Avraam Avinu dünyaya geldiği gün ailesine büyük mutluluk getirmişti.
Kral Nimrod’un (Nemrut) sarayında memur olarak görevli olan babası Terah, oğlunun doğumunun şerefine, evinde büyük bir ziyafet tertipledi. Davete saray erkânı, yüksek düzeyde saray görevlileri davetliydi. Sarayın müneccim başı, bu davetin şeref konuğuydu. Oldukça yaşlı olan müneccimbaşı, sofrada şarabı fazlaca kaçırmıştı. Yıldızlar gökyüzünde yükseldiği zaman, sarhoş adam gözlerini gökyüzüne dikti. Yıldızların hareketlerini izliyordu. Birdenbire yerinden fırladı ve haykırmaya başladı:
“Bakın gökyüzünde bir kapı açıldı, doğudan bir yıldız yükseldi. Işıklarını cennete doğru gönderiyor,”dedi.
Diğerleri gökyüzüne baktılar ve hiçbir şey görmediler.
“Aptallar!” diye bağırdı yaşlı adam.
“Siz henüz görmemiş olabilirsiniz, ama ben gördüm; size söylüyorum, bu bir kehanettir,”dedi.
Müneccimbaşı, Kral Nimrod’un en bilgili ve uzman sihirbazı ve yıldız bilimcisiydi. Yıldızları gözlemler ve kehanetlerde bulunurdu.
“Bakın bu ne kadar parlak bir yıldız. Küçük yıldızları içine çekip yutuyor. Bakın, bakın bir, iki, üç, hatta dördüncü bir küçük yıldızı bile içine çekti. Bu bir kehanettir. Başımıza büyük bir felaket çökecek. Hatta bir sürü felaket.”
Yaşlı sihirbaz gitgide daha da çok heyecanlanıyordu.
“Bu kehanetin Terah’ın yeni doğan oğluyla çok yakından ilgisi var,”diye haykırdı.
Terah telaşla: “saçmalık!”diye bağırdı.
“Sakın bana deli olduğumu söyleme” diye bağıran sihirbaz yerinden fırladı;
“Bunu derhal kralımıza iletmem lazım,”dedi.
Sarayın öteki sihirbazları da onu takip ettiler. Müneccimbaşından çekindikleri için, onlar da yıldızı gördüklerini söylediler. Gerçi adam çok sarhoştu ve tek başına ayakta bile duramıyordu ama olsun…
Kral Nimrod sarayında, derin bir uykudayken, gürültülerle uyandı ve karşısında adamlarını gördü.
“Çok yaşayın kralım, Tanrılar sizi korusun” diyerek önünde eğildiler.
“Çok önemli olmasa sizi rahatsız etmezdik ama bu gün sarayınızda memur olarak çalışan Terah’ın bir erkek çocuğu doğdu. Evinde hep beraber bunu kutlarken, gökyüzünde çok büyük ve parlak bir yıldız belirdi. Doğu’dan yükseliyordu ve küçük yıldızların hepsini teker teker yutuyordu,”dedi. Diğerleri de hep bir ağızdan “biz de gördük” diye şahitlik ettiler.
Kral, “Peki bunun anlamı nedir?” diye sordu.
Müneccimbaşı; “Bunun anlamı majesteleri, biri hepimize üstün gelecek, bizleri yok edecek. Onun soyundan gelenler ise hepimize hükmedecek. Yani Terah’ın oğlu hepimize hükmedecek.”dedi, esrarlı ve alçak bir sesle…
Zalim Kral Nimrod: “Bana lütfen tavsiyelerinizi söyleyin” dedi.
Ertesi gün kral, Terah’ı huzuruna çağırdı. Ona verdiği üç günlük mühletten sonra yeni doğan oğlunu ona teslim etmesini emretti. Terah’ın yalvarmaları kâr etmedi. Eve üzgün dönen Terah ancak ikinci gün karısına olanları anlattı.
Karısı ona, “hayır kesinlikle oğlumuzu krala teslim etmeyeceğiz. Madem böyle bir kehanet var, demek ki bizim oğlumuz büyüdüğü zaman büyük bir adam olacak. Şimdi, kölemizin yeni doğan hastalıklı bebeğini al ve sanki kendi bebeğinmiş gibi ona teslim et. Kral farkına bile varmaz. Kendi oğlumuzu da güvenli bir yerde saklar, gözlerden uzak onu büyütürüz. Kimsenin de haberi bile olmaz.” dedi.
Terah’ın içi ferahladı, hemen kölesinin, kendi oğlu ile aynı gün doğan hastalıklı bebeğini güzelce giydirip saraya götürdü ve Nimrod’un ellerine verdi. Zalim kral, küçük bebeğin yüzüne bile bakmadan, onu kendi elleriyle bir hamlede öldürüverdi.
Bebek Avraam ise, aynı saatlerde dadısı tarafından, evlerinin hemen yakınındaki ormanın içinde bulunan bir mağaraya götürüldü. Çocuk uzun yıllar boyunca orada özenle ve salimen büyütüldü.
Terah ve karısı sık sık oğullarını yoklamaya giderlerdi. Ama Terah’ın büyük oğlu Haran’ın kardeşinin varlığından haberi yoktu. Avraam o mağarada dadısıyla birlikte on yaşına kadar yaşadı, onu ne kimse gördü ne de bildi.
Avraam’ın ağabeyi Haran kendisine ait bir atölyede, tahta ve topraktan putlar yapıp, insanlara satardı. İnsanlar bu putlara tapınır, onlara yakarırlardı. Mağaradan, eve getirdiği küçük Avraamı da babası, atölyeye Haran’ın yanına çırak olarak koydu. Çocuk da Haran’ın gerçek ağabeyi olduğunu bilmezdi.
Yıldızların oğlu Avraam garip bir çocuktu. Putlara inanmıyordu. Haran’a “Bütün gün gökyüzünü inceliyorum. Gündüz güneşi, gece ayı ve yıldızları gözlemliyorum” demişti. Haran ise ona “Gökyüzünde sürekli değişimler var, bunlarla ilgileneceğine putuna sarıl ve huzuru bul...”demekle yetinmişti.
Bu bir süre küçük çocuğu etkiledi, ama tatmin etmedi. Bir gün koşarak Haran’ın yanına geldi. “Bir şey keşfettim” dedi.”Gökyüzündeki güneş, ay ve yıldızlar bir güce sahip değiller. Onların üzerindeki görünmeyen bir güç, hem onları hem de hepimizi yönetiyor. İşte bu güç benim Tanrı’mdır” dedi.
Avraam babasına gidip sordu;
“Güneşi, ayı ve yıldızları kim yarattı?
“Bilmiyorum” dedi Terah.
“Ben bunları senin putlarına sordum, bana cevap vermediler…”dedi.
“Onlar konuşamazlar,”dedi Terah.
“O halde neden onlara konuşup, yakarıyorsun?”
Terah bu soruya cevap vermedi.
Çocuk annesine de aynı soruları sordu. Annesi ona putların, evlerinde sahip oldukları şeyleri yarattığını söyledi. Çocuk: “Ama bu aptal putlar toprak ve tahtadan yapılıyor. Üstelik hemen de kırılıveriyorlar” deyince onunla başa çıkamayıp, kendi haline bıraktılar.
Avraam, boş vakitlerinde, evlerinin önündeki basamakta oturup, saatlerce gökyüzünü incelerken, onların gerisindeki muhteşem gücün ne olduğunu keşfetmeye çalışırdı.
Bir keresinde ağabeyi Haran gülerek ona: “Sen ilerde çok büyük bir yıldız bilimcisi olacaksın galiba, sen hepsinden daha büyük olacaksın. Bence sen yıldızların yarattığı bir Yıldız Çocuk’sun” dedi.
Bunu duyan Terah oğlu Haran’a çok sinirlendi, içi korkuyla titredi. Çocuğun yaşamındaki büyük sırrın ortaya çıkmasından korkuyordu çünkü.
Bir gün Haran kardeşine: “Ben babamla ormana ağaç kesmeye gidiyorum, ortalıkta fazla dolaşma, dükkânda otur ve müşterilerle ilgilen” dedi.
Haran’ın gitmesinden az sonra dükkâna yaşlı bir adam geldi;
“Dün akşam putum yere düştü ve kırıldı. Bana daha sağlam ve güçlü bir tane lazım” dedi.
Çocuk adama bakıp, “Senin gerçekten de daha güçlü bir Tanrı’ya ihtiyacın var” dedi alaylı bir sesle. “Sen kaç yaşındasın?”diye sordu. “Tam 60 yaşındayım oğlum,”dedi adam.
“Yaşlanmışsın ama olgunlaşmamışsın ki hâlâ heykellerden medet umuyorsun” dedi ufaklık alayla. Rafta duran putlardan birini vurduğu bir fiskeyle yere düşürdü ve put parçalandı. Yaşlı adam, korku ve dehşetle dükkândan dışarıya koşarak kaçtı. Onun ardından içeriye bir kadın girdi. Ağlamaklı bir sesle, “Ben çok yoksulum, bu yüzden kendime bir put satın alamıyorum, izin verirsen buradaki putlardan birine azıcık bir parça ekmeğimden vermek istiyorum.”dedi. Avraam gülerek, “hangisine istiyorsan verebilirsin.”dedi. Kadın en küçüklerinden bir tanesinin önüne ekmek parçasını koydu.
Avraam kadına, “Bu çok küçük, sen daha büyük bir tane seçmelisin,”diyerek ekmeği aldı daha büyük bir putun önüne koydu. “Bu ekmeği yemezsen, seni paramparça ederim,” dedi. Büyük put tabii ki ekmeği yemedi, o da, kadının önünde onu yere itti ve parçaladı. Kadın da titreyerek dehşet ve korku içinde koşarak dışarı kaçtı.
Avraam, ekmek parçasını tek tek bütün putların önüne koydu ve ardı ardına hepsini yere fırlatıp kırmaya devam etti. Bu arada yaşlı adam ve yoksul kadın şahit oldukları olayları herkese tek tek anlatarak, öfkeli bir insan ordusu yarattılar. Öfkeli kalabalık, bağrışarak dükkânın önüne doluştular.
“Ne cüretle böyle yapıyorsun?” diye sorarak çocuğun üzerine yürümeye başladılar.
“Ben mi?”diye sordu, elindeki sopalı çok büyük bir putu göstererek, “Ona sorun” dedi. “Ekmeği yemedikleri için bütün putlara kızdı. Elindeki sopayla hepsini parçaladı,”dedi.
Kızgın ahali duraksadı. En azından Terah ile Haran’ın dönüşünü beklemeye karar verdiler. Döndükleri zaman Haran öfkeyle gözlerini açarak, “Buranın hali nedir böyle?”diye bağırdı. Avraam masum bir bakışla, “Haaa, bunlar mı? Saçmalık işte, aralarında kavgaya tutuştular, eli sopalı en büyük put hepsini kırıp tuzla buz etti…”dedi.
“Saçma!” diye haykırdı Haran; “Onlar böyle bir şey yapamazlar ki!” dedi. Avraam, “öyleyse sor şu putuna, sana yalan söylemediğimi anlatsın.”dedi. Babaları Terah; “Bu aptalca konuşmalarını kes!”diye bağırdı.
Avraam,“Sizin tanrılarınız çok gülünç” dedi.”Şimdi bu elimdekinin suratına tükürürsem, beni döveceğine inanır mısın?”dedi alayla…
Sonra kimse mani olamadan, elindeki büyük putun yüzüne tükürdü ve yere atıp paramparça etti. Bütün bunlara şahit olan insanlardan birkaçı saraya giderek olanları anlattılar ve çocuğu ihbar ettiler. Kral Nimrod’un emriyle Avraam, Haran ve Terah’ın elleri zincirlenerek tutuklandılar. Saraya getirildiler.
Kral kızgınlıkla bağırdı; “Aranızdan hanginiz putları kırdı?” Avraam öne çıkarak. “Ben kırdım. Çünkü hepsi de nankör. Onlara sunulan ekmeği yemediler,” dedi ve ekledi “Bunlar bu kadar akılsızsa nasıl tanrı olabilirler?” Sarayda bulunanlar homurdanmaya başladılar. Nimrod sakin olmaya çalışarak gülümsedi, herkesi susturdu çocuğa dönerek; “Eğer putları yetersiz buluyorsan, ateşe tapınabilirsin” dedi. Çocuk hemen atladı. “ Ateş su tarafından söndürülebilir” dedi. Nimrod yine sakince, “O zaman suya tapın” dedi.
“Ama bulutlar suları kendi içlerinde tutuyorlar.”diye karşılık verdi.
“Rüzgârlar bulutları dağıtır” dedi kral sabırsızca. Çocuk ise, “ Ama insanlar rüzgârdan korunabilirler” deyince, Haran korkuyla atladı; “O,bu şekilde saatlerce konuşup size laf yetiştirebilir kudretli kralım” diye inledi, “O,YILDIZLARIN ÇOCUĞUDUR”…
“Yıldızların Çocuğu mu?”diye atıldı müneccimbaşı, “Şimdi hatırladım majesteleri, bu çocuk, Terah’ın o gün dünyaya gelen oğludur. Yıldızların kehaneti gerçek oldu.”Sonra devam etti, “Bu çocuk bizim tapındığımız kutsal putlarımızı kırdı, Onları yok etmek için doğdu. Sonra sıra bize gelecek. Hiç şüphem yok” diye tısladı.
“Gerçekten de Yıldızların Çocuğu olduğu doğru mu?”diye Terah’a sordu. Terah cevap vermedi ve boynunu büktü. Haran, “ Doğrudur majesteleri” dedi. “Ben uzun zamandır onu izliyorum. Buna çoktandır eminim,” diye bağırdı.
Kral, Haran’a öfkeyle,”Öyleyse neden daha önce gelip bana haber vermedin?”dedi.
“O halde Yıldızların Çocuğu’nu kendi öz tanrım ateş ile sınayacağım. Haran sen de ateşe atılacaksın, çünkü beni haberdar etmedin,” dedi. Sonra Terah’a dönerek; “Senin cezan da iki öz oğlunun diri diri yakılmasına şahit olman olacak. Böylece acıların en büyüğü ile cezalandırılmış olacaksın,” dedi.
Fırının ateşi son derece güçlüydü. Her zamankinden kat kat daha azgındı sanki… Çocukları ateşe itecek olan cellât hemen yanıp küle döndü. Bu sefer 12 cellât birden görevlendirildi, hepsi aynı ateşte yanıp tutuştular. Alevler Haran’ı sardılar ama hemen geri çekildiler, ondan uzak bir mesafede yanmaya devam ettiler.
Avraam hiç tereddüt etmeden ateşin içine atladı. Alevlerin içinde hiç yanmadan yürüdü, elindeki zincirler eridi, o öylece ateşin içinde durup gözlerini Kral Nimrod’a sapladı. Nimrod olanları izlerken dehşetle titriyordu. Avraam’a “Dışarı çık çocuk ve lütfen beni bağışla” dedi.
Avraam, ateşin içinden konuştu, “Adamlarına söyle, beni buradan çıkarsınlar,” Çocuğu fırından çıkarmaya yeltenen bütün nöbetçiler çılgın alevler tarafından yanıp yutuldular. Sonunda çaresiz kalan kral, çocuğa onun Tanrı’sının önünde diz çökeceğini söyleyince, çocuk alevlerin içinden yürüyüp sapasağlam dışarı çıktı.
Kral, tüm saray erkânı, şikâyete gelen ahali, hatta babası Terah ve ağabeyi Haran bile önünde diz çöküp secde ettiler.
Avraam onlara bakarak; “Bana değil. Gökyüzündeki güneşin, ayın ve yıldızların üzerindeki cennette hüküm süren gerçek Tanrı’nın önünde secde edin ve ona tapınıp yakarın,” dedi ve devam etti; “Çünkü onun kudreti ve haşmeti tüm evreni kaplamaktadır,”dedi.
Kral Nimrod, küçük çocuğu ve ailesini elleri kolları birçok değerli armağanla birlikte barış içinde evine geri yolladı.
*Hikâye ilgili notlar: Bu öykü Babil Talmud’undaki bir risaleden alınmıştır. Daha sonra halk arasında folklorik bir öğe kazanarak, çeşitli biçimsel anlatımlarla zenginleştirilmiştir. Hatta Ladino dilinde söylenen bir şarkıya da esin kaynağı olmuştur. ‘Kuando el Rey Nimrod.’ adlı bu şarkı Sefarad Yahudilerinin folklorik şarkılarının içinde en çok bilinenlerinden biridir.
Okuduğunuz hikâye ise ‘JEWISH FAIRY TALES AND LEGENDS, BY AUNT NAOMİ’ adı ile Gertrud Land-1919 tarafından kaleme alınmıştır.
(Naomi Teyze’nin Yahudi Peri Masalları ve Efsaneleri-Gertrud Land-1919)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder