları noktada kalabilir. Fiziki ortamda birlikte olsalar da olmasalar da ikizlerden birinin büyümesi her zaman diğerinin tekamülünü hızlandıracaktır.



İkiz ruhlar:



Fiziki bedenlerimizi almadan önce enerji boyutunda androjen (hem erkek hem dişi) varlıklardık. Bütünlüğü ve dengeyi kendi içimizde deneyimliyorduk. Fiziki boyuta maddeyi deneyimlemek üzere gelirken burada var olmak için kutuplaşmaya ihtiyaç duyuldu. Bu bölünme bizim içsellik ve dışsallık yönlerimizde de gerçekleşti. İçsel yönümüz dişi yarıyı ve dışsal yanımız eril yarıyı oluşturdu. Fiziksele indiğimizde iki karşıt enerji olarak var olduk, erkek ve dişi olarak. Diğer yarımız ikiz alevimiz ya da ikiz ruhumuz olarak adlandırılır. İkiz ruhunuz sizinle benzer titreşime sahiptir, görünüş olarak sadece madalyonun öbür yüzüdür.



İkiz ruhların karşılaşması çok nadiren gerçekleşir çünkü ancak fiziki enkarnasyonlarının sonuna gelen ikiz ruhlar karşılaşırlar. Dünyanın artan titreşimi her şeyi hızlandırmaktadır ve sonuç olarak şimdi eskiden hiç olmadığı kadar çok ikiz ruh karşılaşmaktadır. Aynı zamanda kişinin ikiz ruhuna Kundalini yükselişi esnasında rastlaması da mümkündür. Bu durumda, ikiz ruhların karşılaşması kundalini enerjisini güçlendirecek ve erkek ve dişi enerjilerin içsel olarak birleşmesi dışsal deneyim olarak yaşanacaktır. Bu ikiz ruhların karşılaşmasının mutlaka kundalini yükselişi ile bağlantılı olması anlamına gelmez. İkiz ruhların karşılaşması tanrısal bir karardır. Her ruh yaşaması gerektiğinde yaşayacaktır. Eğer ikiz ruhunuzun ve sizin fiziki ortamın yasakladığı bir şeyi enerji boyutunda yaşamanız gerekiyorsa, Tanrı bir yolunu bulacak ve yaşanması gereken yaşanacaktır. İkiz ruhların fiziki boyutta gerçekten karşılaşmalarından yıllar önce etherde karşılaşmaları çok rastlanan bir olaydır.



Pek çok insan eş ruh ve ikiz ruhu birbirine karıştırır. İkiz ruhun karşılaşması yarattığı çekim nedeniyle kuşku götürmez. Kişinin kalmış karmik tortuları temizlenmek üzere, tam kutupsal karşıtı tarafından yaratılan büyük enerji vakumu ile yüzeye çekilince vücutta hissedilen çok yoğun enerji akışı nedeniyle hatırlama-tanıma çok kuvvetle meydana çıkacaktır. Kişi ikiz ruha hayal edilenin ötesinde bir kuvvetle çekilir ki bu daha önce hissedilmiş hiçbir çekime benzemez. İkiz ruhların karşılaşması somon balıklarının akıntı yukarı yüzmelerine benzer bir içsel bilişi uyandırır; her şeye rağmen mutlaka yapılması gereken bir yolculuktur. İkiz ruhların karşılaşmasından doğan güç her ruhun kendi içindeki eril-dişil dengelenmesini başlatır; bu ikiz ruhların karşılaştırılmalarındaki ana sebeptir.



İkiz ruhların karşılaşması için kullanılacak en hafif sözcük “Yoğun”dur. Söz konusu olan filmlerdeki gibi bir romantizm değildir. Kişinin ikiz ruhu ile karşılaşmasının kafalardaki “Sonsuza kadar mutlu yaşadılar” senaryosu ile ilgisi yoktur. İkiz ruhların karşılaşmalarındaki ana sebep; yeniden androjen (tam ve bütün) olmak üzere yükselirken içinizdeki karşıt kutupları enerji olarak kaynaştırmaya yardımcı olmaktır.



İkiz ruh ilişkileri Evrendeki her şey ile aynı enerjik ritme sahiptir. Yani, genişler ve büzülür. İlişki içinde bu cezbedilme ve geri püskürtülme (çekim ve tiksinme) olarak deneyimlenir. Genellikle enerjiler kaynaşırken ikiz ruhlar çok yoğun bir çekim hissederler daha sonra kaynaşan enerjileri tanır ve dengelerken ise uzaklaşırlar. Bu ritim pek çok kere tekrarlanır ve her defasında büyük ruhsal kargaşalara ve hasarlara yol açar.



İkiz ruhlar genellikle benzer fiziki özellikler taşırlar, iki tutkulu aşıktan çok kardeşlere benzerler. Bağları çok derin ve fiziksel âlemin ötesindedir. İkiz ruhlar karşılaşarak enerjik bütünleşmelerini yaşamak üzere enkarne olduklarında, karşıt kutuplaşmayı bütünleyebilmek için birbirlerine karşıt enerjiyi yansıtabilmek üzere mutlaka erkek ve kadın olarak enkarne olurlar. Aslında bu tüm kadın-erkek birlikteliklerinde böyledir ama ikiz ruhların ilişkileri kıyaslanmayacak ölçüde yoğun yaşanır.



İkiz ruhların fiziksel ortamda birlikte olmalarını engelleyecek bir durum olması çok yaygındır (Örneğin birisi evlidir). Bu zorluk kazara yaratılmamıştır. İkiz ruh karşılaşması kişinin tüm enerji blokajlarının kırılarak, kişinin bilincinde ilahi ve dünyevi olanın kaynaşmasına imkân sağlamak niyetiyle olur. Sonuçta kendi içinde tamamlanmış, enerji düzeyinde androjen (tam ve dengeli) kişi ortaya çıkacaktır. Bu sonuca giderken kişi inanılmaz zorluklarla karşılaşır, yoğun ve acılı teslimiyetler yaşar ve her bilgisi, inancı ve kalıbı sarsılır, yıkılır. Kaynağımıza dönüş; ne güçsüz yürekler ne de dışsal sevinçler ve dünyevi mutluluklar arayanlar için değildir.



Eğer ikiz ruhunuzla karşılaştıysanız veya karşılaştığınızı sanıyorsanız unutmamanız gereken şudur; Tanrı sizi onunla dünyevi bir “Mutlu aşk hikâyesi” yaşamanız için karşılaştırmadı. Siz onunla; kendi içinizdeki bütünlüğünüzü keşfederken içsel dengenizi kurmak ve sürdürmek için karşılaştınız. Eğer ikiz ruhunuzla ilişkinizde veya diğer ilişkilerinizde zorluk yaşıyorsanız acıları ve zorlukları kabul edip tanrıya teslim olmaya devam edin. Gerçeğin ışığının içinizde parlaması için yardım isteyin, durumu ruhsal tekâmülünüz için ve kendinizi tanımak için bir fırsat olarak görün. Her şey olması gerektiği zamanda, ilahi plana uygun olarak hallolacaktır. Odağınızı Tanrı’dan ayırmayın.



Ruh ikizinizin sizde çok derin duygular ve sevgi uyandırması doğaldır, ikiziniz sizin içinizde olduğunu bilmediğiniz noktalara dokunacak ve onları harekete geçirecektir. Bu çok karmaşık ve acı dolu olabilir, özellikle eğer ikiz ruh ilişkisine günün birinde “Mutlu aşk hikayesi”ne dönüşecek romantik bir anlam yüklemek niyetindeyseniz. Öyle değildir. Basitçe açıklamak gerekirse bu sadece tanrıya yürürken atılan bir diğer adımdır.



Eş ruhlar:



İkiz ruhlar bölündükten sonra her bir ayrılmış parça kendisini enerji olarak tamamlayacak başka bir ruhla eşleşir. Bu yeni ruh, ruh ikizleri gibi tam zıt değildir, karşı cinsin kutupsallığına sahiptir ama benzer titreşimdedir. Bunlar fiziksele gelen esas eş ruhlardır. Eş ruhlar birbirlerini dengelerler ve birbirlerine eksik olan fiziksel deneyimleri getirirler. Eş ruhlar, ikiz ruhlar gibi karşıt kutupların kaynaşması için katalizör olarak çalışmazlar tam aksine sizin kendi enerjinizi dışarıdan dengeleyen ve dinginleştiren bir oyun arkadaşıdırlar.



İşte bu, bizim insan gözüyle “mutlu aşk hikayesi” tarifimize en çok uyan ilişki modelidir. Kolayca kurulmuş, dışsal temellere dayanmayan derin bir bağdır. Esas eş ruh çifti birbirini enerji olarak onurlandırır ve dengeler. Birisi dünyevi ve dışa dönük iken diğeri daha içsel ve ruhsaldır.



Sonuç:



Tanrısallığımıza geri yükselirken, ondan uzaklaşırken yaratılmış yolu geri yürürüz ve yolda pek çok formdaki benzer enerjiyi kendimize çekeriz. Geri dönerken, nihai olarak ikiz ruhumuzla ve esas eş ruhumuzla karşılaşmadan önce pek çok eş ruh (oyun arkadaşı) ile rastlaşırız. Her kişi sonunda ruhsal büyümenin bir parçası olarak bu deneyimi yaşayacaktır.



Muhtelif seviyelerdeki eş ruhlarınızla deneyimleyerek bütüne doğru tekâmül ederken pek çok ilişkinin sona ermesi doğaldır. Bunlar arkadaşlar ve hatta artık enerjisi uygun olmayan aile üyeleri olabilir. Tekâmül etmiş bir ruhun karakteristik özelliklerinden biri tüm ilişkilerinde barışı yaşıyor olması ve bu barışa katkı sağlamayacak ruhlarla ilişkilerde yer almamasıdır. Bütün ilişkiler, devam eden ruhsal büyüme esnasında, tanrıya odaklanmış ve sürekli genişleyen teslimiyet içinde geçip giderler. Kişi sonuçta ruhsal (benzer enerjili ruhlarla) ilişkilerde huzur bulur. İsa bu sebeple pek çok kereler ruhsal ailenin fiziksel aileden daha önemli olduğunu vurgulamıştır.



Sizin bir kişiyi eş ruh ya da ruh ikizi diye etiketlendirmeniz önemli değildir. Önemli olan, karşınıza çıkan her ilişkiyi, mümkün olan en yüksek kapasitenizle sevme ve tanrıya adanma fırsatı olarak değerlendirmenizdir. Dünyevi ilişkilere fazla odaklanarak yan yollara sapmayın. Arzu ettiğiniz ilişki sadece siz kendi içinizde mutlu ve doygun olduğunuzda size gelecektir. Bütün eş ruhlar ve ikiz ruhlar bir tek sebep için vardırlar ve o tek sebep de her şeyin Bir olduğu, gerisinin illüzyon olduğunu size öğretmektir. Bu Birlik realitesine tekâmül ettiğinizde tüm ilişkileriniz tanrının gerçek barış ve sevgisini yansıtacaktır.




Spiritüel (farkındalığı olan) insanların neden her an huzurlu ve mutlu yaşadığını açıklamadan önce, hep birlikte ruhsal bilinç edinmeye çalışalım.
"BAŞKA BİRİLERİNİN DENEYİMLERİNE (ANLATTIKLARINA) İNANARAK DİNDAR OLURSUNUZ. KENDİNİZ DENEYİMLEYEREK SPİRİTÜEL (FARKINDALIĞA SAHİP) İNSAN OLURSUNUZ."

Ruhsal bilinç (spiritüel farkındalık) sahibi insanların 12 yetisi listesini okuduğunuz zaman, spiritüel insanların neden her an huzurlu ve mutlu yaşadığını anlamış olacaksınız. Her an huzurlu ve mutlu yaşamanın yolu spiritüel insan yetileri kazanmaktan geçmektedir.

UYARI: Aşağıda açıkladığım spiritüel insan yetilerini (özelliklerini), gençlerin fazla kafaya takmamaları ve yaşam mühendisliği topluluğunda paylaşmış olduğum yayınlarda belirtildiği şekilde; "başarılı ve mutlu bir yaşam için emekli olana kadar mücadele etmeye ve kendi yaşam süreçlerini kendilerinin yönetmeye" çalışmaları gerekmektedir.
Ruhsal bilinç (spiritüel farkındalık) sahibi insanların özellikleri, orta yaş ve ileri yaş grubu insanların kalan yaşamını sakin, huzurlu ve mutlu geçirmesi için faydalar sağlar. Çünkü yaşlı insanların sakin ve huzurlu bir yaşama gereksinimi vardır, bu nedenle spiritüel insanların sahip olduğu 12 yetiyi kazanmaları gerekmektedir.

Hz. MUHAMMED "Dünyayı isteyen bilime, ahireti isteyen bilime, hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın."

Mustafa Kemal ATATÜRK "GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR."

Necdet KAYNAK "Bilinç enerjidir, bilinç ruhtur, bilinç candır, bilinç sonsuza dek yaşar; bu nedenle bilinçli (bilge) insanlar ölümsüzdür." 
Bu sözümü destekleyen kanıtları öğrenmek için ve RUHSAL BİLİNÇ edinmek için okumaya devam ediniz.

A-RUHSAL BİLİNÇ (Spiritüel Farkındalık):
"Siz bir ruha sahip değilsiniz. Siz bir ruhsunuz. Siz bir bedene sahipsiniz."
İnsanoğlu bir ruha sahip değildir. İnsanoğlu bir bedene sahip olan bir ruhtur.

Ruh ne demektir? Bize neleri ifade etmektedir. Ruh deyince yandaki resimde görüldüğü gibi hayalet görüntüsünde ve kendi bedeninizden başka  ayrı bir yaratık gelmesin aklınıza! 

"Ruh candır, ruh yaşam enerjisi (biyoenerji)'dir veya ruh beynimizde enerji olarak kodlanmış bilinçtir." 

Ruh nasıl olurda beyin hücrelerimizde enerji formunda tutulan (saklanan) kodlanmış bilgi, yani bilinç olabilir? sorusu ile birlikte, Ruh nasıl olurda sonsuza kadar yaşar? sorusunun yanıtını birlikte irdeleyelim.

Yaşamın ve evrenin gizemleri Enerji ve Frekans içinde yatar. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek için; YAŞAMIN ve EVRENİN SIRLARI ve YAŞAMIN ANLAMI bağlantılarını tıklayınız.

Evrende var olan görünen ve görünmeyen her şey madde ve/veya enerji formunda bulunmaktadır. Evrende var olan madde ve enerji hiç bir zaman yok olmaz; bir başka maddeye veya enerji formuna dönüşür. 
Örneğin; TV veya cep telefonu ekranında görebildiğimiz resimler ve duyduğumuz sesler havada elektromanyetik dalga (enerji) olarak sürekli var olduğu halde, insanoğlu  bu enerjiyi  görme ve duyma yetisine sahip değildir. 

Maddeleri görebiliriz, ama enerjiyi göremeyiz. Enerjiyi ancak bazı elektronik cihazlar kullanarak tespit edebilir, ölçebilir veya ekranda görüntüye dönüştürerek izleyebilir veya hoparlörde sese dönüştürerek duyabiliriz. Görüntü ve ses elektromanyetik enerji formuna (şekline) dönüştürülerek vericiler vasıtasıyla kullandığımız cep telefonu, TV (uydu) veya radyo alıcılarına havadan iletilmektedir. Kısacası dünyamızda hayalet veya ruh gibi görünmeyen başka yaratıklar kesin olarak yoktur, eğer olsaydı çıplak gözle veya elektronik cihazlar kullanarak bunları görebilmemiz gerekirdi.

İnsan yaşamının görünen üç boyutu ve varsayılan bir boyutunu (3+1), Fiziksel-Zihinsel-Duygusal ve RUHSAL olarak tanımlayabiliriz.

Ruhsal boyutumuzun alt boyutlarından biri duygularımız ile ilintilidir, diğer bir alt boyutu ise canımız, yaşam enerjimiz, yani bilincimiz ile ilintilidir.

(1) Ruhsuz adam! deyimi duyguları ile hareket etmeyen, soğukkanlı-mantıklı veya duygusuz-hissiz adam anlamına gelir; öyleyse ruhsuz adam deyimi duygusu olmayan veya duygularını yönetebilen adamı ifade eder. Ruhsal olmak ise duygusal olmayı ifade eder. Böylece ruhsal boyutumuzun alt boyutlarından biri duygularımız ile ilintilidir diyebiliriz.
Kıskançlık, Endişe ve Üzüntü, Kızgınlık ve Öfke duygularının yönetimi konusunda bilgi edinmek için; DUYGULARIN YÖNETİMİ bağlantısını tıklayınız.

Ruhumuz duygularımızın deposudur ve duygular ruhumuzun şifreli mesajlarıdır! Düşünceler gibi duygular da bilincimizde (beynimizde) hissedildiğine göre ve geri bildirim (mesaj) olarak duyguları bilincimizde algıladığımıza göre, ruhumuz bilincimizdir diyebiliriz.

(2) Ruhsuz! Kelimesi bize ne ifade eder? Bir manzara resmi düşünün! Resim çok ruhsuz olmuş derler: Bu cümlede ruh, resmin soluk ve renksiz, yani gerçek manzara ile karşılaştırıldığı zaman onun gibi canlı olmadığını ifade eder; öyleyse ruh CAN anlamına gelmektedir. Böylece insanın ruhsal boyutuna ait alt boyutlardan diğeri can veya yaşam enerjisi (biyoenerji)'dir diyebiliriz. 
Biyoenerji ve kozmik bilinç konusunda ayrıntılı bilgi edinmek için; YAŞAM ENERJİSİ ile KOZMİK ve RUHSAL BİLİNÇ bağlantılarını tıklayınız.

Enerji formunda kodlanmış olan bilgiler (yani bilincimiz) beyin hücrelerinde saklanmaktadır. Bu enerji kodları (komutları) beyin hücrelerine bağlı sinirler vasıtasıyla diğer organlara iletilerek, bedenimizi oluşturan bütün organların işlevini yerine getirmesi sağlanmaktadır. Örneğin; açık beyin ameliyatlarında beyin hücrelerine bağlı sinir uçlarına elektrik enerjisi (çok düşük voltaj) uygulanarak o sinirin diğer ucuna bağlı olan organın hareket etmesi sağlanabilmektedir. Bu nedenle, ruhumuz, yani canımız, yani yaşam enerjimiz, bilincimizdir diyebiliriz.

(3) Ruh nasıl olurda sonsuza kadar yaşar? Bilinç insan beyninde enerji (kodlanmış bilgi) olarak saklanmaktadır; enerji hiçbir zaman kaybolmaz, sonsuza kadar varlığını sürdürür. Bilinç kaybedildiği zaman beden bitkisel yaşama geçer; bilinç olmadan beden sadece maddeden ibarettir. Bilinç enerjidir, bilinç ruhtur, bilinç candır, bilinç sonsuza dek yaşar; bu nedenle bilinçli (bilge) insanlar ölümsüzdür. Sevgi bilinci ile birlikte insan yaşamı ile ilgili diğer bilinç boyutlarının farkında olan insanlar ölümsüzdür, sonsuza dek yaşarlar. Bilincin olmadığı bendende yaşam yoktur; bu nedenle yaşamın farkında olmayan insanlar için ne bu dünyada ne de öteki dünyada yaşama olasılığı yoktur! 
KADER BİLİNCİ ve ÖLÜM BİLİNCİ edinmek için bağlantıları tıklayınız. 

Görünen görünmeyen bütün boyutları ile insan da madde (beden) ve enerji (ruh)'dan oluşan bir bütündür. Görünen boyutumuz olan bedenimiz ile birlikte beynimizin ürettiği düşünceler, hissettiği olumlu veya olumsuz duygular ve olumlu veya olumsuz kişisel özellikler görünmeyen boyutlarımızdır. İnsanı oluşturan boyutlar da insan yaşamının doğal döngüsünün (sürecinin) devam etmesi için gereklidir.

Dünyadaki bütün canlı yaşamının bir bütün olarak şimdiye kadar sürdüğünü göz önüne alırsanız, ister ruh, ister can, ister yaşam enerjisi, ister bilinç deyiniz ne önemi var! Önemli olan öldükten sonra insan bedenin çürüyerek toprağa (maddeye) dönüştüğünü ve insan ruhunun, canının, yaşam enerjisinin veya bilincinin ise bir başka formda ve/veya boyutta yaşamaya devam ettiğini söyleyebiliriz...
Bu ve öbür dünyada yaşamanın şifrelerini öğrenmek için; DOYA DOYA ve SONSUZA KADAR YAŞAMAK bağlantısını tıklayınız. 

B- RUHSAL BİLİNÇ (Spiritüel Farkındalık) SAHİBİ İNSANLARIN 12 YETİSİ

1-Olayları (planlayarak) olmaya zorlamak yerine, kendiliğinden olmasına izin verme eğilimi göstermek.
2-Olaylara gülümseyerek bakmak.
3-Diğer insanlar ve doğa (evren) ile bağlantılı olumlu duygular hissetmek.
4-Maddi şeylerin değil, yaşamla ilgili sahip olduğumuz şeylerin değerini bilmek.
5-Geçmişte yaşanan deneyimler ile (önlem almak için) değil, kendiliğinden (spontane) düşünme ve eyleme geçme eğilimi göstermek.
6-Her andan zevk alma yetisi kazanmak.
7-Endişe ve üzüntü hissini kaybetmek.
8-Anlaşmazlığa ve çatışmaya karşı ilgi kaybetmek.
9-Başkalarının eylemlerini yorumlamaya ve eleştirmeye karşı ilgi kaybetmek.
10-Diğerlerini yargılamaya karşı ilgi kaybetmek.
11-Kendini yargılamaya karşı ilgi kaybetmek.
12-Hiçbir şey beklemeden karşılıksız sevme yetisi kazanmak.

C- RUHSAL BİLİNCİ AÇIKLAYAN ÖZLÜ SÖZLER
Sipirütüel farkındalık; daha büyük bir bütünün (kozmik bir bütünün) parçası ve evrene ait olma anlayışıdır. Fritjof Capra
http://dye-necdetkaynak.blogspot.com/2014/01/ruhsal-bilinc-spirituel-insanlar-her.html











.













.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

BEBEKLERİ DÜNYAYA LEYLEKLERİN GETİRDİĞİNE DAİR İNANCIN TÜRK MİTOLOJİSİNDEKİ KÖKLERİ ÜZERİNE



BEBEKLERİ DÜNYAYA LEYLEKLERİN GETİRDİĞİNE DAİR İNANCIN TÜRK MİTOLOJİSİNDEKİ KÖKLERİ ÜZERİNE


On The TurkishMythological Roots of Believe Which The Stork is Brings
Babies into TheWorld   



ÖZ
Bumakalede, Türklerin yanı  sıra, antik Roma’danPrusya’ya, Almanya’dan Polonyave İsviçre’ye, hatta Hint, Ermeni,Mansi ve Slav inanç sistemlerine kadar önemli bir yere sahip olan leylek, bebeklerin doğumuyla ilgili  inanışlar esasındaele alınmıştır. Yapılan tespit ve değerlendirmeler, leyleğininanç dünyamızda ihmal edilemeyecek bir yere  sahip olduğunu;bebeklerin leylekler tarafından getirildiğine dair “beyaz yalan”ın teme-linde, Türklerin genelliklekuş  suretinde tasavvurettiği hami dişi ruh Umay ile kuş  biçiminde algıladığı insan ruhuyla ilgili tasavvurlarınınyattığını ortaya koymuştur.Kuzey  ve Güney Sibirya başta olmak üzere,Türk topluluklarının  yaşadığı coğrafyalarda yaygın olarak kuş  biçiminde tasavvur edilen dişi  hami ruh “Umay” ile bebek ruhları arasındaki  ilişki, Anadolucoğrafyasında leylek ilebebekarasındaki ilişkiye dönüşmüştür. Leylekle ilgili olarak kullanılan bazı  espiriler, deyimler, uhrevi türküler,çocuk oyun  tekerlemeleri, masallar, doğum ritüelleri, nazar uygulamaları vb.mitolojik kökenin günümüze yansımaları olarak göze çarpmaktadır.Tanrıtarafından  Umay’a, yaratılışın başında verildiğine inanılan vazife, sembolleri ile  devam ettirilmekte-dir.  Bu sayede kut sağlanmakta vehayatanlam kazanmaktadır. Çocukların koruyucu ruhu Umay, mitolojikkurallara uyulmadığı takdirdeise yine  kuş  şeklinde tasavvur edilenKara Umay/Imay şeklinde insanoğlunun karşısına çıkmaktadır. Kara Umay, ceza  olarak da  ruhu geri  götürebilmektedir. Yumurta, yuva, yavru, balagibi kuş-ruh ortak kökenadlandırmaları bu mitolojik arka planın aysbergi gibi durmaktadır.Bütün bu simge-ler ve imgeler Türk mitolojik düşüncesinin karakteristik yapısının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler
Umay, Ayısıt,kuş,  ruh, doğum, çocuk, nazar
ABSTRACT
In  this paper, as well as the Turks, ancient Rome,  Prussia, Germany, Poland and Switzerland, andeven  Indian, Armenian,and  Slavic  Mansi nations have an important role in the  belief  systems of the  stork,on the  basis of beliefs about the  birth of the  babies were  examined. The  detections and evaluations show  that stork belief  that has  a place  in our world can not be neglected; “white lies” about the babies’ being brought bystorks to the  world is related tothe  female soul Umay’s  being  accepted within a bird  formthatgave way to the perception of human soul’s resembling to the  bird.  This  relationship turned aout tobe the  relation betweenthe baby  and  stork in Anatolia. This  mythological root about storks are  reflected today with some  of the jokes, idi- oms,ethereal folk songs, children's playground rhymes, fairy  tales, birthrituals, evil practices and  so on. The tasks given  to Umay about creation are  still  continued by some  symbols. IfUmayas the  protector of childrendo not  obey  the  mythological rulesshe  becomes toBlack  Umay/Imay. Black  Umay ca take soul  back  as  the punishment. Eggs,  nests, brood,  “bala” naming common origin looks as background of this mythical bird-soul of icebergs.All of these icons and  images are integral to the  characteristics ofTurkish mythological thinking.
Key  Words
Umai, Ayısıt, bird,  spirit, birth, child,  evil eye 



Göçmen kuşlardan  olan leylek, ya- şam  tarzı ve görüntüsü ile  daima insa-noğlunun dikkatini çekmiştir. Diğer  bir-çok  kuş türüne göre uzun sayılabilecek ortalama yetmiş yıllık  ömürleri vardır. Çok  yaşlı   kimselere “leylek   eti  yemiş” (Akalın 1993:  50) denmesi leylekile  in- sanoğlu arasındaki  yakın  ilgiye   işaret  etmektedir.Leyleklerin her  yıl aynı  yu-vaya  dönmeleri, -Türklerin önem  verdiği veçhile- tek  eşli  yaşamaları, yavrularını uzun  süre  yuvada özenle   beslemeleri,ailelerinin yaşlı  bireyleri ile yakından il-gilenmeleri,onlara yiyecek temin etme- leri,  insanla iç içe olarak evin  bacasında yaşamaları insanoğlunda saygı  uyandır-mıştır.  Günümüzde  türkülere   (Duran 2009),  şiirlere(Akbaş2011: 15-16)  ve kurgusal metinlere(Anar 2010:  220-229) mitolojik anlamıylakonu  olmaya devam etmiştir. Leyleklerin güzün göçe  hazır-lanırken sergiledikleri veda  törenleri ve müsabakalar  da   insanoğlu tarafından kutsal törenler olarak algılanmıştır.1
Bu  makalede bebekleri dünyaya leyleklerin getirdiği inancı,Türk inanç sisteminde kuş  suretinde tasvir  edilen dişi  hami ruh “Umay”  bağlamında ince-lenecektir. Kuş  biçimindealgılanan in- san  ruhu, doğum ve bebek ile ilgili olarak leyleğin eski  Türkler açısından taşıdığı anlam, bumitiktasavvurun Anadolu coğrafyasında ne şekilde güncellendiği tespit edilecektir.
1.    Eski  Türk   Kaynaklarında
Leylek
Üzerindeduracağımız eski  yazılıkaynakların başında Çin  yıllıkları gel-mektedir. Göktürklerin sosyal, siyasal, kültürel ve dinsel yapısıve tarihi hakkın- daönemli bilgiler içeren Çin kaynakları, Göktürklerin kurttan türeyişini anlatan efsaneye, ayrı   ayrı  dönemlerde yazılan üç  ayrı  kaynakta üç  kez  yer  vermiştir.2
Göktürklerin  kurttan   türeyişiyleilgili bu üç rivayetin ikisi  hemen hemen aynı iken, üçüncüsü birazdaha  farklıdır ve Göktürklerin mitik tefekkürühakkında çok daha ayrıntılı bilgileriçermektedir.
Bahaeddin Ögel tarafından Çinkaynaklarından  nakledilen  Göktürkle-rin   kurttan türeyişini anlatan üçüncü rivayette, tabiatüstü  kudrete  ve   özelliklere sahip  olan,   yağmurun yağmasıve  rüzgârın esmesi hususunda  emirler verebilen İ-ci-Ni-su-tu’nun yaz ve kış tanrılarının kızlarıolarak nitelendirilen iki  karısından söz edilmektedir. Bu  ka-dınlardan birisi (metindehangi kız oldu-ğundan söz edilmemekle birliktebu kız, beyaz  leylek nedeniyle “yaz tanrısı”nın kızı  olmalıdır) dört  çocuk  doğurur vebu çocuklardan birisi, beyaz   leyleğe dönü- şür  (Ögel, 1993: 27).
Söz konusu rivayettende anlaşı- lacağı üzereleylek, insan  soyludur3   ve sıcaklığı, baharıve yeniden doğuşu sim-gelemesindende anlaşılacağı üzere, yağ-murun yağması ve rüzgârın esmesihusu- sunda emirler verebilenİ-ci-Ni-su-tu’nun eşlerinden “yaz tanrısının kızı”ndan dünyaya gelmiştir. İnsan soylu olması, “yağmurunyağması ve rüzgârın esmesihususunda  emirler verebilen” İ-ci-Ni-su- tu ile “yaz  tanrısı”nın kızından doğmuş olması, leyleğin Türk inanç ve düşünce sisteminde yer alan kimi  kutsal kuşlarla ilgili inanışlardan bütünüyle bağımsız olmadığını göstermektedir.
Leyleğe dolaylı bir  şekilde yer  ve- ren  eski  yazılı  kaynaklardan birisi de Divanü Lügati’t-Türk’tür. Eserde yer alan Saka hükümdarıŞu  ile ilgili  akta-rımlar arasında  leylekten söz  edildiğigörülmektedir. Söz  konusu aktarımlar- da  Zülkarneyn’le mücadeleeden  HakanŞu,  geri  çekilen Zülkarneyn’i takip ede- rek  Balasagun’a kadar geri döner.Kendi adıyla “Şu” olarak adlandırılan bir  şehir kurar ve orayabir  tılsım bağlanmasını emreder. Kaşgarlı,söz konusu aktarım- da, kendi döneminde(11. yy.) bile leylek- lerin buşehrin karşısına kadar geldiğini fakat şehrin ötesine asla geçemedikleri- ni ifade  eder. Kaşgarlı’ya göre  bu tılsım, ogünden bugüne kadar kalmıştır (Kaş-garlı Mahmut, 1999: 416).
Kaşgarlı Mahmud tarafından aktarılan rivayette,Şu  tarafından kurulan “Şu” adlı  şehrin bir tılsım tarafından ko- runduğuna vurgu yapılmıştır.Şehri ko- ruyan tılsımın gücü  ve etkisinin ne oldu- ğu, çeşitli engelleriaşarak bulundukları yerlerden çok  uzaklara kadaruçabilen leylekler üzerindengösterilmeye çalışıl- mıştır.
Leyleği, Türkler arasındaki hayvan- ların her türlü davranışınıiyiye  ya  da kötüye yorma geleneğiçerçevesinde Hun kağanı Attilâ’nınhayat hikâyesiyle ilgili aktarımlarda da görmek mümkündür.
Hunların hükümdarı Attilâ, Akileya’yı   kuşattığında  yuvalarınışeh- rin  çatılarında kurmuş leyleklerin, her zamankinin aksine  yavrularını  şehrin dışına götürdüklerini fark eder. Attilâ, bu   olayı  şehrin düşeceğine bir  işaretolarak algılar. “Aç kalmış veya  korkmuş leyleklerin kuşatma altındaki şehri terk etmelerinin doğal  olmasının pek  önemi yoktur. Attilâ, ileride ne olacağını önce- den  kestirebilen leyleklerin, ordularıen- gellemeseydi şehirlilerin davranacakları gibi  davrandıklarını düşünür. Ama  ley-leklerin kaçarken  şehrin  mutluluğunu götürmelerinin şehrin düşmesine neden olacağını da düşünmüştür kuşkusuz.” (Roux, 2005: 80-81)
Jean-Paul  Roux’nunifade   ettiği üzere, diğer pek  çok millette olduğu gibiTürkler hayvanların her türlü davranı-şını  hayra ve şerre yormuşlardır (Roux,
2005:80). Leyleklerin davranış  biçim- lerini iyi  ya  da  kötüye yoran Türkler,uzundönemleri kapsayan gözlemleredayanmakla  birlikte, bazı   hayvanlarınolabilecek şeyleri insanlardan  çok daha önce sezdikleri ya da bildikleri inancı- na  sahiptirler.  Nitekim Attilâ’nın gör- düğü  durum  hayvanların, özellikle de leyleklerin olacakları öncedenbilmeleri ya  da  sezmeleriyle doğrudan bağlantı- lıdır.  Attilâ’nın  gözlemlediği leylekler,

Roux’nunifadesiyle, yaşadıkları  şehriterk edip  giderkenşehrin mutluluğunu da   yanlarında götürmüşlerdir. Bu   du-rum leyleklerin bolluk ve  bereket olgu-suyla olan  doğrudan ilişkisini gösterme-si bakımından son derece önemlidir.

2. Bir  Mitik Tasavvur Güncelle- mesi: Kuş Suretinde Tasavvur Edilen Koruyucu  DişiRuh  Umay’dan Leyleğe
Leylekle ilgili eski  yazılı kaynaklar- da yer alan inanışları, başka kaynaklarabaşvurarak daha ayrıntılı bir şekilde ele almak mümkündür. Fakat biz, eski yazı- lı kaynakların verdiği bu  bilgilerle yeti- nerek günümüzegelmek istiyoruz. Aca- ba  günümüz Türkleriarasında  leylekle ilgili  algılamalar nelerdir?
Halk arasında  bebeklerle –genel- likle-  anneleri arasındaoynanan teker- lemeli  “leylek   oyunu”  bugün anlamını yitirmekle birlikte leylek-bebek münase- betini mitolojik kökene bağlamaktadır.4
Bebeklerde  görülen   cilt    hastalıkları- na    “leylek    ısırığı”,   “melek    öpücüğü”gibi  adların verilmesi bu  düşünceyi desteklemektedir.5
Bilge   Seyidoğlu tarafından Erzurum’dan derlenen masalların üçü- nün kahramanı olan  leyleğin fonksiyonu da  konuyla yakından ilgilidir(Seyidoğlu
1975:159 vd.). Masal formuna girmiş bu mitte leylek, nesildennesile aktardığımız “gerçek”  hikâyede  olduğugibi  çocuğunve yuvanın koruyucu ruhu olan Umay ve Ayısıt’ın  vazifesini üslenmektedir. Kutluyaratılmış kahramanların, onların kutlueşlerinin ve kutlu nesillerinin koruyucu ruhu ve yardımcısı olan leyleğin evin en kutsal yeri olan ocağın üzerinde, bacadayerleşmiş olması da mitolojik manzarayıtamamlamaktadır.
Leylekle ilgili  olarakmasallarla da güncellenen algılama veinanışlar, leyleğin  günümüz AnadoluTürkleri  açısın- dan  nasıl bir anlam ifade  ettiğini ortaya koyabilecek cinstendir. Sözlü  kaynaklar-dan  tespit edilen baharın müjdecisi ley-lekle  ilgili  bazı  inanışlar ise şöyledir:
“Leylek, baharı  müjdeler.  Güzün uzak diyarlara gidişlerinin ardından yüz yirmi gün  sonra yuvalarına dönerler.O zaman bahar  gelmiş demektir.Leyleği uçarken görenin nasibi uçar. Yuvasındaotururken görenin nasibi topluolur.  Ley-leği  öldürmek iyi  değildir. Leylek sıcaktopraklara  gider. Bu yüzden ona “Hacı baba”6  denir. Leyleği havada gören  çok gezer.  Leyleği otururken   gören   “Hacıbabasen  otur ben  gezeyim” demelidir. Leyleği otururken  görenin  o  yıl   evde oturacağına; uçarken göreninçok  geze- ceğine  inanılır.  Leylek üç  yavru yapar. Birini illaki düşürür.Leyleğin eşi ölürse çiftleşmediği; evini bozmanın felaket ge-tireceği yaygın inanışlardır. Evin  üstüneyapılan yuva  yıkılmaz. Ev  göçse  de  ley-leğin  yuvasını bozmak iyi değildir. Ley-leğin  üç ya  da  dört  yavrusu olur,  birini kurban eder”  (Olgunsoy, 2007: 136-138).
Baharın  müjdecisi ya  da  getiricisiolarak algılanan leyleğinyuvasının bo- zulmaması gerektiğine dair inanç, kutlubir kuş  olarak kabul edilen leyleğin kut-sal  topraklara gidip  geldiğine inanılma- sının yanı  sıra, evi ev ahalisiyle birlikte koruyan, bereket getiricibir “iye” olarak algılanmasındandır.  Çatıdaki  yuvanın evi yangın ya da ateşten koruyacağı, yu-vası  bozulduğu takdirde evi  yangındankorumayacağına dair inanç çok iyi bi- linmektedir.Kutsallığına inanılan hay- vanların öldürülmesi ya da yuvalarının bozulması evin  kutunun, bolluk vebere- ketinin yitirilmesine sebep  olacağı anla- mına gelmektedir.
Leyleğin yavrularından  birini  yu- vadan  düşürmesi,  yavrularından  biri- sini  Tanrı’yakurban ettiği inancını doğurmuştur. Böylesi bir  davranış biçimi, güney ülkelerine, başka bir  deyişle kut- sal  topraklara gidip  gelen  “hacı”  leyleğe uygun bir  davranış olmaklabirlikte, söz konusu eylemle ilgili yorumun, ilk doğan erkek çocukların Tanrı’yakurban edildi- ğieski  Filistin geleneğine(Graves-Patai,
2009: 251) kadar dayandığını ifade   etmek de mümkündür.
Balıkçıl (kutan), leylek ve turna gibi“uzun bacaklılar”  (ciconiiformes) kate- gorisine giren kuşlara, sadece Anadolu coğrafyasında değil,   Türklerin yaşadığı diğer coğrafyalarda da kutsallık atfedil- miştir.
Uzun bacaklı kuşlardan balıkçıl (ku- tan), leylek ve turna gibi kuşların Türkmitolojisindeki anlam ve yeri  büyüktür.Nemli, rutubetli  toprak  ve  verimlilik- le  bağlantılı “calğız   ayağı men  turgankus”ları (tek  ayağıüzerinde duran kuş- ları), su ile  yerin (gökle  yer-sularının) hükümdarı, verimlilikve bereketin dişi soylu  iyesi olarak nitelendirilmekte,  söz konusu kuşların (leylek, turna, vd.) hayat veren âlem/dünya ağacıyla olan  bağlan- tılarına   dikkat  çekilmektedir(Serikbol,2004: 229).7
Serikbol’agöre  “tek  ayağıüzerinde duran  kuş”,  dişi-kadın soylu   bir  sıfa-ta sahiptir. O,  aynı  zamanda ongunluközelliğini de taşımaktadır. Örneğin, Baş-kurtların  “Ösirgen” kabilesinin ongunu geçmişte turna olmuştur. Yani   bu  tür kuş   sureti, bazılarıiçin  “ana”,  bazıları için  “kadın eş”, bazıları içinse “kız” işle-vini  yerine getirmiştir. En  önemliside o, belli  bir  grubun “anası”ya da  “lideri” ve “öğretmeni” olaraktasvir edilmiştir (Se-rikbol, 2004: 230).8
Serikbol’untespitlerinden, uzun ba- caklılar kategorisine giren leylek, turnaile  birlikte dişi   ruh, doğurucuananın sembolü olduğuanlaşılmaktadır. Hayat ağacı   (âlem ağacı)   ve  leylek arasında  

doğrudan bir  bağlantı vardır. Türk mi- tolojisinin ağaçtandoğan çocuklarıyla leyleğin getirdiği çocuklar, aynı   algıla-manın ürünleridirler.
Ağaç,     kuş,    koruyucu   dişi     ruh (Umay), yuva, doğum ve çocuk arasında- ki  ilişki, Güney ve Kuzey  Sibirya Türk topluluklarının inançlarında çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.Söz  konusu bölgelerden tespit edilen yaratılış mitleriyle kimi  kahramanlık destanlarında hayat ağacınınilk insanın yaratılışında merkezi bir  yer  işgal  etti- ğini  burada uzun uzun anlatmaya gerek yoktur.9
Başta kayın olmak üzere,kutsal ka- bul  edilen ağaçların Türklerdeki doğu-ma  bağlı inanış ve  uygulamalarda özelbir  yeri  vardır.10  Koruyucu ruh Umay’ın Cennetten gönderilirken Tanrı’nıniz- niyle  yanında getirdiği kayın ağacı,do- ğum  ritüelinin baş  aktörü olarak yerinikorumuştur. Tanrı kutu taşıyan kayın, Umay’ı  sembolize eden bir objeyle birlik- te sağlıklı doğum,sağlıklı anne vebebe- ğin teminatı anlamı taşımaktadır.
İlahi ana-tanrıça Umay, Hakas inançlarına göre  bir  taraftangökyüzün- de, beyaz  bulutlarınarasında bulun- maktadır; diğer taraftan da  mağaranınsahibesidir. Ruhların koruyucusuImay, Sayanlara göre,  Imay-Tashıldağında yaşamaktadır. Bu dağınyaşlı  bir  sahi-binin olması dikkatedeğerdir. Bununla gelenek, ilahî  çifti  “yeniden canlandır- maya”çalışmaktadır. Şaman folklorun-dan  ilham alan Budizm ikonografisi tasvirlerindeki mağaranın girişindeotu- ran, etrafı kuşlarla ve vahşi hayvanlarla çevrilmiş kel  beyaz  ihtiyar da  doğrudan sembolik bir  nikâhı-döllemeyi hatırlat-maktadır.  Gelecekteki bebeğin ruhu için  şaman  dağa doğru yönelip Umay’a seslenmektedir.11   Bu  dağda gelecektekiçocukların ruhlarının  bulunduğu beşik-

ler  asılı  durmaktadır. Dağ,  yaşam gücü- nün pınarıylaözdeşleşmektedir. (Saga- layev  1991: 58)
Umay ile leylek arasındaki bir  baş- ka  bağ  renk itibariye kurulabilir. Tanrı mekânına aitlik ve  kut ifade   eden   ak renk, ak saçlı  Umay’dan ak tüylüleyle- ğe dönüşerek sembolize edilmiştir. Yine aynı  familyadan olan  kuğuların da  kut-sallık arz etmesi leylek ile benzer özel- likler taşımasından kaynaklanmaktadır. Hakasçada huu  terimi, ‘beyaz, solgun, renksiz’; ‘çıplak’,  ‘ölü’, ‘buralı olmayan’gibi  anlamlarda kullanılmaktadır. (Sa-galayev 1991: 62)
Türk toplulukları,“Ayısıt”,  “Imay”,“Umay”,      “Umay      Ana”,    “May-Ene”,“Imay-İce, Dyayık” gibi  adlar verilenve doğuma yardım eden, dünyaya gelen  ço- cukları koruyan, bolluk ve bereket geti- ren  bu dişi  hami ruhu güncelleyerek gü-nümüze kadaryaşatmışlardır. Yakutla- ra göre,  “Ayısıt” adı  verilen budişi  hami ruh, doğumayardım etmek amacıyla kimselere görünmeden hamile kadının başucuna inmekteve  üç  gün  boyunca orada   kalmaktadır   (Alekseyev, 1980:
161).  Yakutların dişi  hami ruhunun doğum töreninde bulunmasının işareti, kafasına göz yerine boncuklartakılmış tavşan  postu kullanılmasıdır.  Rusça’da leylek karşılığında kullanılan “aist”in Türkçe”Ayısıt”tan türemiş olmasıleylek- Umay-Ayısıt ortak kökeninin bir  başka delilidir12. (Sagalayev 1991:52 vd.)
Hakas Türklerinde“Umay”  adı verilen dişi   ruhun simgesi ok  ve  yay, iğ, bronz  düğme veipe  geçirilmiş deniz kabuğu olmuştur. Teleütlerde “May- ene”nin simgesi beşiğe asılan  üzerine tahtadan  yapılmış küçük ok ve yay mo- deli işlenen beyaz  bir  kumaş parçasıdır. Sayan-Altay Türkleri,  doğum sırasında hamilekadının başucunda duran dişiruhun, bebeğin sağlığına kast eden kötü  




ruhlara ok  atarak bebeği   koruduğunainanmışlardır    (Gemuev-Lvova,  1989:
150-151).
Umay’ın bebeğin ruhunu  koruma vazifesi bazen farklı da  olabilmektedir. Bebeğin yakınlarının Tanrı’nın hoşuna gitmeyecek davranışlarda  bulunması, ruhun geri  alınmasına sebep  olabilmek- tedir. Örneğinbebeğin anne-babası nefsi olduğunda evdeki sularınağzını açık  bı-rakmışlarsaböyle  bir  cezayı hak etmiş- ler demektir. Al karısı formunda gelen kuş   (ki  böyle  durumlardan  korunmak için kırklı bebeğinüzerine al bir örtü ör- tülür), parmağındaki yüzüğü açıkta olan suya atarak ruhun geri alınmasına yaniçocuğun ölmesine sebep  olabilmektedir. (S. Ü. THKA  ve U. Kaset nu. 1544) Ha- kaslarda da  hamilelik sırasında  kadın belli  emirleri ve  yasakları gözetmezse, pala ice(“çocuğun  annesi”, Umay’ın sı- fatlarından biri)   çocuğu  göbek  bağıyla boğarak öldürebilmektedir”. (Sagalayev
1991:  67)  V. İ.  Verbitskiy’nin sözlüğün-de, Umay’ın iki görünüşte sunulması da bu düşünceyi doğrulamaktadır. Umay çocuklarınkoruyucusu olarak iyi bir ruhtur; diğer taraftanölüm  meleği ola- rak algılanır ve can  çekişenlerin ruhunualır.Sagalayev’in belirttiği üzere Hakas- larda Ak Umay’ın yanı  sıra, Kara-Imay’ı da mümkünkılmaktadırlar. Kara Imay, barınakta sık   sık   çocukların  ölmesiyle kendini göstermektedir. Kara-Imay’ın ölen  çocuğununruhunun,  siyaholan “kısmı”  olduğusanılmaktadır.  Kam, AkUmay’ı  kendine çektiğihalde bunu “bas-tırır boğar”. Bu  amaçla Beltirlerkilden Kara-May figürü,Şorlar ise  küçük ağaçbeşiğin içine yatırdıkları paçavradan ya-pılmış kuklayı yaparlar. Hastanın iyileş- mesinden sonra, kilden yapılmış figürü atarlar  (Sagalayev 1991:  67 ). Kara Kır- gızlarda Umay tasvirinin manasını yeni- den  idrak etme süreci okadarileri  gider

ki,  o, kötü yürekli ruh mayneke haline gelir.  Şöyle bir  yemin vardır:”Mayneke olayım ki” ( Sagalayev 1991: 67).
Sagalayev’in S. V. İvanov’dan aktar-dığına göre Umay ile “gökteki” bazı tiple- meler arasında yakın bir  benzerlik var- dır.  Gök katlarında yaşayan vekendisi- ne isminden de anlaşıldığı üzere yaratıcırolü  yüklenen Yayuçi  / Dyayuçı” (Yayik  / Dyayık)-Ana, Ülgen ile  insanlar arasın-da  bir aracıdır, fakat o da  yaratma ka-biliyetine sahiptir.  Halkın koruyucusu,her  şeyin iyi olacağının garantörü, tabia- tın  yenilenmesinde, hasatta vedoğumda etkili olan  Yayik, gök katlarının üçüncü-sünde yaşamakta veÜlgenailesi içerisi- ne  dâhil edilmektedir.Bazı  kaynaklaragöre   o,  Ülgen’in  oğlu,   bazılarına göreise May-ene adlı  kızıdır (yani  Umay’dır) (Sagalayev 1991:  69-70).  Bazen Dyayık, Ülgen ile  birlikte gök katlarının doku- zuncusuna yerleştirilmektedir.13
Dyayık özellikle Altay Türkleri tara-fından doğrudaninsanları koruyan var-lık  olarak görülmektedir. Gök boncuk/ düğmeden gözleri olan  beyaz tavşan de- risi  iletemsil edilen ve Ülgen tarafındanyeryüzüne gönderilen “Dyayık-tavşan” “aile   fetişi”  olarak kabul görmektedir.( Sagalayev 1991:  70)  Türk kültüründe ebelik mesleği ile yukarıda sözü  edilendişi  hamiruh arasında bir  bağ  kurul-maktadır. Bebekleringöbek  bağlarını“Imay  ice, göbeği kesiyoruz! Koru  ve güç- lendir onu!”  diyerek kutsal kayın ağacı ile   kesen  ebeler, doğum yaptırmadan önce  “Bu benim elim değil, Imay ice’ninelidir”   diyerek  doğumu kolaylaştırma- ya,  olası tehlikeleri bertaraf etmeye ça- lışmışlardır. Anadolucoğrafyasında da Umay’ın yerini Fatma (Fadime) Ana’ya devreden ebe  kadınlar, “Bu  benim elim değil,  Fatma Ana’nın elidir!”  diyerek do- ğum  yaptırmaktadırlar.
Bu   durum bebeğin sonu/plesenta-




nın  defin  töreninde de tekrar etmekte- dir. Hakaslararasında plasentanın defin törenini yapan ebe, loğusayı “mezarın” etrafında dolaştırmakta ve Umay’a şöylehitap  etmektedir:  “Imay-ice,kendi  ço- cuklarını koru! Çocuğumun annesi, bana kendi güçlerini ver!”  Bu  tören için  top- lanmış olan   ihtiyar kadınlarve  erkek-ler  duadan sonraayin  yemeğine başla-maktadırlar.Bu  sırada herkes “gülmek ve yüzünün neşeli ifadesinikorumak mecburiyetindedir(Sagalayev 1991: 64).
Kırgız Türkleri “Umay”  adıyla, be- beklerikoruduğuna ve havada yuva yaptığına inanılan birmasalkuşu tasvir etmektedirler (Abramzon, 1949:  84). Ya-kutlar dişi ruh Ayısıt’ı kuğu ya da turna kuşu biçiminde tasavvur  ederken Ku- mandı  şamanları   Ubay-ene’yiana-kuş olarak nitelendirmiştir (Satlayev, 1974:
149-150).
Kumandin  mitolojilerinde Umay’ın tipi  Payna’nınkine yaklaşmakta14  ve ona şöyle seslenilmektedir:
Temiz gökten süzülerek kon, Ubay  ene,  kuş  ana.
Eteği sen  açık bırak,
Kendi yoluylaçocuk çıkıversin.( Sa-
galayev 1991: 77)
Hakasların kısır kadınların tedavi- si için yaptıkları törendeUmay’ın gökten bir   kuş  şeklinde  inişi  canlandırılmak-tadır. Tören için  evin  erkeği tarafındançadırın toprağına köküyle birlikteküçük bir akağaç gömülmektedir. Ağacın  altına küçük bir  masa konulmakta; kam, aka-ğaca  seslenmektedir.15
Kuş  ile bebeklerin ruhlarıyla özdeş-leştirilendişi   ruh  Umay’ın birleşmesi, Türkler veMoğollar arasında  “kuş-ruh” (“dış  ruh”)  tasavvurunun ortayaçıkma- sına nedenolmuştur. Ruhun bir  kuş  bi-çiminde tasavvur edilmesi,Türkler ara- sında, bir  yandan henüz bir  bedene bü-rünerek dünyaya gelmemiş olan  insan-

ların ruhlarının bir  kuş  biçiminde hayatağacının  dallarında  beklediği inancını doğururken, diğer yandan daölen insan- ların ruhlarının bedeni bir  kuş  biçimine bürünerek terk ettiği inancını ortaya çıkarmıştır. Söz  konusu inancınbilinen en eski  Türk yazılı  kaynaklarındaki yansımalarını, Orhun Yazıtları’nda gör-mek   mümkündür. OrhunYazıtları’nda Kül-Tegin gibi  kağanların  ölümleri için “kergek boldı”  ibaresinin yanı  sıra, “uça bardı” (uçup gitti) filli de  kullanılmıştır(Ergin, 2001).  Eski Türk inancına göre,bu dünyaya Tanrı tarafından vazifeli olarak gönderilen hanlar, vazifelerinitamamladıklarında geldikleri yere,  yani Tanrı katına uçmaktadırlar.
Kuşlarlahayat (ömür) arasındaki ilişkiyi yansıtan inancın tasviri yansı- maları, Kül-Teginheykelinin börkünde “kanatlanan kuş” (ruh) biçimindeortaya çıkarken Yakut Şamanlarının  kısırlığıtedavi etmek amacıylagerçekleştirdik- leri  pratiklerde ağaçtanyapılmış küçük bir  kuş  tasvirinde görülmektedir. Kısır- lığısağaltma pratiklerinde kullanılan küçük kuş  tasviri, müstakbelbebeğin ruhunu temsil etmektedir (Gemuev- Lvova,  1989:153).
Ruhun kuş  olup uçması ile ilgili inançta  cennetle de  bağ  kurulmuştur. Cennetin eski  Türkçedeki karşılığı ve Tanrı’nın kutlu  mekânı “uçmak”, iyi ruhların, kutlu kişilerinyaşadığı-kuş su- retinde uçtuğu bir  yerdir. Dede  Korkut kitabındaher  hikâyenin sonundaboy boylayıp soy soylayan ve yöm veren Kor- kut Ata’nınkutsalları sıralarken “Kanat- larının  uçları  kırılmasın” (Ergin  1986:
18 vd.) demeyi ihmaletmemesi ruh-kuş- cennet algısının bir  tezahürü olarak ya- şamaktadır. Günümüzde çocuk,   bebek ölümleri -günahsız olduklarından  emin bir şekilde cennete gidecekleri kastedile-rek- “kuş oldu uçtu”,  “uçtu gitti” şeklinde ifade  edilmektedir.




“Uçmak” gibi “konmak”da ortak köken ifade  eden  mitolojik bir sözcüktür.Günümüzde daha çok kuşların yere  ini- şini  ifade  eden  bu sözcük, Türkmenlerdeyaygın olduğu üzere insanın bir araçtan (uçak vs.)  yere  inişini ifade   etmek için kullanılmaktadır. Menakıpnamelerde erenlerin kuş  donuyla seyahat edip  yere “konmaları”(Ocak 1983), Anadolu’da ge-linlerle ilgili yakımlarda gelinlerinkuş (güvercin, kartal vs.) suretinde koca evi- ne “konmaları” (Ergun1995),  Türk geli- ninin mitolojik göçünde kuş  ile ilgili  ay-rıntılar (Ergun 2004b;  2010),  manzarayı netleştirmektedirler.
Türk lehçelerinde kullanılan “bala” kelimesi, kuş  ile bebek/çocuk arasındakiilişkinin göstergesidir. Hem kuş hem de bebek için kullanılan “bala”nın ilk  anla-mı  “kuş yavrusu”dur.16   Bebek için  kul-lanılan bir başka ortak  köken sözcüğü“yavru”dur.  Bebeğe  annesi tarafından içten söylenmiş bir “yavrum” sözü  kadar etkileyici bir söz herhalde yoktur. Diğer hayvanların, kuşların yavrularıiçin kul- lanılan ortak sözün “insan yavrusu”ile yollarının kesişmesi manidardır.
Evrenin ve ilk insanın yaratılışıyla ilgili  mitik tasavvurlarda karşımıza çı- kan “yumurta” ile “yuva”, kuşlarla insan(bebek) ruhu arasındaki bağlantıya dik- kat çekmektedir. Güney Sibirya Türkleriarasından derlenen yaratılış mitlerinde, Tanrı’nın (Ülgen, Kayrahan) daha son- raki adı “Erlik”e dönüşecekolan “kişi” ile birlikte uçsuz bucaksızsu üzerinde kara kaz  biçiminde yüzdüğünden, yerin yara- tılması için  gerekli olan  toprağın suyun dibinden kuşlar tarafından çıkarıldığın-dan  söz edilmiştir.17  Bu tür ifadeler,Ge- muev ile Lvova’nın da dikkat çektiğiüze- re, kuşların yaratılış aşamasında önemli bir  rol  icra  ettiğini, bu  rolün de  “insan ruhu”, “kuş”, “doğum” ve  koruyucu dişi ruh  “Umay”   arasındaki münasebetleri

izah  etmede önemli olduğunu göster- mektedir. Yaratılış aşamasında karşı- mıza  çıkan kuşun yumurtası ve  yuvasıda  yukarıdasıralanan unsurların mito-lojik   tefekkürdeki anlamları  açısından dikkat   çekicidir(Gemuev-Lvova, 1989:
154-155).
Yakut törenmetinlerinde sadece kozmos değil,  aynı  zamanda onun üze- rinde yaşayan bütün canlılar var  oluş-larını yumurtaya borçludurlar. Mitik tasavvura göre   genel  hayatın kaynağıolan  yumurta, doğal  olarak akla, kuşları ve  kuş   biçiminde tasavvur  edilenruh- lar  ile yine kuş biçiminde tasavvur edi-len Umay’ı getirmektedir.18 “Yuva”nın (uya, üye) Türk lehçelerindehem  insanhem  de kuş  barınağı anlamınagelmesi; Kırgız Türkçesindeki “tohum, nesil, ev- lat,  kuşak, cin,  tür”   anlamlarına gelen“tukum”  (Türkiye  Türkçesindeki   biçi-mi  “tohum”dur) kelimesinin  “yumurta” anlamını  da   içermesi (Gemuev-Lvova,
1989:  155),  çocuklaradünyaya gelişleri hakkında söylenen “beyaz  yalan”ın mi-tik  arka planını ortayakoymaktadır.
Yukarıdakitespitlerden de anlaşıla- cağı üzere Türk mitik tasavvuru,bebek- lerin doğumuna refakat  eden, doğumu zorlaştırmaya ya  da  engellemeye kalkı-şabilecek kötü ruhlara  karşı mücadele eden, çocuklarıkoruyan dişi  ruh Umay’ıkuş   biçiminde tasavvur  etmiştir. Aynımitik tasavvurda insan ruhu da  kuş  bi- çiminde algılanmıştır.  Daha çok güney ve kuzey Sibirya sahalarında karşımıza çıkan bu mitik tasavvur, Türklük coğraf-yasının batıve güney bölgelerinde, ken-disine kutsallık atfedilenleylek ön plana çıkarılarak sürdürülmüştür. Umay’ın yerine  Fatma (Fatıma) Ana’yı   ikameeden  AnadoluTürkleri, çocukların dün-yaya  gelmesini sağlayanve onları koru-yan  Umay’ı temsil eden  kutsal kuşların yerine de “hacı”leyleği  geçirmiştir.19




3. Leylek ve  Nazar
Tanrı  tarafından   çocuklarıkoru- mak üzere görevlendirildiğine inanılan ana-kuş/Umay/Ayısıt veonun günümüz- deki  sembolü olan leylek kut taşımakta ve nazardan korumaktadır. Leylek baca- lara yerleşerek evleri de  korumaktadır. Diğer  taraftan tabiattabulunan zararlı- ları  temizleyerek bereket getirmektedir.
Leylek dışkısıhalk  arasında  “herderde deva” olarak görülmektedir.Na- zarlık olarak bez  içinde çıkınlanıp  dü-ğümlendiktensonra evde,  sandıkta  vb.özenle  saklanmaktadır.20  İnanışa göre leylek, somut olan  kötülük ve  hastalık-lara karşı değil  soyut kötülüklere karşı korumaktadır.21
Leylek  ile  bebek arasındaki ilişkiloğusa hamamında da  ortaya çıkmakta- dır.  Doğum  yapmış kadın vebebekkırk gün  sonra hamama götürülüp “çıngıl” ile kırklanmaktadır.Bir  ip üzerine dizilmişleylek gagası, kemiği, kuş  kanadı, üzer- lik, nazarlık, mavi  taş, eski  kilit, madenipara,midye   kabuğundan  oluşançıngıl, son durulanma suyunda tasın içine kon- makta ve üçer  kez  bebek ve lohusanın başından aşağı dökülmektedir. (Türkyıl- maz  2000: 93)
Nazarlığın etkinliği, yaptıranların buna inanmaları ile  doğru orantılıola- rak artmaktadır. Ayrıca  hocanın becerisi ve üfürüğünün kuvvetimuradın gerçek- leşmesi ve nazardan korunma için  çok önemli görülmektedir.
Leylek bacağınazardan ve büyüden korumak maksadıyla kullanılış amacına göre  farklı işlemlerden geçirilmektedir. Her  uygulamadafarklı dualar yanında mutlaka  Fatiha  Suresiokunmaktadır. Leylek bacağınazarlığı  yapımında  za-manlama da önemlidir. Mutlakaeski takvime göre yapılmalıdır. Abdestsiz hiçbir dua  okunmamalı, büyü   yapılma-malıdır. Nazarlık olarak hazırlanan ley-

lek bacağı, kesinlikle başkasınagösteril- memeli; örtülü durmalıdır. Gösterilmesi durumunda  tılsımın  bozulacağınaina- nılmaktadır (Oğuz-Oral 2004: 51-52).
Leylek bacağı nazarlıkları ev,insan ve hayvanlar için hazırlanmaktadır.  Ev için yapılanlar,  leylekayağının  perde- lerine, özellikle de  yazı  yazmaya müsa- it olan   ayağın alt kısmına bazı  dualar yazılarak ve  öd  ağacı   ile  tütsülenerekhazırlanmaktadır. Bu  iş  için  özel  beyazkalemkullanılmaktadır. Yazılan ayetlerev sahibinin yıldızına göre değişiklikler arz  etmektedir. Yedi ip bağlanarak evin en  görkemli yerine asılması; tuvalet  ve banyoya yakın olmaması gerekmektedir. Yedi  ip  bağlama, mitolojikdüşüncenin karakteristik rakamıdır. Güney vekuzey Sibirya Türk topluluklarına kadar yay- gın bir şekilde yaşayan yedi ip bağlama, yaşlı koruyucu ana ruh Umay’ınsaçlarını (Sagalayev 1991: 55)  ve cennetin-göğün yedinci katını sembolizeetmektedir. Bu inancın uzantıları Anadolu’da leylek gö- rünce saçlarıçekme ve bu  sayede uzun,güzel   saçlara  sahip olunacağı şeklinde yaşamaktadır.22
İnsanlar için  yapılannazarlıklar leylek bacağından kesilmiş 3 cm.lik par-çalar iyice  temizlendikten sonra kemikdelinerek  yapılmaktadır.  Delik   kısmadua  okunması özel bir  önem  arz  etmek- tedir. Daha sonra kemiğinüzerine dua yazılıp yedi kat özelibrişimle sarılmak- tadır. Nazarlık yetişkinler tarafından boyna  asılmakta veya  iç çamaşırların  iç kısmına iliştirilmektedir. Bebeklerin ise kundağına veya  beşiğine takılmaktadır. Yetişkinler ve  bebekler için  hazırlanan nazarlıklar için okunan dualar farklı ol-maktadır.
Hayvanlar  için   aynı   şekilde  na- zarlık hazırlanmakta  ve  boynuna asıl-maktadır.  Leylekbacağı nazarlığı  için söylenen sözler,baştan  beri  leyleklerle




ilgili  vurgulanmaya çalışılan düşünceyi tasdik eder niteliktedir: “Leylek kemiğin-den  yapılan bu  muska hayvanınboynu- na  asılır ve onların koruyucusu olur” (Oğuz-Oral2004: 51-52).
Kendisine   nazar  değdiğine  ina- nan kişi, nazar duası okunduktan son- ra “Nazarım taş kendim kuş…”(3  defa) deyip  kendini duvara ya da taşa üç kere vurursa nazardan kurtulacağı inancı yaygındır.23
4.  Avrupa  Toplumlarında  Bahar, Tarım ve   Doğum Bağlamında Leylek
Kuzey  Avrupa milletleri deçocukla- ra bebeğin dünyayagelişini izahta leyle-ği bir aracı olarak seçmişlerdir. Bebekle- rin leylekler tarafından getirildiğine dair Kuzey  Avrupa’da popülerolan  anlatma-nın,  19. yüzyılda Danimarkalı ünlü ma- sal  yazarı Hans Christian  Andersen’in yazdığı masallar  sayesinde  Avrupa’nın diğer yörelerine ve dünyaya yayıldığıgö- rüşü yaygındır.
Leyleğin Avrupa(özellikle de Kuzey Avrupa) coğrafyasındaki yeri   ile  ilgili en  önemli kaynak, Angelo de  Guberna-tis  tarafından iki cilt olarak hazırlanan Zoological Mythology or The  Legends of Animals’tır.
Leyleğin, mitolojide yağmurlu ve kasvetli mevsimi temsil ettiğini  ifade eden Gubernatis, eserinin ikinci cildin- de,  çocuğun doğuşu ile leylek arasında-ki   ilişkiye  değinmiştir(de  Gubernatis,
1872: 261).24 De Gubernatis’inleyleğin simgesel anlamı ve çocuğun doğumuyla olan   bağlantısı hakkında  verdiği bilgi-ler,  leylekle ilgili  söz  konusu tasavvur-ların kaynağının sadece Avrupacoğ- rafyası olmadığını ortaya koymaktadır. Mitolojik bir arka plana sahip olan  ley- leğin   kutsallığı  (özellikle de  çocuklarındünyaya gelişleriyle olan  bağlantısı),Anadolu Türkleri de  dâhil olmak üzere

Müslümantoplumlarca, İslam’ın kutsal mekânı Kâbe’nin bulunduğu topraklar da  göz önünde tutularak yeni anlamlar eşliğinde güncellenmiştir.25
Gagavuzlararasından  tespit edi-len   ve  4.  dipnotta zikredilen  leylekle ilgili  anlatı,  Polonya’da masal formun- da  tespit edilmiştir. Söz  konusu masal,Tanrı’nın sayısız bir  şekilde çoğaldıkları ve gereğinden fazla  soruna neden olduk-ları  için bir  çuvala doldurduğu kurbağa, kertenkele, yılan ve  diğer bazı  hayvan- lardan söz eder.Masalda Tanrı, çuvalı denize boşaltması için  bir  insana verir. Zayıf  adam, içinde ne olduğunu görmek için  çuvalı açar.Bütün hayvanlar kaçıp saklanır, bundan dolayı  da Tanrı adamı, onları avlamasıve  pisliklerini temizle- mesi  için  bir  leyleğe dönüştürür  (Knab,
1996).
Hint-Avrupa inançlarında, tanrıla- rın  insanlara tarım sezonunun başında gönderdiği bir elçi  olarak kabul edilenbeyaz   leylek, toprağı  uyandırmak  için sıcaklık ve  yeni  bir  hayat getiren,ha- sadı  arttırmak için  ekinleri koruyan bir elçidir.26  Antik Roma  devrinde insanlar,leyleklerin düşünceli  ve  özverili hayat tarzlarından çok etkilenmişler ve  genç- lerin yaşlıları gözetmeleri gerektiği ko- nusunda çıkarılan yasalara “leylekler yasası” adını vermişlerdir.
Beyaz  leyleklerüzerine yaptığı önemli çalışmalarla da   tanınan V.  N. Grişçenko, Orta Çağ’da Orta Avrupa’nınpek çok yerinde, özelliklede Almanya’da, beyaz  leyleğe zarar verenlerin bir insana zarar vermiş gibi   cezalandırıldıkların-dan   söz  etmiştir.  Almanya, leyleklerin yuvalarınınkorunmasını ciddiye  alarakçok  sayıda önlem   almış; leylekyuvala- rının korunması için  gerekli masrafları karşılamıştır (Grişçenko, 1998: 121).
Almanlarda beyaz leyleğin uçup gel-
mesi büyük bir olay olarak algılanmıştır.




İnsanlarleyleklerin gelişini birbirlerine haber vermişler, devletin bekçileriçan çalmışlar, piknik yapmışlardır.Hatta leylekleringeldiği gün  liselerkapatılıp tatil ilan  edilmiştir. Tatil edilmediğinde ders yapılmadan sadecemasallar anlatıl- mıştır. Çocuklardışarıda toplu halde yü- rüyerek hediyelerdağıtmışlardır. Leyle- ğingelişini ilk haber verene, “karavay”27 hediye edilmiştir. Pek  çokülkede beyaz leyleklerin uçup  gelişiyle ilgili fallar açıl-mış,  çeşitli büyülük eylemler gerçekleş- tirilmiştir (Grişçenko, 1998: 123).
Leyleklerin gelişiylebirlikte düzen- lenen etkinlikler, aynı  zamanda baharın gelişi şerefine düzenlenen etkinliklerdir. Baharın gelişine bağlı   inanış ve  uygu- lamaların, hayvancıve  tarımcı toplum- larda,  genellikle ortak motifleriçerdiği bilinen  bir   husustur. Genellikle mart ayında sıcak ülkelerden yuvalarına dö- nen  leyleklerin gelişiyletabiat  yeniden canlanmakta, bahar gelmekte, hayvan- lar  yavrulamaktadır.Leyleklerin dönüş- leriyleilgili  algılamalarla motiflerdeki benzerlikler, Grişçenko’nun Almanlar özelinde verdiği bilgilerin,  temelde  ev- rensel bir  karakter arz   ettiğini ortaya koymaktadır.
Slavlar, leyleklerin gökten baharı ve yeni doğacak çocukları getirdiğine, ve- fat edenlerin ruhlarınınleyleğe dönüşüp gittiğine inanışıyaygındır. Beyaz  leylek, AlmanlardaDonor  adlı  Tanrı’nın kutsalkuşuolmuştur. Bundan dolayı   leyleğin istediği gibi  davrandığına; leylek yuva-sının şimşek ve yıldırımdan koruduğu- na  inanılmaktadır. Böcekleriyiyerek tarlaları temizleyen leylek, Ermenilerde tarlaları koruyan bir  varlık olarak dü- şünülmüştür.  Ukrayna’da hangi  köyde leylek çokolursa, o yıl orada çok mahsul olacağına inanılmıştır (Grişçenko, 1998:
124-125).
Bulgarlar ve Sırplar, beyaz  leyleğin

yağmuru öncedensezdiğine inanmışlar-dır. Almanya ve İsviçre’de şöyle bir inanç vardır: Eğer leylek bahardatemiz gelir- seyaz  kuru ve sıcak olacak;kirli gelirse soğuk ve yağmurlu olacaktır (Grishchen- ko, 1999).
Dünyanın  yaratılışı    hakkındaki bir   Ugor   destanında evinin arkasında altın yapraklı bir  akağaç yetiştiğindenbahsedilen  “Numi-Torum” ve  “Kaltaş”, Umay’ınbir yansıması olarak görülmek-te,  silik  de olsa  aynı  fonksiyonu paylaş-makta  ve   Avrupa’da leylek algısının mitolojik arka planını oluşturmaktadır. (Sagalayev 1991: 75)
Dünyevi hayata dair  şarkılar  sa- yesinde canlanan altın guguklar, hayat sürecinin tarihini ölçen  guguklar Güney Sibirya folklorunun geleneksel tiple-mesidir ve  Mansilerin destanlarındaki bu   detay, büyük ihtimalle  Türklerden alınmıştır.(Sagalayev 1991: 76) Umay anlatılarında  olduğu gibi  ana-tanrıça Kaltaş, bazen kuş  şeklinde yuvada ku- luçkaya  yatmaktadır.   Sagalayev’in V. N. Çernetsov’dan naklettiği Mansi “kuş” şarkılarında insanlığın ilk anasını yetiş-tirmektedirve bununla ata-kuştan, ata- insana geçiş gösterilmektedir.28

Sonuç
Baharın  müjdecisi ve  bereket  ge- tiricisi  olan  leylek, Sibirya,Türkistan ve  Anadolu Türkleri açısından tabiatın yeniden dirilişiyle bebeklerin dünyaya gelişini simgelemektedir. AnadoluTürk- lerinin leyleğe atfettikleri  kutsallığın,özellikle de leylekler ile çocukların dün- yayagelişi arasında kurdukları bağın köklerini, Türk mitolojisindeki dişi  ruh Umay,kuşlar, insan ruhu ve  doğumla ilgili tasavvurlarda aramakgerekmekte- dir.  Kuzey ve  Güney Sibiryasahasında çok  daha belirgin bir  şekilde karşımıza çıkan kuş biçiminde tasavvur edilen dişi




ruh Umay ve Ayısıt  ile yine kuş biçimin- de  tasvir edilen insan(bebek) ruhu  ile ilgili algılamalar, batı bölgelerinde dev- reye   leylek sokularak  güncellenmiştir. Başka birdeyişle Kuzey  ve Güney Sibir- ya  başta olmak üzere, Türk toplulukla-rının yaşadığıcoğrafyalarda yaygın olan kuş  biçiminde tasavvur edilen dişi hami ruh “Umay”  ile bebek ruhları arasındaki ilişki, Anadolucoğrafyasında leylek ile bebek arasındaki ilişkiyedönüşmüştür.

NOTLAR
1       Aile    büyüklerimiz   tarafından    Muğla-Milas- Kırcağız önünde uzanan düzlüklerle ilgili  şöy- le  anılar  nakledilmektedir: “Güz  mevsimindeköyündüzlüklerinde leylekler göç töreni düzen- lerlerdi. Müsabakalar yaparlardı. Askeri nizam içinde yapılan  bu   törenlerde çeşitliyarışlar, dövüşlergerçekleştirilirdi. Törenden sonratekrar askeri nizamla güneye doğru yola koyu- lurlardı.” (Hasan Ergun, Milas-Kargıcak 1955, ilkokul, vd.) Kaynakkişiler günümüzde bu törenlere tesadüf etmediklerini belirtmektedir- ler.  Aydın, Söke, Milas   havzasında, Bafa  gölü civarındaki köylerdehala pek  çok evin  bacasın-da  leylek yuvaları vardır ve eskisi kadar olma- sa da leylekler konaklamaktadır.
2       Çin kaynaklarında yer alan söz konusu üç riva-yetle  Bahaeddin Ögel’in bu rivayetlerle ilgiliyorumları için bk. Ögel, 1993: 13-57.
3       Leyleğin başlangıçta insan olduğu, daha sonraişlediği bir  kabahatten ötürü Tanrıtarafından kuşa  döndürüldüğüne  dair  inanç,  günümüz Türk topluluklarından Gagavuzlar arasından da  tespit edilmiştir. Gagavuzlar arasından tes- pit  edilen bir  rivayette, leyleklerin kuşa dönüş- türülmeleriyle sürekliyılan ve  kurbağa topar- lamalarının nedenleri mit  ve  inanç bağlamın- da  izah  edilmeye çalışılmıştır: “Leylekler bir zamanlar insan imişler. Bir  defasında bunlar Allah’ın   huzurunda çok günah işledikleri için Allah  onları sırtında kocaman bir  sandık taşı- makla tecziye etmiş. Bir  yere  gelince, merak-larından sandığı açmışlar.İçinden kurbağalar, yılanlar fırlamış. Allah, onlara kaçan bütün yılanlarla   kurbağaları   topladıklarında,   yine insan   olacaklarını  söyleyerek cezalandırmış.Bu  nedenle leyleklersürekli kurbağa ile yılan toplar.” (İusiumbeli, 2005: 215)
4       Anneler sırt üstü yere yatıp ayaklarının altına çocuklarını dayayıp havaya kaldırarak leylekleilgili  şu tekerlemeyi söylenmektedirler:
“Leylek  leylek havada
Yumurtası tavada
Geldi bizim hayata (büyük balkon) Hayatımız yıkıldı
Leylek hapse tıkıldı”

Tekerlemebittiğinde bebeğin eve,  annenin kucağına düşüşünü sembolizeeden  sallama ve kucaklayıp öpme   figürleri tekrarlanmaktadır. Uygulamaya tarafımızdan pek çok defa   şahit olunmuş;  eğlenceli bir   oyun   olarak  defalarca uygulanmıştır.
5        Deriden  kabarıklık   yapmayan   soluk  pembe kırmızı renkteki halk arasında  lekelere leylekısırığı denmektedir. Oldukça sık  rastlanan  bu leke  türü en çok  ensede görülmektedir.  Yüzde görüldüğünde melek öpücüğüolarak adlandırıl- maktadır. Vücudun başka yerlerinde de  bulu-nabilen bu lekeler zararsız  olduğu için tedavi edilmesine de gerekduyulmamaktadır.  Melek öpücükleri   çocuklukta   kaybolmakta,   leylek ısırığı ise  erişkin yaşa kadar kalabilmektedir. (http://www.aktifbir.com/forum/f32/cilt-lekeleri-hakkinda-1-a-93/25.01.2011)
6   “Anadolu Türkleri leyleklerin Müslümanlarcakutsal sayılan topraklardan  geldiğini ve  son- baharda gene  ortaya gittiğini değerlendirerek onları  hacı   olmuş  sayar.  Türk  çocuklarının dilinde bir  adları da “hacı-baba”dır. Kimi  İslam mabedlerinin  bahçesinde(İstanbul-Eyüp  Sul- tan Camii) ağaç  kovukları, göçte  yolculuklarını sürdüremeyen yaralı leyleklerin sığınağı olarak kullanılmıştır.Ahmet Haşim de, “Gurebahane-yi laklakan” adlı  eserinde bu  merakta olan  bir arkadaşından söz eder.”  (Akalın,1993: 110)
7        Hint mitolojisindeki “İndra”nın “iktidara” sahip olmak amacıylaçıktığı yolcuğu sırasında  akar- su  kaynağına geldiğinde “calğız  ayağımen tur- ğan”  (tek  ayağı üstünde  duran)dişi   Tanrı’ya (dişi   ruha) rastladığından, bu  tek  ayağı üze-rinde duran dişi  Tanrı’nın iktidar,  bereket vehükümdarlık  talihinin  tanrısı,   yerle    suyunreisi, yersel ve göksel  hükümranların eşi oldu- ğuna dikkat çeken Serikbol,söz  konusu mitin varyantlarında bu  dişi   ruhun,  âlem ağacının dibindeki kaynak  başında duran,  bu   ağacın ruhu olarak tanınanve turna diye adlandırılan “tek  ayaklı insan”a dönüştürüldüğünden de söz etmiştir. “Turnayabenzeyen” tek  ayaklı kuşun,ağacın iyesi  ya  da  ruhu olduğuna dair inanca Çin  mitolojisinde derastlanmaktadır (Serikbol,
2004: 229).
8        Kaşgarlı’nın belirttiği üzere bütün Türk boy-larının ongunları kuş  türünden seçilmiştir ve bu  da  damgalara yansımıştır  (Divan-ı Lugati’t Türk).
9        Kutsal  ağacın(hayat  ağacının) yaratılış  mit- leriyle  kimi  destanlardaki yeri   hakkında bk.Ergun, 2004a.
10  Yakutlarda bebeğin doğumu ile ilgili  bütünnesnelerin  doğumdan sonra ormanda  saklan-dığı,  evlerin içindekibütün  eşyalarla birlikte kutsal ağaç   yakılarak  tütsülendiği, başka bir ifade ile arındırıldığı  (Gureviç, 1977:  135-137); Dolganların doğum için  hazırladıkları  çadırın dışına gövdesihaç  biçiminde olan  “turu” adın- daki genç melez  ağacı  yerleştirdikleri vekadın- ların bu  ağaçlara dayanarak doğum yaptıklarıbilinen bir husustur (Popov,  1946: 51-52).  Altay




Türklerindede  kadınlar, geçmişte, tıpkı Dol- ganlarda olduğu gibi,  ağaç  ya da  sırığa tutuna-rak doğum yapmışlardır. Çadırda ocağa  yakın bir  yere  konan bu   ağaca  “kayın-ene” (kayın ana) adı  verilmiştir. Yakutlar doğum arifesindeormandan çatallı iki  kayın sırığı getirilip çadı-rın  sol tarafında zemine yerleştirir. Bu  sırıkla- rın  üzerlerine yağ  sürüldükten sonra aralarına uzunlamasına başka bir  sırık yerleştirilip üze- rine at derisindenhalı   serilir. Hamile kadın, zemine ot  serilen bu tür bir çadırda sırıktan tutunarak doğum yapar (Novik,  1984: 165).
11    Imay-tashıl, altın kapılarını açlütfen!
Sol  omzumda beyaz   kurbanlık kuzu getiriyo-
rum,
Imay-tashıl, altın kale  kapılarını aç lütfen! Tapınağına   girmeme izin    ver,   Imay-tashıl!(Sagalayev 1991: 58)
12   Hacızade, Leyla. “Eski  Türk ve Rusların Etki-leşim İzleri”.20.01.  2011  tarihinde http://www. turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s16/hacizade. pdf’ ‘den alınmıştır.
13    Ona  şöyle seslenilmektedir:İyi ailelerin koruyucusu, Dört saç örgülü Dayık ana. İpek  ip dönmektedir!
Bizim  embriyoların göbek bağlarının koruyucu-
su,
Ağaç kabuğundan beşiği  sallayarak
Çocukların  embriyolarını  (ruhlarını)  koruyor!(Sagalayev1991: 70)
14   Sagalayev’in yorumuna  göre  bu  sözcük Payn- ene veya Bay-ene “kutsal –anadır” Payna-Umay kadınlara doğum esnasında yardım etmektedir. Doğumlar zor  gittiğinde Kam   Umay’a seslen-mektedir. Bazen bu isim  Ubay  olarak da  söy-lenmektedir.
15    Ak aydınlıktan davet edilmiş,
Beyaz Imay’a dönüşerek sen  geldin, Küçük beyaz  kuşa dönüşerek,
Bıcır-bıcırcıvıldayarak
Altın  yapraklı
Zengin akağacın tepesinesen  kondun!Mavi  aydınlıktan davet edilmiş,
Mavi Imay’a dönüşerek geldin! Küçük mavi  kuşa dönüşerek,Bıcın-bıcın cıvıldayarak, Gümüş gövdeli
Zengin akağacın tepesinesen  kondun!Imayice Hayrahan! (Sagalayev 1991: 77)
16  Balalamakda Türk dünyasında yavrulamak anlamında kullanılmaktadır.
17  GüneySibirya Türkleri arasından  derlenen yaratılış mitleri için bk. Ögel, 1993; İnan, 2000.
18   Ural bölgesinde Türk kültürü etkisinde kalan Mansilerde  (Sosva’da) doğumdan önce  ölen çocukların “kırıldığı”nın söylenmesi bunun da “yumurta yuvadan düştü” anlamına gelmesi düşündürücüdür (Sagalayev 1991: 91)
19   Çocuk  ile  aile  fertleri, özellikle anne arasında bu konuda şöyle bir diyalog geçer: Çocuk: “Ana/ anne ben  nasıl oldum, nasıldoğdum, nereden geldim?”   Anne:  Seni  leylekler getirdi/Bir  ley-

lek  seni  bacadan attı” Kaynak kişiler leyleğin sevecen olması, yırtıcı olmaması,beyazlığı, güzelliği  ve   uzun  zaman sonra geldiği  için tercih    edilmiş  olabileceğini   söylemişlerdir. (Aziz  Ayva tarafından  MehmetAtar  (Konya- Hadim-Göynükışla1958)dan 18.  02 2010’da  ve Kazım   Gürsel   (Konya-Kadınhanı    1960)’den
23.02.2010’da derlenmiştir.)  Önemlibir  ayrıntıda bu ifadelerin özellikleyaşlı  çiftlerin çocukla-rını  izah etmek için  kullanıldığını belirtmeleri- dir.
20    Yrd.   Doç.  Dr.  Armağan Elçi’den   25.01.2011tarihinde derlenen bilgiye  göre  kaynak kişinin babaannesi  Hüsniye  Coşkun (Erzurum  1918-
2005)  sandığında böyle  bir  nazarlığı büyükbir özenle  saklamıştır.
21    Yrd.       Doç.       Dr.      Dilek       Türkyılmaz’dan
25.01.2011’de Ankara’da derlenmiştir.
22    18.01.2011tarihinde  Ankara’da Doç.  Dr.  Nes-
rin Tağızade Karaca’dan derlenmiştir.
23   Gazi  Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Halk  BilimiBölümü yüksek  lisans  öğrencisi Suna  Kakıcı’dan15.01.2011 tarihinde  derlen-miştir.
24    “Balıkçıl ve leylek, suyu aynı derecede seven iki kuştur ve bundan dolayı  bulutlu,  yağmurlu, iç karartıcı ya da kasvetli havayı (ki, sıklıkla karabir deniz olarak tasvir edilir) temsileder. Gece- den,  bulutya da kıştan, genç güneş, yeni  güneş (suda bulunmuş / keşfedilmiş küçük çocuk- kahraman) doğar; bundan dolayı  çocukla ilgili popüler Alman inancına  göre   leylekler, çocu-ğu pınardan getirir.Bununla birlikte, leylekçocuk-kahramanı gagasında tuttuğu  müddetçe çocuk  doğmuş kabul edilmez; o ancak gagasını açtığında doğar. Leylek çocuğu  annesinin eteği- nedüşürür. Leylek, kasvetli havayı temsil eder, hava, kutsal kahraman, yani  güneş ortaya çık-tığında ölüdür.”
25    Müslüman toplumlarda,  yaşarken  haccagide- meyen kişilerin öldükten sonra leylek donuna girerek  hac   görevlerini yerine getirdiklerine inanılmıştır (Grişçenko, 1998: 122).
26    “Leylekler, göç edip  gittikleri sıcak memleket- lerden çoğu  zaman mart  ayında dönerlermiş.Yani,   çiftçilerin ekim-dikim dönemineyetişir- lermiş. Almanlarda leylek, Holda adlı  Tanrıtarafından  gönderilen baharı  getirici bir   kuş olarak tasavvur edilmiştir. Baltık halklarında, yani   Pruslarda, beyaz   leyleğin bahar Tanrısı olduğuna inanılan  Potrimpocomile ile  ilgisininolduğuna inanılmıştır. Ermenilerde ise  leylek,Ara   Gehesik’in habercisi  olarak  kabul  edil- miştir. Ölüp  dirilen Tanrı olarak kabul edilen Ara  Gehesik, Mısırlıların Osiris’i  ve  Greklerin Adonis’i gibi bir Tanrı’dır. Ara Gehes’in baha-rı   güzelleştirdiğine  inanılmıştır.”  (Grişçenko,
1998: 123)
27   Çeşitli ekmek ve  poğaçalardan oluşan ekmek takımı.
28    Sert uzun yapraklıbataklık otuna Bürünmüş yedi gölün  kenarında,Kurumuş bu bataklık otu parçalarından




Kızlarımı yetiştirmek için, iyi yuva, Oğullarımı yetiştirmek için, iyi yuva, Kuş-ben kuruyorum,
Kendi göğsümden yumuşak tüy, Kuş-ben koparıyorum,
Sert kabukluiki yumurta
Kuş-ben yumurtladım.
Sağlam kabuklu iki yumurta, gagalandı- Bir ufaklığın gözleribenimkilere benzer, Ufacık gagası benimkinin aynısı.
Diğer ufaklığın gözleri bambaşka.Ağzı bambaşka-
İnsanoğlunun kızı
İnsanoğlunun yavrusuo... (Sagalayev 1991: 78)

KAYNAKÇA
Abramzon, S.  M.  “Rojdeniye iDestsvo Kirgizskogo Rebenka”. SovetaMuzeya   Antropologii i Et- nografii, c.12., Leningrad 1949.
Akalın, L. Sami. Türk Folklorunda Kuşlar. Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993.
Akbaş, Ali. Eylüle Beste.  Ankara: Bengü Yayınları, Ocak-2011.
Alekseyev,A. N. Ranniye Formı Religii Tyurkoyazıç-
nıh Naradov Sibiri. Novosibirsk 1980.
Anar, İhsan Oktay. Efrasiyab’ın Hikâyeleri. 21. Bas-
kı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2010. Andersen, Hans Christina. 100 Temel Eser-Andersen
Masalları.  İstanbul:  İş   Bankası Yayınları,
2008.
De Gubernatis, Angelo. Zoological Mythology or The
Legendsof Animals. 2. c., London 1872.  Duran,   Hakkı  (2009)Çankırı Araştırmaları   (Söz
konusu yazı  için  25.01.2011 tarihindehttp:// www.aktifbir.com/forum/f32/cilt-lekeleri-hakkinda-1-a-93 adresli  internet   sayfasına başvurulmuştur.)
Ergin, Muharrem. Dede Korkut Kitabı.Ankara: TDK Yayınları, 1997.
Ergin, Muharrem. Orhun Abideleri. Ankara:Boğazi-
çi Yayınları, 2001.
Ergun, Pervin.“Aydın’ın  Kuyucak İlçesi   Düğünle-rinde  Maytapçılık Geleneği”, III.   Milletlera- rası Türk Halk Edebiyatı veFolkloru, 09.11
Ekim 1995, Konya KB Yayınları, 1995.
Ergun, Pervin. Türk Kültüründe Ağaç Kültü. Anka-
ra: AKM Yayınları 2004a.
Ergun, Pervin. “TürkKültüründe Kavaktan İnen Gelin   Motifi”,   Mitten Meddaha Türk  Halk Anlatıları  Uluslar  Arası Sempozyumu, Gazi Üniversitesi, 25-27 Kasım 2004b.
Ergun, Pervin. “Türk Gelininin Mitolojik Göçü” Göç
Uluslar  ArasıSempozyumu. Balıkesir  28-30
Mayıs 2010.
Gemuev, I. N.-E.  L. Lvova. Traditsionnoe Mirovozz- renie  Tyurkov Yujnoy  Sibiri-Çelovek Obşçest-vo. Novosibirsk 1989.
Graves, Robert-Raphael Patai. İbrani MitleriTekvin- Yaratılış Kitabı. (çev. Uğur Akpur), İstanbul: Say Yayınları, 2009.
Grishchenko, V. N. “Comparison of The  Images ofEagle And White Stork in The  Folk  Beliefs.”Humanitarian  Environmental Magazine,Vol.

1. Is.  2. 1999. s. 11-14.  (Sözkonusu yazı  için,
04.   01.   2010   tarihinde    http://www.ln.comua/~kekz/english/sum/12-1.htm adresli inter- net  sayfasına başvurulmuştur.)
Grişçenko, V. N. “Belıy Aist v Mifologii  Evropeyskih Narodov i Sovremennıe Predstavleniye o Pro- ishojdenii İndoevropeystev”. Berkut,  7,  Vip.
1-2, 1998.
Gureviç, İ. S. Kultura Severnıh Yakuyov-Olenevodov.
Moskova 1977.
İnan, Abdülkadir. Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ma-teryaller ve Araştırmalar. 5.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995.
İusiumbeli,  İrinça.  “Gagauz Türklerinin  Mitolojisi
Üzerine Bir Deneme”. Millî   Folklor, 9  (68),
2005.
Kaşgarlı Mahmut. Divanü Lûgati-it-Türk Tercümesi III.  (Çev. Besim Atalay), 4.b.,  Ankara:Türk Dili Kurumu Yayınları, 1999.
Knab, Sophie Hodorowicz. Polish Customs, Traditi-
on and Folklore.New York 1996.
Novik,  Y. S. Obryad i Folklor vSibirskom Şamaniz-
me: Opıt   Sopostavleniya Struktur.  Moskova
1984.
Oğuz,  M. Öcal-Zeliha Oral. Türkiye’de 2004  Yılında Yaşayan Halk İnanışları, Nesneler ve Uygula-malar. Ankara: Gazi  Üniversitesi  THBMER,
2004.
Olgunsoy, Berna.  Balıkesir  Yöresinden DerlenmişBitki  Ve Hayvanlarla İlgili İnanış Ve Uygula-malar Üzerine Bir  Araştırma, Balıkesir Üni-versitesi SosyalBilimler Enstitüsü,  (Yayım- lanmamış yüksek lisans tezi)  Balıkesir 2007.
Ögel,  Bahaeddin. Türk Mitolojisi(Kaynaklar ve Açıklamalarıyla Destanlar). 1. c., 2. b., Anka-ra: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993.
Popov, A. A. “Semeynaya Jizn u Dolgan”. Sovetskaya
Etnografiya. 4, 1946.
Roux,  Jean-Paul. Orta Asya’da   Kutsal  Bitkiler veHayvanlar. (çev.  Aykut Kazancıgül-Lale Ars-lan).  İstanbul: KabalcıYayınevi, 2005.
Sagalayev, A. M. Uralo-Altayskaya  Mifologiya. No-
vosibirsk1991.  Satlayev, F. A. Kumandintsi: İstoriko-Etnografiçeskiy
Oçerk. Gorno-Altays 1974.
Serikbol,  Kondıbay.  Arğıkazak  Mifologiyası. 4.  c., Almatı 2004.
S. Ü. THKA ve U. Kaset nu. 1544 (Işık  Karakoç tara-fından 21.02.1995 tarihinde Kahramanmaraş/ Narlı’da, Gülümser Fort’tan derlenmiştir.).
Türkyılmaz, Dilek.  Türk Kültür