3 Ağustos 2017 Perşembe

Göz Görmez Kalp Görür


  Rabbi zidnî ilmen ve fehmen ve îymanen ve ihlasen ve uhuvveh ve aşku şevk ve muhabbetullah ve mehafetullah ve muhabbeti resulullah ve elhıkni bissalihîn. (Allahım! İlmimi, anlama kabiliyetimi, imanımı, ihlasımı, kardeşlik duygumu, aşk ve şevkimi, ibadet etme aşk ve şevkimi, Allah sevgimi ve muhabbetimi, Allah korkumu ve haşyet duygumu, Resûlüllah'a olması gereken sevgi ve muhabbetimi artır. Ve beni salih kullarınla beraber haşreyle!)




         Balmumundan inançlara sahip olduğunuz müddetçe    güneşten uzaklaşın. -Epiktetos 





“Kalp, içinde rubûbiyet sırrına dair hazineleri barındıran bir evdir. Kalp, Rabb’in evi; basîret de onun bekçisidir. Şeytan, ordusuyla birlikte kalbe girmek istediğinde basîret onu kovar ve zikrinin nurlarıyla onu yakar. Eğer şeytan, basîreti uykudayken yakalarsa ve basîret de hafif bir uykudaysa şeytan ona sinsice yaklaşır; fakat basîret de hemen şeytanın farkına varır. Şâyet basîret, gafletin etkisiyle ağır bir uykudaysa onun haberi bile olmadan şeytan eve girip orayı darmadağın eder ve ordusuyla birlikte oraya yerleşir.” -İbn Acîbe

















 















"Bu bölüm Te ilkesini ve Tao’da yaşamanın bir sonucu olan doğal saygınlığı ve gücü inceliyor. Te’nin Yolu gerçekten basittir: Neyseniz o olun ve kendi doğanızı izleyin. Bu sizi,işiniz, ilişkileriniz ve doğal olarak sizin olan yaşam biçiminiz de dahil olmak üzere kendikaderinize götürecektir. Ancak yabancılaşması, mücadelesi ve küskünlüğü ile ego bizi Te’ninyolundan uzaklaştırır. Kendi yolumuzu aramak yerine, başkaları tarafından farkedilmek veonaylanmak için can atarız. Toplumsal anlaşmalara uygun davranarak güvenlik ve onaybulmaya kalkışırız. Bu uyma çabası kaçınılmaz bir biçimde iç isyana neden olur. Tepki olarakzorlayıcı olmaya, başkaları üzerinde güç kullanmaya çalışabilir ya da kendini yok etmeyeyönelik davranışlara başvurabiliriz."

Duygular: Hücrelerin Konuştuğunu Hissetmek Daha üstteki ve farkındalığı daha yüksek yaşam formlarındabeyin tüm topluluğun düzenleyici sinyallerinin yapısına ayak uydurmasını sağlayan bir özelleşme geliştirir. Limbik sistemin evrimi sonucu kimyasal iletişim sinyallerini topluluktaki tüm hücrelertarafından hissedilebilen duyulara dönüştürebilme özelliğine sahip benzersiz bir mekanizma oluşur. Bilinçli zihnimiz bu sinyalleri duygular olarak algılar. Bilinçli zihin, vücuttaki "zihni"oluşturan hücresel düzenleyici sinyalleri okumakla kalmaz aynızamanda sinir sistemi tarafından kontrollü bir şekilde salgılanandüzenleyici sinyallerle görülebilen duyguları açığa çıkanr.Hücrenin beyin mekanizması üzerinde de çalıştığım ve insanbeyninin nasıl çalıştığı konusunda içgörü edindiğim süre boyunca Candace Pert de insan beyni üzerinde çalışıyor ve o da hücrenin beyin mekanizması hakkında giderek daha fazla bilgi sahibioluyordu. Pert sinir hücrelerinin zarlarındaki bilgi işlem alıcılarıüzerine araştırmalar yapmaktadır. Molecules ofEmotion (Duyguların Molekülleri) adlı kitabında bu araştırmaların kendisine aynısinirsel alıcıların tümünde olmasa da vücuttaki çoğu hücrede varolduğunu keşfetmesinde nasıl yardımcı olduğunu anlatmaktadır.Güzel ve yalın deneylerle "zihnin" başın içindeki odak noktasıolmadığı göstermektedir. Aksine zihin sinyal molekülleri sayesinde tüm vücuda dağıtılmaktadır. Anı şekilde önemli olan birnokta da yaptığı çalışmanın duyguların sadece çevredeki bilgilere tepki yoluyla oluşmadığını vurgulamasıdır. "
Zihin ve deri bağlantısını okuduğum bir kitap sayesinde kurmuştum. O kitap ( emin olmamakla birlikte) İnancın Biyolojisi olabilir.



Yunus Emre Risalet'ün Nushiyye'de insanın dört ana unsurdan oluştuğunu söyler ve bu unsurların insana verdiği özellikleri açıklar. Şöyleki;
"Toprakla geldi bize dört nitelik: Sabır, hoş huy, tevekkül ve yücelik.
Suyla beraber geldi dört türlü ha
̂l; Temizlik, cömertlik, lütuf ve visal.
Rüzgârla beraber geldi dört heves; Yalan, riya, sabırsızlık ve nefes.
Ateşle geldi dört türlü felâket; Şehvet, kibir, açgözlülük ve haset."
ve ekler:
"Canla birlikte geldi dört özellik; Utanma, ahlâk, üstünlük ve birlik."
Yani ateş ve rüzgar ile gelenlerin (astrolojide hava elementi) cehennemde, toprak ve su ile gelenlerin cennette, can ile gelenlerinse Tanrı huzurunda kalacaklarını söyler.






   “Kalp, içinde rubûbiyet sırrına dair hazineleri barındıran bir evdir. Kalp, Rabb’in evi; basîret de onun bekçisidir. Şeytan, ordusuyla birlikte kalbe girmek istediğinde basîret onu kovar ve zikrinin nurlarıyla onu yakar. Eğer şeytan, basîreti uykudayken yakalarsa ve basîret de hafif bir uykudaysa şeytan ona sinsice yaklaşır; fakat basîret de hemen şeytanın farkına varır. Şâyet basîret, gafletin etkisiyle ağır bir uykudaysa onun haberi bile olmadan şeytan eve girip orayı darmadağın eder ve ordusuyla birlikte oraya yerleşir.” -İbn Acîbe 




İMAM Gazzâlî’ye göre KALPLER hayır ve şer üzerine sebatta ve bunlar arasında tereddüt etmekte üçe ayrılırlar:
Birincisi: Pisliklerden temizlenip riyâzet ile tezkiye ve takva ile tamir edilen kalptir. Melekût âleminden ve gayb hazinelerinden hayır hâtıraları bu kalbe akıtılır. Bunun neticesinde akıl hatıra gelen şeyler üzerinde düşünmeye, hayrın inceliklerini kavramaya, hayrın yararlılıklarının sırlarına muttali olmaya yönelir ve tüm hakikatler basiret nuruyla önüne serilir, o hayrın yapılmasına hükmeder, teşvikte bulunur,
onunla amel etmeye çalışır. Melek bu kalbe baktığında cevherinin kaliteli, takva ile temizlenmiş, aklın ışığıyla aydınlanmış, marifet nurlarıyla mamur hale getirilmiş, kendisinin inip karargâh kuracağı bir mekân olması için elverişli görür.
İkincisi: Heves ile dolmuş rüsvay ve perişan olan kalptir. Kötü huy ve pis şeylerle kirlenmiş kalptir. Meleklerin kapıları kapanmış, şeytanların kapıları ardına kadar açılmış olan kalptir. Bu kalpteki şerrin ilk başlangıcı heveslerden kaynaklanan bir hatırın burada çakıp belirmesidir. Bu grupta değerlendirilen kalp sahibinin aklı heveslere hizmet etmeye alıştığı, bunun ile ünsiyet kurduğu, sürekli bir biçimde hevesler için çareler düşündüğü, heva ve arzuları gerçekleştirmeye yardımcı olduğu için nefis aklı istila eder ve ona karşı arzulara destek verir. Bunun sonucunda aklın orduları çekilip savunma yapamadıkları için sine heveslerle genişler, hevesi zulmetleri burada yayılır, heveslerin yayılmasının doğal bir sonucu olarak faaliyet alanı genişlediği için şeytanın hükümranlığı güç kazanır ve arzuları süslemeye, aldatmaya, kuruntulara yönlendirmeye başlar, yaldızlı sözler telkin edip kendisini aldatır.
Üçüncüsü: Hevâ hâtıraları kalpte canlanır ve kalbi kötülüğe çeker. Öte yandan îmân hâtıraları gelir ve kalbi iyiliğe iter. Nefis, şehvet kuvveti ile şer hâtıralarının yardımına koşar. Şehveti takviye eder ve bu gibi gayr-ı meşrû istifâdeleri kuvvetlendirir. Öte yandan akıl, iyilik hâtıralarına doğru gider ve şehveti def’eder, kötü işlerini takbîh ve techîl eder. İşte böylece iki kuvvet arasında bocalar durur, nihâyet lâyık olduğu tarafa galebe çalar. Gazzâlî kalbin şeytânî ve melekî tarafa meyilli olduğunu bir kez daha vurgulamakta ve şöyle demektedir: “Şeytânî sıfatlar kalpte gâlip ise, şeytan galebe çalar ve kalp Allahü Teâlâ’nın ve dostlarının askerlerinden uzaklaşarak şeytânın ordularına meyleder ve kaderine uygun olarak, âzâları Allah’tan uzaklaşmasına sebep olan tarafa akar gider. Şayet melekî hasletler kalpte gâlib ise, kalp şeytânın iğvâsına ve peşin zevklere olan teşvîkine meyletmez. Onun âhireti küçümsemesine değer vermez. Belki Allahü Teâlâ’nın ordusuna meyleder. Kazâ ve kaderine uygun olarak tâat ve ibadet âzâlarında görülür. Hulâsa, kalp, Rahmân’ın iki parmağı arasında devreder durur. İki parmak bu iki kuvvettir. Bu iki kuvvetin câzibesi arasında devreder. Kalpte gâlib olan işte budur. Sağa sola döner bir kuvvetten diğerine intikal eder durur. Kur’ân-ı Kerim’de kalbe nisbet edilen sertlik, yumuşaklık, hassaslık, körlük, anlayışsızlık, itmi’nân, ve teslîmiyet gibi vasıflar, kalbin çok çeşitli hallerinin olabileceğini gösterdiği gibi kalplerin kayabileceğini, çevrilebileceğini ya da sebatkâr kılınabileceğini182 konu edinen âyetler de kalbin her an değişkenlikle yüz yüze bir konumda bulunduğunu açıkça beyan etmektedir. Kur’an’da kalbin değişkenliği kalp, zeyğ, sarf ve sağy kelimeleri ile ifade edilmiştir. Zeyğ ve sağy kelimeleri, sapmak, dönmek ve meyletmek mânasına gelirken, sarf kelimesi, bir nesneyi bir durumdan diğer bir duruma döndürmek ya da bir hali diğer hale çevirmek anlamında kullanılmıştır.185 Söz konusu kelimelerin geçtiği bazı âyetler şunlardır: “Yine ona iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onlar ın gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz”186, “Bir zaman Mûsa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah’ın size gönderilmiş peygamberi olduğumu kesin olarak bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? demişti. Ne zaman ki onlar haktan saptılar (zâ ğû), Allah’ta onlar ın kalplerini eğriltti (azâ ğa)”187, “Bir sûre indirildiği zaman, (münâfıklar göz kırpıp alay ederek) birbirlerine bakar (ve): (Çevreden) sizi birisi görüyor mu? diye sorarlar, sonra da sıvışıp giderler (insarafû). Anlamayan bir gürûh (kavim) olduklar ından Allah da onlar ın kalplerini çevirmiştir (sarafa)” Bu âyetlerde açıkça görüldüğü gibi kalp, zaman zaman olması gereken çizgisinden ya da yönelişinden sapabilmektedir. Bu değişimin her an mümkün olabileceğini Hz. Peygamber (s.a.v.) “Kalp, bomboş bir arazide rüzgârlar ın oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer”189 sözleriyle dile getirmiştir.




.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder