13 Ağustos 2017 Pazar

Duânın 10 Âdâbı






1- Şerefli vakitleri aramak: Sene içerisinde arefe gün­le­ri, Ra­ma­zan ayı, cum’a günü ve geceleri, seher vakti gibi.
2- Şerefli hâllerden istifâde etmek: islâm ordusu ile küf­fâr ordu­sunun karşılaştığı zamanda ve ezan ile kâ­met ara­­sında, oruçlu iken, secde hâlinde.
3- Kıbleye dönerek ellerini kaldırıp duâ etmek: ibn Abbas’ın rivâ­yetinde;
Resûl-i Ekrem duâ ettiği zaman iki elini birleştirir ve avuçlarının iç kısmını yüzüne doğru çevirirdi.
4- Duâyı gizlice yâni hafif sesle yapmak. Rabbimiz şöyle buyuruyor :
“Rabbinize gönülden gizlice yal­varın.” (Sûre-i A’raf, 55) 
5- Duâda yapmacık sözlerden sakınmak: Duâ eden tevâzu ve huşû içinde istemeli ve külfetli sözlerden ka­çınmalıdır.
6- Huşû içinde Allâh’tan korkarak ve kabûlünü umarak dua et­mek: Rabbimiz şöyle buyuruyor :
“Onlar iyi işlere koşarlar, sevâba rağbet ve ikâb (azab)­dan korkarak bize duâ ederler.” (Sûre-i Enbiyâ, 90) 
7- Duâda azimli ve Allâh’a karşı hüsn-i zânda bulun­mak: Pey­gam­berimiz Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri­niz duâ ettiği zaman ka­bûl olunacağına büyük ümit beslesin. Çünkü onun kabûlü Allah için kolaydır.”
Süfyân bin Uyeyne (rh.);
“Kim­senin ku­sur­ları kendisini duâ etmekten alıkoymasın. Çünkü Allâh (c.c.) en kötü mahlûk olan şeytanın bile duâsını kabul etmiştir.”
Şeytan :”Rab­bim! (insanlar) dirilinceye kadar bana mühlet ver” diye duâ edin­ce,
“Vakt-i ma’lûma kadar bekletilenlerden­sin; sana muayyen bir za­mana kadar müsâade edilmiştir.” (Sûre-i A’râf: 14,15) buyurmuştur.
8- Duâyı tekrar ile ısrâr etmek: ibn Mes’ûd (r.a), Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında şöyle buyurmuştur :
“Duâ ettiği zaman üç kere duâ eder, Allâh’dan bir şey istediği zaman üç kere isterdi.”
9- Duâya hamd ve salavât ile başlamak: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allâh’tan bir şey dileyeceğiniz zaman, Salavât-ı şerife ile baş­layın. Zîrâ Allâhü Teâlâ iki dilekten birini kabul edince diğerini reddetmeme hususunda daha keremlidir (bir duâyı kabul edince diğerini de kabul eder).”
10- Duânın kabul olmasında en kuvvetli âmil batınî edebtir: O da tev­be etmek, helâlleşmek ve bütün himmetini Allâh’a bağlamaktır.    


Bedduâ etmemelidir
Uhud gazâsında Resûlullahın mübârek yüzü yaralanıp, mübârek dişi kırılınca, Eshâb-ı kirâm çok üzüldüler:
– Duâ et, Allahü teâlâ, cezalarını versin, dediler.
Peygamber efendimiz:
– La’net etmek için gönderilmedim. Hayır duâ etmek için, her mahluka merhamet etmek için gönderildim, buyurdu.
Sonra da şöyle duâ etti:
– Yâ Rabbî! Bunlara hidâyet ver. Tanımıyorlar, bilmiyorlar, buyurdu.
Kimseye bedduâ etmemelidir. Hele kişi kendisine, âilesine ve çocuklarına hiç bedduâ etmemelidir. Olur ki, duâların icâbet, kabûl olma zamanına rastlar da, bedduâsı kabûl olur. O zaman pişman olur ama pişmanlık fayda vermez. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Kendinize, evlâdınıza, kötü duâ etmeyiniz. Allahın kaderine râzı olunuz. Ni’metlerini artırması için duâ ediniz.”
“Ananın, babanın çocuğuna olan ve mazlûmun, zâlime olan bedduâları, red olunmaz.”
Peygamber efendimiz, “Babanın çocuğuna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir” buyurdu. Yanî babanın çocuğuna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibi kabûl olunur. Aynı şekilde anne de, çocuğuna hayır ile duâ etmelidir. Resûlullah efendimiz, “Annenin duâsı, daha çabuk kabûl olunur” buyurdu. Yâ Resûlallah, acaba neden? dediler. “Çünkü ana, babadan daha merhametlidir. Merhametlinin duâsı sâkıt olmaz” buyurdu.
Adamın biri, Abdullah bin Mübârek’e gelip, çocuklarından birini şikâyet etti. Abdullah bin Mübârek, çocuğuna bedduâ ettin mi? buyurdu. Evet dedi. Onu sen bozdun, o beğenmediğin hâle sen düşürdün, buyurdu.
Herkese hayır duâ etmelidir
Ma’rûf-i Kerhî hazretleri, birgün talebeleriyle hurmalıkta oturuyordu. Bu esnada Dicle nehrinden bir kayık geliyordu. Kayıktaki birkaç genç, içip içip nârâlar atıyorlardı. Bu hoş olmayan manzara karşısında talebeleri dediler ki:
– Efendim, duâ edin de Allahü teâlâ bu kendini bilmezleri nehrinde boğsun, insanlar da böyle zararlı kimselerden kurtulsunlar.
Bunun üzerine kayıktakilere şöyle duâ etti:
– Yâ Rabbî! Sen bu kullarını dünyada neş’elendirdiğin gibi âhırette de neş’elendir.
Talebeler bu duâya bir ma’nâ veremediler. Kendisine sordular:
– Efendim, böyle duâ etmenizin hikmetini anlayamadık. İzâh eder misiniz?
– Bekleyiniz! Söylediklerimin sırrı şimdi ortaya çıkar.
Talebeler dikkatle kayıktakileri takip etmeye başladılar. Kayıktakiler, kıyıya çıkınca, Ma’rûf-i Kerhî hazretlerini gördüler. Birden ne yapacaklarını şaşırdılar. Daha o, kendilerine birşey söylemeden, ellerindeki sazı kırdılar, içkileri attılar. Huzûruna gelip tevbe ettiler.
Ma’rûf-i Kerhî hazretleri talebelerine dönüp buyurdu ki:
– Gördüğünüz gibi, herkesin istediği oldu. Ne onlar boğuldu, ne de kimse onlardan rahatsız oldu?
Gıyabından yapılan duâ kıymetlidir Çünkü, Mü’minin, görmeden bir kardeşine yaptığı duâda riyâ ve menfaat yoktur. Fakat hazır olan kimseye yapılan duâda, gösteriş ve çıkar söz konusu olabilir. Bir arada olmayanların birbirlerine yaptıkları duâda yalnız Allah rızâsı gözetildiği için duâları makbûl olur.
Bir hadîs-i şerîfte, “Bir Müslümanın, din kardeşine gıyâbında yaptığı duâ kabûl olunur. Başucunda bir melek vardır. Kardeşine duâ yaptıkça, sana da o kadar der. O meleğin görevi budur” buyurulmuştur.
Misâfirin duâsı evine, gâzînin duâsı vatanına dönünceye kadar makbûldür. Çünkü âilesinden uzak olduğu ve çeşitli zorluklarla karşılaştığı için kalbi kırıktır. Allahü teâlâya bütün kalbi ile yönelir ve duâsı da Hak teâlânın lûtuf ve ihsânı ile kabûl olur.
Herhangi bir kâfire, Allah ömür versin demek, câiz değildir. Müslüman olması için böyle duâ etmek, câiz olur. Kâfire saygı ile selâm veren, kâfir olur. Kâfire saygı bildiren bir söz söylemek, meselâ hürmet için üstâdım demek, ölünce, “Allah rahmet etsin” demek küfür olur.











DUANIN USUL VE ADABI

Dua basit bir iş değil, yüce Allah’a ibadet etme, O’nu anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple duanın makbul olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu usul, adap ve kuralları şöyle sı- ralayabiliriz:

1.  Duaya Eûzü  Besmele,  Allah’a  Hamd  ve Pey- gambere Salât İle Başlanmalı
Dua öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest alıp kıbleye dönül- melidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi duaya da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra başlanmalıdır.

Ayet ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak ke- silmesi (En’âm, 6/18),   besmele ile yenilip içilmesi (Ebû  Davud, Et’ıme, 15), Allah’ın adı ile (Alâk, 96/1)  ve eûzü çekerek Kur’ân okunması  (Nahl, 16/98)  emredilmektedir. Dua da bir ibadet olduğuna göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek baş- lanmalı, sonra Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.) duaya,

باهولا ىلعلﺍيلعلا يبر ناحبس

“Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi,  bütün nok- sanlıklardan tenzih ederim” diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54; Hâkim, Dua, I, 498) ve





ىلع لصيل مث هيلع ءانثلاو للا ديمحتب أدبيلف مكدحأ ىلص اذإ

ءاش ام دعب عديل مث ملسو هيلع للا ىلص يبنلا

“Biriniz dua ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile baş- lasın, sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duayı yap- sın” buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud, Salât, 358)

Sahabeden Hz. Ömer,

ىتح ءيش هنم دعصي ل ضرلاو ءامسلا ينب فوقوم ءاعدلا نإ ملسو هيلع للا ىلص كيبن ىلع يلصت
“Peygambere salât getirilinceye kadar dua, yer ile gök ara- sında durur, hiçbir dua O’na yükselmez/kabul olmaz” demiş- tir. (Tirmizî, Salât, 347)

Peygamberimiz (s.a.s.); sahabeden Enes bin Malik’e, herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği yerin üze- rine elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye et- miştir:

اذه يعجو نم دجا ام رش نم هتردق و للا ةزعب ذوعا للا مساب ارتو كلذ دعأ مث كدي عفرا مث
“Bismillah, şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve
kudretine sığınırım. Sonra elini kaldır, sonra bu duayı üç beş defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1126)

2. Duadan Önce Tövbe ve İstiğfar Edilmeli

Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye lâyık değildir. Peygamberimizin şu hadisi çok dikkat çekicidir.





اي بر اي ءامسلا ىلا هيدي دمي بغأ ثعشأ رفسلا ليطي لجرلا

ىنأف مارحلاب يذغو مارح هسبلمو مارح هبرشمو مارح همعطمو بر كلذل باجتسي
“Allah  yolunda  seferler yapmış, üstü başı tozlanmış  bir adam, ellerini semaya kaldırarak, ‘ Ya Rabbi’ ‘ Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır.  Böyle birisinin  duası nasıl kabul olur?” (Müs- lim, Zekât, 19)

Bu itibarla mü’min duaya başlamadan önce günahları- nı itiraf edip ihlâs ile Allah’a tövbe etmeli ve affını dileme- li, sonra dua yapmalıdır.

3. Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sü- rülmeli
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), dua ettiği zaman koltuk altları görünecek kadar ellerini semaya kaldırmıştır. Saha- beden Ebû Mûsâ el-Eş’arî,

هيطبإ ضايب تيأرو هيدي عفر مث ملسو هيلع للا ىلص يبنلا اعد

“Hz. Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben koltuk altlarının beyazlığını gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22)

Yine sahabeden Enes (r.a.);

هطبا ضايب ىري ىتح ءاعدلا يف هيدي عفري يبنلا ناك

“Hz. Peygamber, duada ellerini (semaya) koltuk altları- nın beyazı görününceye kadar kaldırırdı” demiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 877)





Sahabeden  Abdullah  ibn  Abbâs,  Peygamberimizin
şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

اوحسماو اهروهظب هولأست لو مكفكا نوطبب هولئساف للا متلأس اذا مكهوجو اهب
“Allah’tan bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile isteyin, ellerinizin tersi ile istemeyin ve ellerinizi (dua sonun- da) yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât, I, 536)

Sahabeden Sehl b. Sa’d;


وعدي و هيبكنم ءاذحب هيعبصا لعجي ناك

“Hz. Peygamber (s.a.s.), parmaklarını  omuz hizasına ka- dar kaldırır ve öyle dua ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, 536)

Hz. Ömer;

مل ءاعدلا يف هيدي عفر اذإ ملسو هيلع للا ىلص للا لوسر ناك ههجو امهب حسمي ىتح امهطحي
“Hz. Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman yüzlerine sürmeden indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11)

Dua ederken mümkünse kıbleye dönülür (Buhârî, De’avât,
24), ellerin içi / avuç açılır, parmaklar omuz hizasına kadar, başı geçmeyecek (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 878) ve koltuk altları gö- rünecek şekilde kaldırılır, dua sonunda eller yüze sürülür. Dua esnasında gözler semaya dikilmez. Peygamberimiz,

ةلاصلا يف ءاعدلا دنع مهراصبأ مهعفر نع ماوقأ ينهتنيل





مهراصبأ نفطختل وأ ءامسلا ىلإ

“Birtakım  kimseler namaz kılarken ve dua ederken göz- lerini semaya kaldırmalarından  ya vazgeçerler ya da gözleri kör olur” (Müslim, Salât, 118) buyurmuştur.

4. Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli

Yüce Allah, Kur’ân’da;


اهب هوعداف ىنسحلا ءامسلا للو

“En güzel isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isim- ler ile dua edin” (A’râf, 7/180)  anlamındaki ayeti ile kendisine, esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini emretmekte ve;

ىنسحلا ءامسلا هلف اوعدت ام ايأ نمحرلا اوعدا وأ للا اوعدا لق

“De  ki: İster  Allah diye  dua edin, ister  Rahmân diye dua edin, hangisiyle dua ederseniz  (edin) en güzel isimler O’nundur” (İsrâ, 17/110) anlamındaki ayet ile “Allah” ismi veya “Rahmân” ismi ya da diğer isimlerinden biri ile dua edi- lebileceğini bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de hadis- lerdeki dua örneklerinde bunu görmekteyiz.

5. Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli

Dua, her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlik- te Arefe günü ve geceleri, Ramazan ayları, Cuma ve bayram gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi, sabah ve akşam vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz akabinde yapılan duaların kabul edileceği ile ilgili hadisler vardır (bk. kabul olan dualar bölümü). Meselâ Kur’ân’da akşam ve sabah dua edilmesine işaret edilmektedir:





كيلع ام ههجو نوديري يشعلاو ةادغلاب مهبر نوعدي نيذلا درطت لو

نوكتف مهدرطتف ءيش نم مهيلع كباسح نم امو ءيش نم مهباسح نم ينملاظلا نم
“Rab’lerinin  rızasını  isteyerek  sabah akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28)

Muttakîler, Kur’ân’da,

نورفغتسي مه راحسلابو

“Seher   vakitlerinde  Allah’tan   bağışlanma dilerlerdi”
(Zâriyât, 51/18) diye övülmektedir.

6. İhlâs İle ve Bilinçli olarak Yapılmalı

Dil ile dua cümlelerini söylerken, zihin başka düşünce- lere dalmamalı; insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelmeli, bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua etmelidir.

هل ينصلخم هوعداف وه لا هلا ل ىحلا وه ينملاعلا بر لل دمحلا نيدلا
“O diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini sadece Allah’a özgü kılarak ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin. Her türlü övgü, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min,
40/65; bk. A’râf, 7/29; Mü’min, 40/14)


نورفاكلا هرك ولو نيدلا هل ينصلخم للا اوعداف





“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis
kılarak O’na dua edin” (Mü’min, 40/14)  anlamındaki ayetler ile
(bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65; Lokman, 31/32)

هل لفاغ بلق نم ءاعد بيجتسي ل للا نأ اوملعاو

“Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul et- mez” (Tirmizî, De’avât, 66) anlamındaki hadis, duanın ihlâslı ve şuurlu yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

7. Kabul olacağına İnanılarak Dua Edilmeli

Yüce Allah’ın  güzel isimlerinden  biri “semî’u’d-dua (duaları işiten / kabul eden)”dir. (Âl-i İmrân, 3/38)  Bu itibarla mü’min dualarını Allah’ın kabul edeceğine inanarak yap- malıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.);

ةباجلاب نونقوم متنأو للا اوعدا

“Kabul edileceğine kesin bir şekilde inanarak  Allah’a dua edin” (Tirmizî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, I, 493) tavsiyesinde bulun- muş ve;

ىنطعأف تئش نإ مهللا نلوقي لو ةلأسملا مزعيلف مكدحأ اعد اذإ هل هركتسم ل هنإف
“Dua  ettiğiniz  zaman, isteğinizi  kesin olarak  isteyin.
‘Allah’ım! Dilersen bana ver’ demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorla- yacak herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât, 21; Müslim, Zikir, 7; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 977)

تئش نإ ينمحرا مهللا تئش نإ يل رفغا مهللا مكدحأ نلوقيل هل هركم ل هنإف ةلأسملا مزعيل





“Biriniz, ‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Di-
lersen bana merhamet et’ diye dua etmesin. İsteğini kesin ola- rak istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse yoktur.” (Ebû Davud, Salât, 358) buyurmuştur.

Bu hadisler, duanın kabul olacağına inanarak yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

8. Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli

Bağırıp çağırarak, yüksek ses ve riya ile değil yalvara- rak ve kısık bir sesle dua edilmesi, Allah ve peygamberin emridir:

نيدتعملا بحي ل هنا ةيفخو اعرضت مكبر اوعدا

“Rabbinize yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55)

ودغلاب لوقلا نم رهجلا نودو ةفيخو اعرضت كسفن يف كبر ركذاو ينلفاغلا نم نكتَ لو لاصلاو
“Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olma- yan bir sesle sabah akşam  an, gâfillerden olma.” (A’râf, 7/205)

لايبس كلذ ينب غتباو اهب تفاخت لو كتلاصب رهجت لو

“Duanda pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/110)

Hz. Âişe validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini söylemiştir. (Buhârî, De’avât, 16) Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî der ki: Allah Resûlü ile birlikte bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle tekbir ve





tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber;

ابئاغلو مصأ نوعدت ل مكنإف مكسفنأ ىلع اوعبرا سانلا اهيا اي مكعم وهو ابيرق اعيمس نوعدت مكنإ
“Ey İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sa- ğır ve uzaktaki birine değil, her an sizinle olan, her şeyi du- yan Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi uyardı. (Buhârî, Cihâd,131; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44)   Hasan el-Basrî,

ةينلعلا يف ةوعد ينعبس لدعت رسلا يف ةوعد

“İçten gizlice yapılan dua açıktan yapılan 70 duaya denk- tir” demiştir. (Abdürrazzak, Dua, No:19645)

Yüksek sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun de- ğildir. Çünkü,

متنك ام نيأ مكعم وهو

“Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4;
bk. Mücâdele, 58/7; Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile;


هاتفش يب تكرحت و ينركذ وه اذا يدبع عم انا

“Beni zikrettiği ve dudaklarını benim için hareket ettirdi- ği zaman ben kulumla  beraberim.” (Hâkim, De’avât, I, 496)

يناعد اذا هعم اناو

“Bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zi- kir, 19) anlamındaki kutsî hadislerde beyan edildiği gibi biz nerede olursak olalım Allah bizimle beraberdir. Allah, bi-





zim kısık sesle bile olsa yaptığımız duaları duyar, hatta;


ديرولا لبح نم هيلا برقا نحنو

“Biz insana şah damarından  daha yakınız” (Kâf, 50/16) an- lamındaki ayette bildirildiği gibi O, bize bizden, şah dama- rımızdan da yakındır. Yüce Allah, Zekeriya peygamberin,

ايفخ ءادن هبر ىدان ذا

“Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı” (Meryem, 19/3) şeklinde dua ettiğini bildirerek bize nasıl dua edeceğimi- zi haber vermektedir. Bu itibarla, duada bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık hareketlerde bu- lunmak doğru değildir.

Duayı sessizce ve yalvararak yapmak, ihlasın gereği- dir. Yüksek sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple Hanefî bilginler, namazda Fatiha sonunda “âmin” kelime- sini sessiz söylemenin daha fazîletli olduğu içtihadında bulunmuşlardır.

Dualar, ibadet şuuruyla, dinî vakar ve ölçülere uygun olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan mah- rum birtakım kişileri memnun etmek için, mana yavanlığı taşıyan, tumturaklı ifadelerle hüner göstermeye girişmek, duanın amacına ve ruhuna aykırıdır. Kur’ân ve Sünnet’te yer alan dualar, kapsamlı ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf, kafiye ve seci yapmaktan kaçınılmalıdır:

ءاعدلا نم عماوجلا بحتسي ملسو هيلع للا ىلص للا لوسر ناك كلذ ىوس ام عديو





“Allah’ın Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı sözler
ile dua etmeyi tercih eder, bunların dışındakileri terk ederdi.”
(Ebû Davud, Salât, 358)  Hz. Âişe validemiz;

ءاعدلا يف عجسلا بنتجاو

“Secili / kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap ve peygamberin bunu kerih gördüğünü bildirmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 979; bk. Buhârî, Dua, 19)

9. Israrla Dua Edilmeli

Mü’min, yüce Allah’tan isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim yerine gelmedi diye duadan vazgeçmemelidir. Sahabeden Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in;

اثلاث لأس لأس اذإو اثلاث اعد اعد اذإ ناك

“Dua ettiği zaman üç sefer tekrar eder ve bir şey istediği zaman yine üç sefer tekrar ederdi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, 107) Peygamberimiz,

ءاعدلا يف ينحلملا بحيل للا نا

“Şüphesiz  ki Allah, ısrarla dua edenleri  sever”  (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1108)   anlamındaki sözleri ile ıs- rarla dua edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.);

ىل بجتسي ملف ىبر توعد دق لوقي لجعي ملام مكدحل باجتسي

“Rabbime dua ettim de kabul edilmedi,  diyerek acele et- mediğiniz sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât,





22; Müslim, Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile ısrarla dua edilme-
sini tavsiye etmiş ve;

ام هايإ اهاتآ لإ ةلأسم للا لأسي هطبإ ودبي ىتح هيدي عفري دبع نم ام تلأسو تلأس دق لوقي لاق ؟هتلجع فيك للا لوسر اي اولاق لجعي مل ائيش طعأ ملو
“Koltuk altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele etmediği  sürece Allah ona istediği- ni vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?”  şeklindeki sorusuna, “İstedim, istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap ver- miştir. (Tirmizî, De’avât, 133)

Sahabeden Ebû’d-Derdâ;

هل باجتسي نا كشوي ءاعدلا ثكي نم

“Kim  çok dua ederse, onun duası daha çok kabul olur” (Ab- dürrazzak, Dua, No: 19644) demiştir.

Dua ettikten sonra sonucu Allah’a havale etmek ge- rekir. Allah, kulunun istediğini hemen verebileceği gibi, daha sonra da verebilir veya kulun isteği, kendisi için ha- yırlı değildir, ona daha hayırlı olanı verir veya mükâfatını ahirete bırakır. (Tirmizî, De’avât, 133)

10. Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli

İnsan, dua ederken, Allah’a karşı saygı ve azabından korku içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli ol- malıdır. Yüce Allah;





يننسحملا نم بيرق  للا تمحر نإ اعمطو افوخ هوعداو

“Korkarak  ve  umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, sözünü  ve  işini en iyi bir şekilde  yapan mü’minlere yakındır” (A’râf, 7/56)  buyurmakta,  ümit ve korku içinde dua edenleri övmektedir:

اممو اعمطو افوخ مهبر نوعدي عجاضملا نع مهبونج ىفاجتت نوقفني مهانقزر
“Onlar (mü’minler); yanları yataklardan uzaklaşırlar (gece kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendi- lerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Secde, 32/16)

Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman derhal boyun eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd eden, O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden ve asla kibir- lenmeyen mü’minlerin, gece kalkıp korku ve ümit ile dua ettikleri (Secde, 32/15) bildirilerek övülmektedir.

انل اوناكو ابهرو ابغر اننوعديو تايخلا ىف نوعراسي اوناك مهنا ينعشاخ
“Onlar  (Zekeriya ve Yahya peygamberler); gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabı- mızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90)

Bu ayette iki seçkin peygamberin, Allah’ın  rahmeti- ni umarak ve azabından da korkarak dua etmeleri övül- mektedir. Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de işaret edilmektedir.





Zikrettiğimiz  üç ayette dua ederken insanın içinde
bulunması gereken tavrı ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir: “Havf ”, “tama’ “, “rağab” ve “raheb”.

“Havf”, “bilinen  veya hissedilen bir işaretten dolayı irkilmek, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak” (Râğıb, s.161), “gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşı- laşma düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi” demektir. (Gazâlî, IV, 286)   Dua ederken korkmaktan maksat ise; günahından dolayı istediği şeyi hak etmeme düşüncesiyle duanın kabul edilmemesi endişesini taşımaktır. (Beydâvî, II, 569)

“Tama’”; Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çoklu- ğu sebebiyle duanın kabul edileceğini ummak, istediğinin verileceğinden ümitvâr olmaktır. (Beydâvî, II, 569)

“Rağab”;  yaptığı duanın  kabul edileceğini, isteğinin verileceğini kuvvetle ümit etmek ve Allah’a yönelmek de- mektir. (Beydâvî, IV, 277)

“Raheb”; günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının reddedilmesinden korkmak demektir. (Beydâvî, IV, 277)

Rağab ve raheb ile havf ve tama’ aynı anlamı ifade eder.
(Nesefî, IV, 277)

Bu dört  kavram; her iş ve görevde olduğu gibi dua ederken de mü’minin korku ile ümit arasında bulunması (beyne’l-havfi ve’recâ) gerektiğini ifade etmektedir.

Ayrıca birinci  ayette dua  eden  kimsenin  “muhsin”, ikinci ayette Allah’ın verdiği rızıktan infak eden, üçüncü ayette ise Allah’a saygı gösteren ve boyun eğen (hâşi’) ol- ması gerektiğine de vurgu yapılmaktadır.





Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla birlik-
te yaptığı duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşünce- sini taşımalıdır. Çünkü yüce Allah, Kur’ân’da,

ءيش لك تعسو يتمحر

“Rahmetim  her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/156), bir kutsî ha- diste ise,

يبضغ يتمحر تقبس

“Rahmetim  gazabımı geçmiştir”  buyurmuştur.  (Beyhakî,
Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1037)

Peygamberimiz (s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi zanda bulunmalarını tavsiye etmiştir:

هدبع نظ دنع برلا ناف ينملاعلا برب نظلا اونسحا سانلا اهيااي

“Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulu- nun, çünkü Rab, kulunun zannı üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1012) Bir kutsi hadiste yüce Allah;

يناعد اذا هعم انا و يب يدبع نظ دنع انا

“Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni andığı zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile;

ةدابعلا نسح نم نظلا نسح

“İyi zanda bulunmak, ibadetin güzelliğindendir.” (Beyhakî,
Şu’abü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1018)

Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın duasını





kabul edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli
ve inanmalıdır.

11. Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü olunmalı, Aşırı
Gidilmemeli

İşlenmesi ve istenmesi dinimizce günah sayılan konu- larda dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule şayan olmaz. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur:

محر ةعيطق وأ مثإب عدي ملام دبعلل باجتسي لازيل

“Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopması- nı istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim, Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:881, 976)

Dinin  haram kıldığı ve yapılması günah olan şeyle- rin elde edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden yapılmamasını istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına çıkmak, haddi  aşmaktır. Allah, aşırı gidenleri ve haddi aşanları sevmez (Bakara, 2/190). Resûlullah (s.a.s.), bu- yurmuştur ki:

مهنم نوكت نأ كايإف ءاعدلا يف نودتعي موق نوكيس

“Bazı toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklar- dır, siz onlardan olmaktan sakının.” (Ebû Davud, Salât, 358)

Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına uyma- mak, istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak olan şeyleri istemek, haram konusunda meselâ oynayaca- ğı kumarda, yapacağı hırsızlıkta, işleyeceği cinayette veya herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım etmesini istemek, yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bu-





lunmak şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi
ve kıtlık olmasını istemek gibi meşru olmayan şeyler için dua etmek veya sebeplere yapışmadan zafer kazanmayı veya çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işle- meye ısrarla devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulun- mak gibi duanın içeriğinde olur. Hem söz hem de içerikte haddi aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul edilmemesinin sebebidir.

12. Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman
Dua Edilmeli

Her insan bir derde, bir sıkıntıya, bir belaya uğradığı zaman Allah’a sığınır, O’na dua eder. Böyle sıkıntılı za- manlarda gönüller bütünüyle Allah’a açılır, samimiyetle ve candan dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s);

سأبلا دنعو ءادنلا دنع ءاعدلا نادرت املق وأ نادرتل ناتنث

“İki dua reddedilmez veya reddedilmesi   çok nadir olur: (Bunlar) ezan okunduğu esnada ve sıkıntı zamanlarında ya- pılan duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur.

Ancak sadece darlıkta, sıkıntıda veya bir korku, kaza ve felâketle karşı karşıya gelindiği zaman değil varlıklı ve sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm sürdüğü anlarda da dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zor- luğa karşı sabır ve dua ile ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere kavuşması durumunda da şükredip dua etme- lidir.

Peygamberimiz (s.a.s.);





يف ءاعدلا ثكيلف بركلاو دئادشلا دنع هل للا بيجتسي نأ هرس نم

ءاخرلا

“Sıkıntılı ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın du- asını kabul etmesini isteyen kimse, rahat zamanlarında çok dua etsin.” (Tirmizî, De’avât, 9)

ةدشلا يف كفرعي ءاخرلا يف للا ىلا فرعت

“Rahatlık zamanlarında Allah’a yönel, O’nu tanı ve O’na dua et ki sıkıntılı zamanlarda da Allah sana yönelsin, seni tanısın ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No:1139)

Sadece sıkıntılı zamanlarda dua etmek doğru olmadığı gibi dua edip sıkıntı geçtiğinde ettiği duayı ve sıkıntıla- rını unutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru değildir. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade et- mektedir:

ام يسن هنم ةمعن هلوخ اذا مث هيلا ابينم هبر اعد رض ناسنلا سم اذاو هليبس نع لضيل ادادنا لل لعجو لبق نم هيلا اوعدي ناك
“İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur da, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…” (Zü- mer, 39/8)

هتيتوأ امنإ لاق انم ةمعن هانلوخ اذإ مث اناعد رض ناسنلا سم اذإف نوملعي ل مهثكأ نكلو ةنتف يه لب ملع ىلع





“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Son-
ra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu, (benim) bilgi(m)  sayesinde bana verildi, der. Hayır, o bir im- tihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49)

انفشك املف امئآق وأ ادعاق وأ هبنجل اناعد رضلا ناسنلا سم اذإو نيز كلذك هسم رض ىلإ انعدي مل نأك رم هرض هنع ام ينفرسملل نولمعي اوناك
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatar- ken, yahut otururken ya da ayakta iken bize dua eder; ama biz onun darlığını açıp kaldırınca  sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları  iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus,  10/12)

ىلإ مهيجن املف نيدلا هل ينصلخم للا اوعد كلفلا يف اوبكر اذإف نوكرشي مه اذإ بلا
“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kı- larak O’na dua ederler. Fakat (Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.” (Ankebût, 29/65)

ةمحر هنم مهقاذا اذا مث هيلا ينبينم مهبر اوعد رض سانلا سم اذاو نۙوكرشي مهبرب مهنم قيرف اذا
“İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rah- met tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak ko- şarlar.” (Rûm, 30/33)

مهيجن املف نيدلا هل ينصلخم للا اوعد للظلاك جوم مهيشغ اذاو





روفك راتخ لك لا انتاياب دحجي امو دصتقم مهنمف بلا ىلا

“(Denizde) onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak Allah’a dua ederler. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı iktisâd eder (Allah’a  yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim ayet- lerimizi (öyle) nankör gaddarlardan  başkası inkâr etmez.” (Lokmân, 31/32)

طونق سوؤيف رشلا هسم نإو يخلا ءاعد نم ناسنلا مأسي ل

“İnsan hayır istemekten usanmaz (dâima malının artma- sını diler). Ama kendisine bir şer dokundu  mu hemen üzülür, ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49)

ءاعد وذف رشلا هسم اذاو هبناجب انو ضرعا ناسنلا ىلع انمعنا اذاو ضيرع
“İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu  mu yalvarıp durur.” (Fussilet, 41/51)

ىلا مكيجن املف هايا لا نوعدت نم لض رحبلا يف رضلا مكسم اذاو اروفك ناسنلا ناكو متضرعا بلا
“Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur (artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allâh’ı bir tanımak- tan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.” (İsrâ, 17/67)

Bu ayetler, insanların genel psikolojisini ve insanın fıt-





ratında olan din duygusunu, Allah inancını, duaya olan ih-
tiyacını, hayır dua etmekten usanmadığını, darlık zamanla- rında herkesin dua ettiğini, duanın ayakta, otururken ve ya- tarken yapılabileceğini, nimete kavuşunca bir kısım insanın nankörlük ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip durdu- ğunu ve ümitsizliğe kapıldığını, nimete kavuşunca yüz çe- virdiğini, ilâhî iradeye uygun olmayan davranışlar sergile- diğini, hatta bir kısmının Allah’a ortaklar koştuğunu, küfre saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar; kınanmakta, darlıkta ve bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a dua edilmesi, dua kabul edilip maksada erdikten sonra du- anın terk edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.

13. Sadece Allah’a Dua Edilmeli

Dua,  sadece  Allah’a  yapılmalı, araya  başka  aracı- lar sokulmamalıdır. Her  namazda  okuduğumuz  Fatiha sûresinde,

ينعتسن كايإو دبعن كايإ

“Sadece Sana ibadet eder, sadece Senden  yardım dileriz” diyerek bunu dile getiriyoruz. Yüce Allah, bize şah dama- rımızdan daha yakındır. (Kâf, 50/16)  Bu sebeple ne istersek, aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin 186. ayetin- de yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:

نۙاعد اذا عادلا ةوعد بيجا بيرق يناف ينع يدابع كلاس اذاو

“Kullarım  sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben onlara ya- kınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim.”

Kur’ân’da duanın sadece Allah’a yapılması önemle vur-





gulanmıştır. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine
mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve iba- det edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. Konuyla ilgili ayetlerin bazısı şöyledir:

ل هنود نم نوعدي نيذلاو قحلا ةوعد هل

هاف غلبيل ءاملا ىلا هيفك طسابك لا ءىشب مهل نوبيجتسي هغلابب وه امو
“Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaş- sın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler.” (Ra’d, 13/14)

Bu ayette, Allah’tan  başka varlıklara dua edenler kı- nanmakta ve Allah’tan başka varlıklara, putlara, türbelere, ölülere yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gide- ceği bildirilmektedir.

ينبذعملا نم نوكتف رخا اهلا للا عم عدت لاف

“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğrayanlardan olursun.” (Şu’arâ, 26/213)

Bu  ayette  sadece Allah’a  dua  edilmesi  istenmekte ve Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmış olacakları bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/40-41; Yunus, 10/106; Kasas,
28/88)

İnsan her isteğini sadece Allah’tan istemelidir. Pey- gamberimiz (s.a.s.);





للاب نعتساف تنعتسا اذا و للا لأساف تلأس اذا

“Bir şey istediğin  zaman Allah’tan iste, bir yardım tale- binde bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et” buyur- muştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1075)

هدبع فاكب للا سيلا

“Allah, kuluna kâfi değil mi?” (Zümer, 39/36)

Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası dokunmayan, hatta zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler (put- lardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet umanlar) şu ayetlerde kınanmaktadır:

ديعبلا للاضلا وه كلذ هعفني ل امو هرضي ل ام للا نود نم وعدي

“Allah’ı bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat vereme- yecek şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12)

يشعلا سئبلو ىلوملا سئبل هعفن نم برقأ هرض نمل وعدي

“Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. (O), ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac, 22/13)

ةمايقلا موي ىلإ هل بيجتسي ل نم للا نود نم وعدي نمم لضأ نمو نولفاغ مهئاعد نع مهو
“Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine ce- vap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabi- lir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5)

Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi gerektiği-





ni, hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah
olduğunu ve boşa gideceğini ifade etmektedir.

14. Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Ve- sile Edilmeli
Mü’min, duanın kabul olması için Allah’ın güzel isim- lerini, işlediği sâlih ve hayırlı amelleri vesile etmelidir. Bu- nun  örnekleri hadislerde vardır. Meselâ Peygamberimiz (s.a.s.), kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasını tavsiye etmiştir:

ىلا ينلكت ل و هلك ينأش يل حلصا ثيغتسا كتمحرب مويق اي يح اي ينع ةفرط يسفن
“Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuk- laması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! Rahmetin sebebiyle senden yardım istiyo- rum. İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 914)

Bu hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile hitaptan  sonra
“rahmeti” vesile edilmiştir.

Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya olarak yolculuğa çı- karlar. Yolda şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Yağmurdan korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar. Dağdan bir taş yuvarlanır ve gelip mağaranın girişini tamamen ka- patır. Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı, izimiz kayboldu, burada olduğumuzu Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, kurtuluşumuz ancak dua ile olur, bu sebeple en güvendiği- niz sâlih bir amelinizi vesile ederek dua edin, belki Allah





bir kurtuluş yolu var eder, derler.

Biri şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaş- lı bir annem-babam vardı. Bir de eşim ve küçük çocuklarım. Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt içirirdim. Bir gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım, uyanmalarını bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma  do- lanıyor, karınlarının acıktığını söylüyorlardı. Ben önce âdetim üzere sütü anne-babama  içirmek istiyordum. Sabaha kadar başlarında  bekledim, nihayet uyandılar ve  onlara sütlerini içirdim. Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahme- tini ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık görünür ve gökyüzünü görürler.

İkinci kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi am- camın bir kızı vardı, ben onu çok seviyordum, ona âşık ol- muştum. Onunla birlikte olmak, ondan murat almak istedim, kabul etmedi. Muradıma erebilmek için yüz dinar para ver- dim. Bu parayı elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum. Tam ilişkide bulunacağım bir anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, nikâhsız Allah’ın mührünü açma (kızlığımı bozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim. Allah’ım! Biliyorsun ki bunu ben sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için ve azabın- dan korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize sema- yı göster.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya biraz daha bulunduğu yerden hareket eder, ışık iyice görünür.

Üçüncü kişi de şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi çalıştırmıştım, iş bitince ücretini





vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı. Ben de bu pi-
rinci ektim, ürününü biriktirdim, nihayet ürünleri satıp pa- rası ile sığır ve koyun aldım. Bir zaman sonra işçi geldi ve bana ‘ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, bana zulmetme, ücre- timi ver’ dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve davarları çobanlarıyla birlikte al, bunlar senin ücretin’ dedim. Bana, ‘Allah’tan kork ve benimle alay etme’ dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu mallar senin’ dedim.  İsteseydim,  sadece bir ölçek pirincini verirdim. Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım. Şu ma- ğaranın kapısını bütünüyle bize açıver.” Bu duanın üzerine taş mağaranın ağzından tamamen uzaklaşır ve mağaradan kurtulurlar. (İbn  Hıbbân,  Ed’ıye, No; 897, 971; Müslim, Zikir  ve Dua, 100; Buhârî, Muzâraa,11)

Üç kişinin başına gelen bu olay, günümüzde olsa, bu kişilerin yanlarında cep telefonu bulunsa ve çekse, bulun- dukları yeri de bilseler, yakınlarına telefon edip kendilerini kurtarmalarını isteyebilirler. Olayın kahramanları için o gün böyle bir imkân yoktur. Şiddetli yağmur yağdığı için iz sürmek suretiyle kendilerine ulaşma imkânı da kalma- mıştır. Bedensel güçleri ile kurtulmaları da mümkün de- ğildir. Allah’ın yardımından başka çareleri kalmamıştır. Allah’a dua etmeye karar verirler. Dualarının kabul olması için Allah rızası için yaptıkları bir ameli, işi veya sırf Allah korkusu ile terk ettikleri bir fiili vesile ederek dua ederler.

Her  üç fiil de kul hakkı ile ilgilidir. Birinci, anne- babasına hizmeti her şeyin üstünde tutmakta, bunu her- hangi bir dünyevî çıkar için değil Allah rızası için yap- maktadır. İkincisi çok arzu ettiği bir isteğine kavuşur, son





anda Allah’a olan saygı ve korkusu ağır basar, bir haramı bu
yüzden terk eder. Üçüncüsü çalıştırdığı bir işçinin emeği- ni zayi etmez, değerlendirir, çoğaltır ve hak sahibine verir. Her üç davranış da takdire değer niteliktedir, Allah’a iman ve ahlâk ön plana çıkartılmış, nefse yenik düşülmemiştir. Bu asil davranışlar vesile edilerek dua edilmiş, Allah da kabul etmiştir.

Biz bu hadisten, kabul olmasını istediğimiz bir duada sırf Allah için yaptığımız amelleri vesile ederek dua ede- bileceğimizi öğreniyoruz. Allah’ın güzel isimleri ve böy- le sâlih ameller vesile edilebilir; ancak türbelere, çalılara bez bağlamak, mum yakmak, adakta bulunmak ve benzeri davranışlar dînen doğru olmadığı gibi bir faydası da ol- maz, hatta bu tür davranışlar, inanca bile zarar verebilir.

Hâkim’in Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir rivayet vardır:

Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kim- seye güzelce bir abdest almasını ve iki rekat namaz kılma- sını ve şöyle dua etmesini emreder:

ملسو هيلع للا ىلص دمحم كيبنب كيلإ هجوتأو كلأسأ ينا مهللا هذه يتجاح يف كبر ىلإ كب هجوتأ ينإ دمحم اي ةمحرلا يبن هيف ينعفشو يف هعفش مهللا يل اهيضقتف
“Allah’ım! Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed (s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygam-





berini) bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şe-
faatçi eyle.” (Hâkim, De’avât, No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526)

Bu hadiste, Peygamberden bir şey istenmiyor, istekler doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın  en sevgili kulu ve son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), du- anın kabulü için vesile ediliyor. Konu ile ilgili üç rivayetten ikisinde, Peygamberimizden bu duayı öğrenen kişinin dua ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No: 1929-1930, I, 526)

15. Dua Sonunda “Âmin”, “Duamı Kabul Et” Denilmeli, Hz. Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli ve Fâtiha Sûresi Okunmalı
Dua bitiminde “âmin” ve

ءاعد لبقتو انبر

“Ya Rabbi! Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Pey- gamberimize salât ve selâm getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha sûresi okunmalıdır.

ىرخلا امهادحإ قفاوف ينمآ ءامسلا يف ةكئلملاو ينمآ مكدحأ لاق اذإ هبنذ نم مدقت ام هل رفغ
“Biriniz ‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’ der. İkisinden biri diğerinin ‘âmin’ demesine denk gelirse geç- miş günahları bağışlanır” (Hemmâm b. Münebbih, Sahîfetü Hemmâm, No:
10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin öne- mini ortaya koymaktadır.

Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde yüce Allah’ın nitelikle- ri bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir:





ميحرلا نمحرلا للا مسب

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”

ينملاعلا بر لل دمحلا

“Hamd (her türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a mah- sustur.”

ميحرلا نمحرلا

“O, rahmândır ve rahîmdir.”



“Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir.”



“(Yâ Rabbi!) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yar- dım isteriz!”

ميقتسملا طارصلا اندها

“Bizi doğru yola ilet.”

ينلاضلا لو مهيلع بوضغملا يغ مهيلع تمعنأ نيذلا طارص

“Nimet verdiğin kimselerin  yoluna. Kendilerine  gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.”

Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir. (Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, 146) Fâtiha’yı okuyan kimsenin duası kabul olur. Bir kutsî hadiste yüce Allah, şöyle buyurmuştur:





“Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm: Yarı-
sı benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine verilecektir.”

Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle demiştir:

“Bir kul, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman yüce Allah; ‘Kulum bana hamdetti’ der.

Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde  yüce Allah, ‘Ku- lum beni övdü’ der.

Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni yüceltti, bana saygı gösterdi’ der.

Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” dediği zaman Al- lah, ‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma, yardım etmek bana aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der.

Kul, “İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en ’amte aleyhim ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği zaman Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir’ buyurur.” (Müs-
lim, Salât, 38)

Sonuç olarak; dua yaparken mübarek vakit ve yerler ter- cih edilmeli, abdest alıp kıbleye dönülmeli, eller semaya kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli, Allah’a hamd ve Peygambere salât ü selâm getirilmeli ve günahlara tövbe ederek duaya başlanmalıdır. Dua eden kişi, konumuna uy- gun bir edep içinde olmalıdır.  Sadece Allah’a dua edil- meli, duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde bulunulmalı, kabûlü için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği inancı taşınmalı, ihlâs ile ve yürekten, kısık bir sesle ve yalvararak dua edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz





sözler seçilmeli, yapmacık sözlerden kaçınılmalıdır. Dua
sonunda Hz. Peygambere salât ve selâm getirilmeli ve eller yüzlere sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13)

Dua her zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz geli- mi; yürürken, otururken ve yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12). Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur:


“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken
Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.
‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân, 3/191)


Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudak- larla yapılmaktan ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya katılmalıdır. Eller, dil ve gönül hep birlikte Allah’a yönel- melidir. Dua esnasında korku ve ümit birlikte bulunmalı, candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir.

Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişman- lık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlana- rak yapılmalı, dua esnasında dinî şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü senâ, Peygam- berimize de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı (Tirmizî, De’avât, 125), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cüm- leleri üç defa tekrar edilmelidir.






















 .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder