27 Mart 2018 Salı

Namaz Namaste Salât




Namaz :
Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)
[ Kutadgu Bilig, 1069]
camāˁat bile [ile] kıl farīża namāz
Farsça namāz نماز "1. saygı veya ibadet amacıyla yere kapanma, temenna, 2. İslami ibadet biçimi" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen namaç veya namāz sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde nəmah- "temenna, ibadet" sözcüğü ile eş kökenlidir.
Nihai anlamı Sanskritçe námas-/namaskar ile aynıdır.


Namaste :
çevrelerini saran ve gülümseyerek geleneksel selamlarını verip 'Namaste' diyen halk onları da gülümsetiyor
Sanskritçe namastē "«sana boyun eğiyorum», Hintçe selam sözü" sözcüğünden alıntıdır. Sanskritçe sözcük Sanskritçe namas नमस् "boyun eğerek saygı gösterme, temenna etme" sözcüğünden türetilmiştir.

Salâ : Arapça ṣlw kökünden gelen ṣalā(t) صلاة "secde, secde ederek yapılan ibadet, namaz" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen ṣəlū, ṣəlūthā צְלוֹתָא sözcüğünden alıntıdır. (Kaynak: Jastrow, Dict. of the Targumim, Talmud Bavli etc. sf. 1282.) Bu sözcük Aramice/Süryanice ṣly kökünden gelen ṣəlā צְלָא "eğilme, bükülme, dönme" fiilinden türetilmiştir.







NAMAZ TEMEL YOGA'NIN 5 HAREKETİNİ İÇERİYOR

Namaz, hem fiziksel olarak hem de ruhen bilinçli ve incelikli bir şekilde kılınmalıdır. Namazın manevi önemi hakkında pek çok tartışma vardır. Fakat fiziksel önemi çoğu zaman göz ardı edilmektedir.
Bir defasında secdedeyken dikkatim dağıldı ve düşünmeye başladım "Hey, bu yoga hareketlerinden bir tanesi" diye! Hayatımda hiç yoga yapmadım fakat yoganın faydalarını biliyordum ve hep yapmak istiyordum. En sevdiğim yoga hareketi "Balasana" diye adlandırılan çocuk pozisyonuydu. O, secde pozisyonunun neredeyse aynısıydı! Yoga ve Namaz arasındaki benzerlikleri çıkarmaya başladım. Hepsi de temel yoga hareketleriydi!
Burada Namaz hareketlerinin Yoga hareketleriyle olan benzerliklerini ve onların sağlığa olan faydalarını keşfedeceksiniz:

KIYAM- NAMASTE:

Kıyam ve Namaste esnasında, her iki ayağa da eşit dağılım vardır. Bu, sinir sistemini gevşetir ve bedeni dengeler. Beden pozitif enerjiyle yüklenir. Bu hareket sırtı dikleştirir ve vücudun pozisyonunu geliştirir. Bu pozisyonda Kurân'dan bir ayet (Fatiha sûresi) söylenir: ‘Bizi Hakikate erdiren yola hidayet et.’ Bazıları, bunun manasının vücudumuzdaki enerji merkezlerinin (çakraların) ayarlanması olarak yorumlamıştır. Kurân'dan daha başka ayetler de okundukça uzun sesli ā, ī, ve ū'nun ses titreşimleri kalbi, tiroiti, beyin epifizini, hipofiz bezini, böbreküstü bezlerini, ciğerleri temizleyerek ve canlandırarak uyarır.

RUKÜ - ARDHA UTTANASANA

Rukü ve Ardha Uttanasana bel, ön gövde, uyluklar ve baldırları esnetir. Kan üst gövdeye pompalanır. Bu hareket midenin, karnın ve böbreklerin kaslarını yumuşatır.

SON OTURUŞ - VARJASANA

Son Oturuş hareketi ve Varjasana ciğerleri toksinlerden arındırmaya yardımcı olur ve kalın bağırsağın bağırsak hareketlerini uyarır. Bu hareket, midenin içindekilerin aşağıya doğru inmesini zorlayarak sindirime yardımcı olur. Varisleri, eklem ağrılarını iyileştirmeye yardım eder; elastikiyeti arttırır ve leğen kemiği (pelvis) kaslarını güçlendirir.

SECDE - BALASANA

Secde, Namazdaki en önemli harekettir. Bu hareket beynin frontal korteksini uyarır. Kalbin beyinden daha yüksek bir pozisyonda olmasını sağlar; bu da kan akışını bedenin üst bölgelerine doğru, bilhassa baş ve ciğerlere doğru arttırır. Bu hareket zihinsel toksinlerin de temizlenmesine olanak sağlar. Bu pozisyon, mide kaslarının gelişmesine olanak tanır ve orta bölümdeki sarkıklığı önler. Hamile kadınlarda ceninin düzgün pozisyonda kalmasını sağlar, kan basıncını düşürür, eklemlerin esnekliğini arttırır ve stresi, endişeyi, baş dönmesini, yorgunluğu ortadan kaldırır.

TEFEKKÜR - MEDİTASYON

Pek çok insan Yoga'yı rahat meditasyon yapmasına yardımcı olması için yatıştırıcı direktiflerle yapar. Bir kişi yumuşak bir ses tonuyla ona nasıl nefes alınacağını, neyin hayal edileceğini ve ne hissedileceğini anlatır. Benzer şekilde, Kurân'ın okunması kişiye kılavuzluk eder. Şu var ki o size Namaz boyunca kılavuzluk yapmakla kalmaz, tüm yaşamınız boyunca yapar. Pek çokları meditasyonu onlara huzur verdiği ve günlük aktivitelerini kolaylaştırdığı için Aydınlanma kaynağı olarak tanımlandırır. Namaz tam da bu amacı gerçekleştirmektedir. Kılavuzluk etme ve huzur İslam'ın temel değerleridir; Namaz'ın günde 5 kez kılınması gerekmektedir. İslam'ın mistik yüzü olan Sufizm'in tefekkürü (İslami meditasyonu) odak noktası yapması için oluşturulması kayda değerdir.
Bunlar Namaz'la ilgili olan bazı yararlardır. Namazın diğer özellikleri ve Kurân okunmasının faydaları için psikoloji, sosyoloji, nörobilim ve daha da fazlasının görüşüne ihtiyaç vardır.
Şu halde, müslümanların 1,400 yıldan fazladır Yoga yaptığını söylersek doğru söylemiş oluruz. O halde, bir dahaki sefere eğer biri size Yoga yapıp yapmadığınızı sorarsa "EVET" deyin!

Namaz
Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)
[ Kutadgu Bilig, 1069]
camāˁat bile [ile] kıl farīża namāz
Farsça namāz نماز "1. saygı veya ibadet amacıyla yere kapanma, temenna, 2. İslami ibadet biçimi" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen namaç veya namāz sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde nəmah- "temenna, ibadet" sözcüğü ile eş kökenlidir.

Nihai anlamı Sanskritçe námas-/namaskar ile aynıdır.

Namaste

çevrelerini saran ve gülümseyerek geleneksel selamlarını verip 'Namaste' diyen halk onları da gülümsetiyor
Sanskritçe namastē "«sana boyun eğiyorum», Hintçe selam sözü" sözcüğünden alıntıdır. Sanskritçe sözcük Sanskritçe namas नमस् "boyun eğerek saygı gösterme, temenna etme" sözcüğünden türetilmiştir.

Daha fazla bilgi için namaz maddesine bakınız.

Salâ : Arapça ṣlw kökünden gelen ṣalā(t) صلاة "secde, secde ederek yapılan ibadet, namaz" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen ṣəlū, ṣəlūthā צְלוֹתָא sözcüğünden alıntıdır. (Kaynak: Jastrow, Dict. of the Targumim, Talmud Bavli etc. sf. 1282.) Bu sözcük Aramice/Süryanice ṣly kökünden gelen ṣəlā צְלָא "eğilme, bükülme, dönme" fiilinden türetilmiştir.





.

19 Mart 2018 Pazartesi

Acun ! Eski Türkçe: "enkarnasyon"



Acun !
Eski Türkçe: "enkarnasyon" [ Uygurca Budist metinler, 1000 yılından önce]
biş ajuntakı tınlıġları biligsiz biligtin öŋüü ötürdüŋüz, bilge biligte yarattıŋız, frnirban kahsanlıġ kıltıŋız [beş enkarnasyondaki/cihandaki canlıları bilinçsiz bilinçten öte götürdünüz, onları bilgelik bilinciyle yarattınız, parinirvānaya layık kıldınız]
Eski Türkçe: [ Uygurca Altun Yaruk, 1000 yılından önce]
yılkı ajunınta toġdumuz érti [hayvan enkarnasyonunda doğmuş idik]
Eski Türkçe: "... dünya" [ Kaşgarî, Divan-i Lugati't-Türk, 1073]
ajun: al-dunyā. Bu ajun [bu dünya], ol ajun [öbür dünya]
Yeni Türkçe: [ Cumhuriyet - gazete, 1934]
Onu gür sesiyle bütün acuna haykırdı
Köken
Eski Türkçe ajun "enkarnasyon, dünya, cihan" sözcüğünden alıntıdır. Eski Türkçe sözcük Soğdca ˀjwn (ajūn) "yaşam, Budist inançta enkarnasyon" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Soğdca jw- "yaşamak" fiilinden türetilmiştir. Soğdca fiil Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *gʷeiə- "yaşamak, canlı olmak" biçiminden evrilmiştir.
Daha fazla bilgi için can maddesine bakınız.
Ek açıklama
TTü 15. yy'dan sonra unutulmuş bir sözcük iken Dil Devrimi döneminde “Öz Türkçe” olduğu varsayımıyla canlandırılmıştır. • İrani bir dil olan Soğd dilindeki sözcük, Farsça cihān "canlılar alemi, dünya" eşdeğeridir.
CAN : [ Kutadgu Bilig, 1069]
yuluġ kıldı [feda etti] mālı teni cānını
Kıpçakça: [ Codex Cumanicus, 1303]
anima: tin vel ǵan [can]
cankurtaran [ Yadigâr-ı İbni Şerif, 1421? yılından önce]
hızırilyās deyü ad vérdik Bursa şehrinde cānkurtaran dérler meşhurdur
[ Meninski, Thesaurus, 1680]
cān atmak (...) cān çekişmek (...) cān virmek (...) cān evi (...) cānü göŋülden
can pazarı [ Evliya Çelebi, Seyahatname, 1683 yılından önce]
nehr-i Tuna'ya atlariyle ve piyādegānleriyle cān pāzārine düşüp
Köken
Farsça ve Orta Farsça cān جان "yaşam" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Soğdca aynı anlama gelen jwān sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Eski Farsça ve Avesta (Zend) dilinde jīva- "yaşamak" sözcüğü ile eş kökenlidir. Eski Farsça sözcük Hintavrupa Anadilinde aynı anlama gelen yazılı örneği bulunmayan *gʷī-wo- biçiminden evrilmiştir.
Ek açıklama
Doğu İran ve Hint dillerinde önseste /j/ ile Batı İran dillerinde /z/ eşdeğerdir. Dolayısıyla Avesta (Zend) dilinde jīva- , Sanskritçe jīvá जीव "canlı", Sanskritçe jīvita जीवित "hayat", buna karşılık Orta Farsça zīvag, zīvantag > Farsça zīve, zinde "canlı".

Fransızca ve İngilizce bio+ "[bileşik adlarda] can, hayat" parçacığından alıntıdır. Fransızca parçacık Eski Yunanca aynı anlama gelen bíos, biot- βίος, βιοτ- sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Hintavrupa Anadilinde aynı anlama gelen yazılı örneği bulunmayan *gʷi-wot- biçiminden evrilmiştir. Bu biçim Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *gʷeiə- "yaşamak" kökünden türetilmiştir.

Ek açıklama
Hintavrupa Anadilinde /*gʷ/ > Eski Yunanca /b/ ve Hintavrupa Anadilinde /*gʷ/ > Latince /v/ ve keza Hintavrupa Anadilinde /*gʷ/ > Hint-İrani dillerde /j/ ve /z/ standarttır. Dolayısıyla Eski Yunanca bio-, biota = Latince viv-, vita = Gaelce beatha = Sanskritçe ijīvita जीवित, Eski Farsça jva- ve Farsça cān. • Hintavrupa Anadilinde *gʷi-wō- biçiminden Eski Yunanca zóiō "yaşamak", zoē "yaşam" türevlerinde görülen /z/ sesi geniş bir literatüre konu olmuştur. • Ayrıca Hintavrupa Anadilinde *gʷi-g- biçiminden İngilizce quick "canlı", Latince vigere, vigor "canlı ve güçlü olmak". 


Cihannüma ! cihān جهان "dünya" ve Farsça numā نما "gösteren" sözcüklerinin bileşiğidir. (NOT: Bu sözcük Farsça numūdan, numā- نمودن, نما "göstermek" fiilinden +ā(n) ekiyle türetilmiştir.)
[ Kutadgu Bilig, 1069]
kutaḏsu atı birsü iki cihān [kutlu adı versin iki cihan]
[ Codex Cumanicus, 1303]
mondus - Fa: dunia alan [dünya alem] - Tr: jaghan ... ǵehan [cihan]
Köken
Farsça cahān veya cihān جهان "dünya" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Orta Farsça gēhān "«canlılar alemi», dünya" sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Eski Farsça gaithā-, gen. gaithānām "canlı varlık, hayvan" sözcüğünden evrilmiştir. Eski Farsça sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *gʷeiə- "yaşamak, canlı olmak" sözcüğünden türetilmiştir.
Farsça numāyiş نمايش "gösterme, gösteri, gösteriş" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Farsça numūdan, numā- نمودن, نما "göstermek" fiilinden +iş ekiyle türetilmiştir. Bu sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen nmūdan, nmāy- fiilinden evrilmiştir.
.

Cazgır: Cihaz, + Gir Türkiye Türkçesi Cihazgir



Cazgır: Cihaz, + Gir Türkiye Türkçesi cihazgir "tören gereçlerini taşıyan, çeyiz taşıyan" sözcüğünden evrilmiştir. Türkçe sözcük Arapça cihāz جهاز "donanım, her türlü tören için gerekli eşya ve gereçler" ve Farsça gīr گير "tutan" sözcüklerinin bileşiğidir.
Cihaz : Arapça chz kökünden gelen cahāz جَهَاز "donanım, teçhizat, aparat" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça cahaza جَهَزَ "donattı" fiilinin fiˁāl vezninde masdarıdır.
Gir : Farsça gīr گير "tutan, sahip olan" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Farsça giriftan, gīr- گرفتن, گير "tutmak" fiilinden türetilmiştir. Bu sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen grēftan, gīr- fiilinden evrilmiştir. (NOT: Orta Farsça fiil Avesta (Zend) dilinde aynı anlama gelen grab- kökü ile eş kökenlidir. Avestaca kök Sanskritçe aynı anlama gelen grabh- kökü ile eş kökenlidir. ) Sanskritçe kök Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *ghrebh- "tutmak, yakalamak" biçiminden evrilmiştir.
Ek açıklamaAynı kökten Germence *grippan > İngilizce grab, grip, grasp, Almanca greifen "tutmak, yakalamak", Eski Yunanca grîphos "balık ağı".

Cazgır: Güreşte pehlivanları meydana çağıran, onları tanıtan kişi.
Etimolojiye dair iki makul görüş var.
1-Şâdgîr'den cazgır. Şâd kuşak anlamında. Kuşak tutan kişi. (Resimde sol üst)
2-Moğolca cargır'dan. Sesli bir şekilde çağırma.
Bir de cihâzgîr'den cazgır görüşü var. Fakat çok sıhhatli durmamaktadır. Tören elbisesi taşıyan kişi demek.
Arapça cihaz kelimesi bugün araç, donanım anlamında kullanılıyor. Gelinlerin çeyiz'i de cihazdan bozmadır.


Derleme 

14 Mart 2018 Çarşamba

Yıldızların çocuğu Avraam



2
Yıldızların çocuğu -1
Avraam Avinu dünyaya geldiği gün ailesine büyük mutluluk getirmişti.
Kral Nimrod’un (Nemrut) sarayında memur olarak görevli olan babası Terah, oğlunun doğumunun şerefine, evinde büyük bir ziyafet tertipledi. Davete saray erkânı, yüksek düzeyde saray görevlileri davetliydi. Sarayın müneccim başı, bu davetin şeref konuğuydu. Oldukça yaşlı olan müneccimbaşı, sofrada şarabı fazlaca kaçırmıştı. Yıldızlar gökyüzünde yükseldiği zaman, sarhoş adam gözlerini gökyüzüne dikti. Yıldızların hareketlerini izliyordu. Birdenbire yerinden fırladı ve haykırmaya başladı:
“Bakın gökyüzünde bir kapı açıldı, doğudan bir yıldız yükseldi. Işıklarını cennete doğru gönderiyor,”dedi.
Diğerleri gökyüzüne baktılar ve hiçbir şey görmediler.
“Aptallar!” diye bağırdı yaşlı adam.
“Siz henüz görmemiş olabilirsiniz, ama ben gördüm; size söylüyorum, bu bir kehanettir,”dedi.
Müneccimbaşı, Kral Nimrod’un en bilgili ve uzman sihirbazı ve yıldız bilimcisiydi. Yıldızları gözlemler ve kehanetlerde bulunurdu.
“Bakın bu ne kadar parlak bir yıldız. Küçük yıldızları içine çekip yutuyor. Bakın, bakın bir, iki, üç, hatta dördüncü bir küçük yıldızı bile içine çekti. Bu bir kehanettir. Başımıza büyük bir felaket çökecek. Hatta bir sürü felaket.”
Yaşlı sihirbaz gitgide daha da çok heyecanlanıyordu.
“Bu kehanetin Terah’ın yeni doğan oğluyla çok yakından ilgisi var,”diye haykırdı.
Terah telaşla: “saçmalık!”diye bağırdı.
“Sakın bana deli olduğumu söyleme” diye bağıran sihirbaz yerinden fırladı;
“Bunu derhal kralımıza iletmem lazım,”dedi.
Sarayın öteki sihirbazları da onu takip ettiler. Müneccimbaşından çekindikleri için, onlar da yıldızı gördüklerini söylediler. Gerçi adam çok sarhoştu ve tek başına ayakta bile duramıyordu ama olsun…
Kral Nimrod sarayında, derin bir uykudayken, gürültülerle uyandı ve karşısında adamlarını gördü.
“Çok yaşayın kralım, Tanrılar sizi korusun” diyerek önünde eğildiler.
“Çok önemli olmasa sizi rahatsız etmezdik ama bu gün sarayınızda memur olarak çalışan Terah’ın bir erkek çocuğu doğdu. Evinde hep beraber bunu kutlarken, gökyüzünde çok büyük ve parlak bir yıldız belirdi. Doğu’dan yükseliyordu ve küçük yıldızların hepsini  teker teker yutuyordu,”dedi. Diğerleri de hep bir ağızdan “biz de gördük” diye şahitlik ettiler.
Kral, “Peki bunun anlamı nedir?” diye sordu.
Müneccimbaşı; “Bunun anlamı majesteleri, biri hepimize üstün gelecek, bizleri yok edecek. Onun soyundan gelenler ise hepimize hükmedecek. Yani Terah’ın oğlu hepimize hükmedecek.”dedi, esrarlı ve alçak bir sesle…
Zalim Kral Nimrod: “Bana lütfen tavsiyelerinizi söyleyin” dedi.
Ertesi gün kral, Terah’ı huzuruna çağırdı. Ona verdiği üç günlük mühletten sonra yeni doğan oğlunu ona teslim etmesini emretti. Terah’ın yalvarmaları kâr etmedi. Eve üzgün dönen Terah ancak ikinci gün karısına olanları anlattı.
Karısı ona, “hayır kesinlikle oğlumuzu krala teslim etmeyeceğiz. Madem böyle bir kehanet var, demek ki bizim oğlumuz büyüdüğü zaman büyük bir adam olacak. Şimdi, kölemizin yeni doğan hastalıklı bebeğini al ve sanki kendi bebeğinmiş gibi ona teslim et. Kral farkına bile varmaz. Kendi oğlumuzu da güvenli bir yerde saklar, gözlerden uzak onu büyütürüz. Kimsenin de haberi bile olmaz.” dedi.
Terah’ın içi ferahladı, hemen kölesinin, kendi oğlu ile aynı gün doğan hastalıklı bebeğini güzelce giydirip saraya götürdü ve Nimrod’un ellerine verdi. Zalim kral, küçük bebeğin yüzüne bile bakmadan, onu kendi elleriyle bir hamlede öldürüverdi.
Bebek Avraam ise, aynı saatlerde dadısı tarafından, evlerinin hemen yakınındaki ormanın içinde bulunan bir mağaraya götürüldü. Çocuk uzun yıllar boyunca orada özenle ve salimen büyütüldü.
Terah ve karısı sık sık oğullarını yoklamaya giderlerdi. Ama Terah’ın büyük oğlu Haran’ın kardeşinin varlığından haberi yoktu. Avraam o mağarada dadısıyla birlikte on yaşına kadar yaşadı, onu ne kimse gördü ne de bildi.
Avraam’ın ağabeyi Haran kendisine ait bir atölyede, tahta ve topraktan putlar yapıp, insanlara satardı. İnsanlar bu putlara tapınır, onlara yakarırlardı. Mağaradan, eve getirdiği küçük Avraamı da babası, atölyeye  Haran’ın yanına çırak olarak koydu. Çocuk da Haran’ın gerçek ağabeyi olduğunu bilmezdi.
Yıldızların oğlu Avraam garip bir çocuktu. Putlara inanmıyordu. Haran’a “Bütün gün gökyüzünü inceliyorum. Gündüz güneşi, gece ayı ve yıldızları gözlemliyorum” demişti. Haran ise ona “Gökyüzünde sürekli değişimler var, bunlarla ilgileneceğine putuna sarıl ve huzuru bul...”demekle yetinmişti.
Bu bir süre küçük çocuğu etkiledi, ama tatmin etmedi. Bir gün koşarak Haran’ın yanına geldi. “Bir şey keşfettim” dedi.”Gökyüzündeki güneş, ay ve yıldızlar bir güce sahip değiller. Onların üzerindeki görünmeyen bir güç, hem onları hem de hepimizi yönetiyor. İşte bu güç benim Tanrı’mdır” dedi.
Avraam babasına gidip sordu;
“Güneşi, ayı ve yıldızları kim yarattı?
“Bilmiyorum” dedi Terah.
“Ben bunları senin putlarına sordum, bana cevap vermediler…”dedi.
“Onlar konuşamazlar,”dedi Terah.
“O halde neden onlara konuşup, yakarıyorsun?”
Terah bu soruya cevap vermedi.
Çocuk annesine de aynı soruları sordu. Annesi ona putların, evlerinde sahip oldukları şeyleri yarattığını söyledi. Çocuk: “Ama bu aptal putlar toprak ve tahtadan yapılıyor. Üstelik hemen de kırılıveriyorlar” deyince onunla başa çıkamayıp, kendi haline bıraktılar.
Avraam, boş vakitlerinde, evlerinin önündeki basamakta oturup, saatlerce gökyüzünü incelerken, onların gerisindeki muhteşem gücün ne olduğunu keşfetmeye çalışırdı.
Bir keresinde ağabeyi Haran gülerek ona: “Sen ilerde çok büyük bir yıldız bilimcisi olacaksın galiba, sen hepsinden daha büyük olacaksın. Bence sen yıldızların yarattığı bir Yıldız Çocuk’sun” dedi.

Bunu duyan Terah oğlu Haran’a çok sinirlendi, içi korkuyla titredi. Çocuğun yaşamındaki büyük sırrın ortaya çıkmasından korkuyordu çünkü.


Yıldızların çocuğu -2
Bir gün Haran kardeşine:  “Ben babamla ormana ağaç kesmeye gidiyorum, ortalıkta fazla dolaşma, dükkânda otur ve müşterilerle ilgilen” dedi.
Haran’ın gitmesinden az sonra dükkâna yaşlı bir adam geldi;
“Dün akşam putum yere düştü ve kırıldı. Bana daha sağlam ve güçlü bir tane lazım” dedi.
Çocuk adama bakıp, “Senin gerçekten de daha güçlü bir Tanrı’ya ihtiyacın var” dedi alaylı bir sesle. “Sen kaç yaşındasın?”diye sordu. “Tam  60 yaşındayım oğlum,”dedi adam.
“Yaşlanmışsın ama olgunlaşmamışsın ki hâlâ heykellerden medet umuyorsun” dedi ufaklık alayla. Rafta duran putlardan birini vurduğu bir fiskeyle yere düşürdü ve put parçalandı. Yaşlı adam, korku ve dehşetle dükkândan dışarıya koşarak kaçtı. Onun ardından içeriye bir kadın girdi. Ağlamaklı bir sesle, “Ben çok yoksulum, bu yüzden kendime bir put satın alamıyorum, izin verirsen buradaki putlardan birine azıcık bir parça ekmeğimden vermek istiyorum.”dedi. Avraam gülerek, “hangisine istiyorsan verebilirsin.”dedi. Kadın en küçüklerinden bir tanesinin önüne ekmek parçasını koydu.
Avraam kadına, “Bu çok küçük, sen daha büyük bir tane seçmelisin,”diyerek ekmeği aldı daha büyük bir putun önüne koydu. “Bu ekmeği yemezsen, seni paramparça ederim,” dedi. Büyük put tabii ki ekmeği yemedi, o da, kadının önünde onu yere itti ve parçaladı. Kadın da titreyerek dehşet ve korku içinde koşarak dışarı kaçtı.
Avraam, ekmek parçasını tek tek bütün putların önüne koydu ve ardı ardına hepsini yere fırlatıp kırmaya devam etti. Bu arada yaşlı adam ve yoksul kadın şahit oldukları olayları herkese tek tek anlatarak, öfkeli bir insan ordusu yarattılar. Öfkeli kalabalık, bağrışarak dükkânın önüne doluştular.
“Ne cüretle böyle yapıyorsun?” diye sorarak çocuğun üzerine yürümeye başladılar.
“Ben mi?”diye sordu, elindeki sopalı çok büyük bir putu göstererek, “Ona sorun” dedi. “Ekmeği yemedikleri için bütün putlara kızdı. Elindeki sopayla hepsini parçaladı,”dedi.
Kızgın ahali duraksadı. En azından Terah ile Haran’ın dönüşünü beklemeye karar verdiler. Döndükleri zaman Haran öfkeyle gözlerini açarak, “Buranın hali nedir böyle?”diye bağırdı. Avraam masum bir bakışla, “Haaa, bunlar mı? Saçmalık işte, aralarında kavgaya tutuştular, eli sopalı en büyük put hepsini kırıp tuzla buz etti…”dedi.
“Saçma!” diye haykırdı Haran; “Onlar böyle bir şey yapamazlar ki!” dedi. Avraam, “öyleyse sor şu putuna, sana yalan söylemediğimi anlatsın.”dedi. Babaları Terah; “Bu aptalca konuşmalarını kes!”diye bağırdı.
 Avraam,“Sizin tanrılarınız çok gülünç” dedi.”Şimdi bu elimdekinin suratına tükürürsem, beni döveceğine inanır mısın?”dedi alayla…
Sonra kimse mani olamadan, elindeki büyük putun yüzüne tükürdü ve yere atıp paramparça etti. Bütün bunlara şahit olan insanlardan birkaçı saraya giderek olanları anlattılar ve çocuğu ihbar ettiler. Kral Nimrod’un emriyle Avraam, Haran ve Terah’ın  elleri zincirlenerek tutuklandılar. Saraya getirildiler.
Kral kızgınlıkla bağırdı; “Aranızdan hanginiz putları kırdı?” Avraam öne çıkarak. “Ben kırdım. Çünkü hepsi de nankör. Onlara sunulan ekmeği yemediler,” dedi ve ekledi “Bunlar bu kadar akılsızsa nasıl tanrı olabilirler?” Sarayda bulunanlar homurdanmaya başladılar. Nimrod sakin olmaya çalışarak gülümsedi, herkesi susturdu çocuğa dönerek; “Eğer putları yetersiz buluyorsan, ateşe tapınabilirsin” dedi. Çocuk hemen atladı. “ Ateş su tarafından söndürülebilir” dedi. Nimrod yine sakince, “O zaman suya tapın” dedi.
“Ama bulutlar suları kendi içlerinde tutuyorlar.”diye karşılık verdi.
“Rüzgârlar bulutları dağıtır” dedi kral sabırsızca. Çocuk ise, “ Ama insanlar rüzgârdan korunabilirler” deyince, Haran korkuyla atladı; “O,bu şekilde saatlerce konuşup size laf yetiştirebilir kudretli kralım” diye inledi, “O,YILDIZLARIN ÇOCUĞUDUR”…
“Yıldızların Çocuğu mu?”diye atıldı müneccimbaşı, “Şimdi hatırladım majesteleri, bu çocuk, Terah’ın o gün dünyaya gelen oğludur. Yıldızların kehaneti gerçek oldu.”Sonra devam etti, “Bu çocuk bizim tapındığımız kutsal putlarımızı kırdı, Onları yok etmek için doğdu. Sonra sıra bize gelecek. Hiç şüphem yok” diye tısladı.
“Gerçekten de Yıldızların Çocuğu  olduğu doğru mu?”diye Terah’a sordu. Terah cevap vermedi ve boynunu büktü. Haran, “ Doğrudur majesteleri” dedi. “Ben uzun zamandır onu izliyorum. Buna çoktandır eminim,” diye bağırdı.
Kral, Haran’a öfkeyle,”Öyleyse neden daha önce gelip bana haber vermedin?”dedi.
“O halde Yıldızların Çocuğu’nu kendi öz tanrım ateş ile sınayacağım. Haran sen de ateşe atılacaksın, çünkü beni haberdar etmedin,” dedi. Sonra Terah’a dönerek; “Senin cezan da iki öz oğlunun diri diri yakılmasına şahit olman olacak. Böylece acıların en büyüğü ile cezalandırılmış olacaksın,” dedi.
Fırının ateşi son derece güçlüydü. Her zamankinden kat kat daha azgındı sanki… Çocukları ateşe itecek olan cellât hemen yanıp küle döndü. Bu sefer 12 cellât birden görevlendirildi, hepsi aynı ateşte yanıp tutuştular. Alevler Haran’ı sardılar ama hemen geri çekildiler, ondan uzak bir mesafede yanmaya devam ettiler.
Avraam hiç tereddüt etmeden ateşin içine atladı. Alevlerin içinde hiç yanmadan yürüdü, elindeki zincirler eridi, o öylece ateşin içinde durup gözlerini Kral Nimrod’a sapladı. Nimrod olanları izlerken dehşetle titriyordu. Avraam’a  “Dışarı çık çocuk ve lütfen beni bağışla” dedi.
Avraam, ateşin içinden konuştu, “Adamlarına söyle, beni buradan çıkarsınlar,” Çocuğu fırından çıkarmaya yeltenen bütün nöbetçiler çılgın alevler tarafından yanıp yutuldular. Sonunda çaresiz kalan kral, çocuğa onun Tanrı’sının önünde  diz çökeceğini söyleyince, çocuk alevlerin içinden yürüyüp sapasağlam dışarı çıktı.
Kral, tüm saray erkânı, şikâyete gelen ahali, hatta babası Terah ve ağabeyi Haran bile önünde diz çöküp secde ettiler.
Avraam onlara bakarak; “Bana değil. Gökyüzündeki güneşin, ayın ve yıldızların üzerindeki cennette hüküm süren gerçek Tanrı’nın önünde secde edin ve ona tapınıp yakarın,” dedi ve devam etti; “Çünkü onun kudreti ve haşmeti tüm evreni kaplamaktadır,”dedi.
Kral Nimrod, küçük çocuğu ve ailesini elleri kolları birçok değerli armağanla birlikte barış içinde evine geri yolladı.
 *Hikâye ilgili notlar: Bu öykü Babil Talmud’undaki bir risaleden alınmıştır. Daha sonra halk arasında folklorik bir öğe kazanarak, çeşitli biçimsel anlatımlarla zenginleştirilmiştir. Hatta Ladino dilinde söylenen bir şarkıya da esin kaynağı olmuştur. ‘Kuando el Rey Nimrod.’ adlı bu şarkı Sefarad Yahudilerinin folklorik şarkılarının içinde en çok bilinenlerinden biridir.
Okuduğunuz hikâye ise ‘JEWISH FAIRY TALES AND LEGENDS, BY AUNT NAOMİ’ adı ile Gertrud Land-1919 tarafından kaleme alınmıştır.


(Naomi Teyze’nin Yahudi Peri Masalları ve Efsaneleri-Gertrud Land-1919)

13 Mart 2018 Salı

Yahudilikte Cennette görevli melekler



3
Yahudilik ve Melekler (8): Cennette görevli melekler
Cennette, tabiat olayları ve kâinat ile ilgili birçok konuda görevli melekler vardır. Enoh(Hanoh) kitabında bu meleklerden çokça söz edilmektedir.
Ölüm Ve Kötülük Meleği: Samael
Ateş Meleği: Gabriel
Rüzgâr Meleği: Ruhiel
Şimşek Meleği: Barkiel
Kasırga Meleği: Za’miel
Fırtına Meleği: Zakkiel
Deprem Meleği: Sui’el
Kısa Yağmurların Meleği: Za’fiel
Yıldırım Meleği: Ra’miel
Hortum Meleği: Ra’şiel
Kar Meleği: Şalgiel
Yağmur Meleği: Matriel
Gündüz Meleği: Şamşiel
Gece Meleği: Leliel
Güneş Sisteminin Meleği: Galgiel
Dolunay Meleği: Ofaniel
Yıldızların Meleği: Kokabiel
Takım Yıldızlarının Meleği: Rahtiel.
ASTROLOJİ VE MELEKLER
Daha önceki haftalarda sizlere bahsettiğim, Kabala’nın Hayat Ağacı (SEFİROT)  üzerindeki isimlerin özelliklerinden söz etmek istiyorum.
1. KETER: Anlamı: Taç, Planeti: Uranüs,  Burcu: Kova, Kıymetli Taşı: Pırlanta, Bitkisi: Badem, İlahi Adı: Eheieh, Meleği: Metatron, Melek Sınıfı: Hayot Hakodeş (Kutsal Varlıklar)
2. HOHMA: Anlamı: Bilgelik, Planeti: Plüton, Burcu: Başak, Değerli Taşı: Sarı Yakut-Turkuaz-Yeşim Taşı, Bitkisi: Amarant (Renkleri koyu mordan, kırmızıya ve altın rengine kadar değişiklik gösteren süs bitkisi, tohumları yenebilir), İlahi Adı: Yah
Meleği : Raziel, Melek Sınıfı: Ofanim (Tekerlekler)
3. BİNA: Anlamı: Anlayış, Planeti: Neptün, Burcu: Oğlak - Balık,  Değerli taşı: Sarı Safir, İnci, Lapis, Lazuli, Aquamarin, Bitkisi: Selvi Ağacı; Haşhaş, İlahi adı: Elohim, Meleği: Tzafiel, Melek Sınıfı: Erelim (Cesurlar, kahramanlar)
4. HESED: Anlamı: Merhamet, Planeti: Jüpiter-Juno Asteroid’i, Burcu: Yay, Değerli Taşı: Ametist-Safir, Bitkisi: Zeytin Ağacı-Yonca-Lavanta, İlahi Adı: El, Meleği: Tsadikiel, Melek Sınıfı: Haşmalim (Parıldayan Varlıklar)
5. GEVURA: Anlamı: Cesaret, Planeti: Mars-Pluto
Burcu: Koç - Akrep, Değerli Taşı: Yakut-Turmalin, Bitkisi: Meşe Ağacı
İlahi Adı: Elohim Gibor, Meleği: Şamuel(Kamael), Melek Sınıfı: Serafim
6.TİFERET: Anlamı: Güzellik ve Armoni,  Planeti: Güneş-Vesta Asteroid’i, Burcu: Aslan, Değerli Taşı: Topaz-Sarı Pırlanta, Bitkisi: Akasya Ağacı, Defne Ağacı, Üzüm Veren Asma, İlahi Adı: Eloay Ve-Daath, Meleği: Rafael, Melek Sınıfı: Malahim (Melekler)
7. NETZA: Anlamı: Zafer, Planeti: Venüs, Burcu: İkizler, Değerli Taşı: Zümrüt, Bitkisi: Gül, İlahi Adı: Tzabaoth, Meleği: Haniel, Melek Sınıfı: Elohim(Tanrılar)
8. HOD: Anlamı: İhtişam, Planeti: Merkür
Burcu: İkizler-Boğa, Değerli Taşı: Opal, Bitkisi: Moly (Sarı Çiçekli Bir Bitki), Basıl, Okakiptüs Ağacı, Nane
İlahi Adı: Elohim Tzabaoth, Meleği: Mihael, Melek Sınıfı: Bene Elohim (Tanrı’nın Oğulları)
9 YESOD
Anlamı: Temel; Esas, Planeti: Ay
Burcu: Yengeç, Değerli Taşı: Kuartz,
Bitkisi: Adamotu (Akdeniz İkliminin Çilek Tadında Karakteristik Bir Bitkisi), Damiana (Aromatik Yaprakları Olan, Küçük Sarı Çiçekli Bir Çalı), İlahi Adı: Şaday El Hay
Meleği: Gabriel, Melek Sınıfı: Kerubim
10. Sefira: MALKHUT
Anlamı: Krallık, Planeti: Satürn –Yeryüzü-Nibiru Gezegeni, Burcu: Oğlak, Değerli Taşı: Kaya Kristali – Tuz, Bitkisi: Zambak, Sarmaşık, Söğüt, Sedir Ağacı, Amber, Mür,
İlahi Adı: Adonay Ha –Eretz, Meleği: Sandalfon, Melek Sınıfı: İşim (İnsansı Varlıklar)
MELEK YİYECEĞİ
Tanrı’nın en önemli mucizelerinden Biri MAN mucizesidir.
Tanrı, Tevrat’ta okunabileceği gibi, israiloğulları için çok önemli ve unutulmaz mucizeler yaratmıştır. Bu mucizeler Tanrı’nın kanunlarını öğretici bir biçimde, Yahudi ulusunun belleklerine kazımıştır. Bu mucizelerin belki de en ilginç olanlarından bir tanesi ‘MAN’ mucizesidir.
Şemot (Çıkış) Kitabı’nın 16. bölümünde bu mucize şöyle tasvir edilmektedir:
“Ve Rab Moşe’ye söyleyip dedi: İsrailoğullarının söylendiğini işittim; onlara söyleyip de Akşamüstü et yiyeceksiniz ve sabahleyin ekmekle doyacaksınız ve bileceksiniz ki Tanrı’nız Rab benim. Ve vaki oldu ki, akşamları bıldırcınlar gelip ordugâhı kapladılar ve sabahleyin ordugâh çiğle kaplanmıştı. Ve düşmüş çiğ kalkınca işte çölün yüzünde, toprağın üzerinde kırağı gibi küçük bir şeyler vardı. Ve İsrailoğulları görüp birbirlerine sordular: Bu Nedir?( MA HU?),ve Moşe onlara; bu Rabbin ekmek olarak size verdiği yemektir.(…)”
Bu ekmeği her gün adam başına birer pay olarak topladılar. Cuma günleri ise adam başına ikişer pay topladılar, çünkü ertesi gün Şabat günüydü ve gökten ekmek yağmıyordu.
“Ve İsrail evi onun adını MAN koydular; o kişniş tohumu gibi beyaz ve lezzetli, ballı yufka gibiydi… İsrailoğulları, çölde geçen 40 yıl boyunca her gün MAN yediler.”ÇIKIŞ:16
İnsanlar MAN yiyeceğinden çok fazla topladıkları zaman, bunlar kurtlanır ertesi gün yenemezdi. Sadece Şabat günü için toplanan iki paylık MAN kurtlanmazdı.
Böylece Tanrı insanlara O’na güvenmeleri gerektiğini öğretti. Açgözlülük ve hak yeme yapılmadığı takdirde Tanrı’nın herkese günlük rızkını vereceğini öğrendiler. Bu mucize, insanlara Tanrı’nın takdir ettiği miktarlara şükredip mutlu olunması gerektiğini öğretir. İnsana elindeki imkân ve kazanımlarla yetinip, şikâyet etmemeleri için eğitim verir
MELEK KEKİ
“Meleklerin Tatlı Ekmeği” veya “Melek Keki”,görüntüsü ve tadıyla meleklerin zarafetini ve yumuşaklığını simgelemektedir. Cennetteki meleklerin de tıpkı bu kek gibi yumuşacık ve tatlı oldukları düşünüldüğünden böyle bir yiyecek yaratılmıştır.
KEKİN HİKÂYESİ
1800’lerin sonunda ABD’de, kek yapımında kullanılan madeni yumurta çırpıcıları icat edildi. O döneme değin yumurta sarılarını ve aklarını dakikalarca çatalla vurup kabartmak yerine, icat edilen bu çırpıcılar, mutfaklarda kadınların hayatını kolaylaştırdı.
İşte tam bu dönemde ABD’de yaşayan Hıristiyan ve Yahudi topluluklarında çok popüler olan bir kek tarifi kadınların arasında yayılmaya başladı. Kekin adı ve tarifi Tevrat’taki MAN mucizesinden etkilenerek yaratıldı. Tevrat’ın çıkış bölümünde bahsedilen “kişniş tohumu kadar beyaz ve tadı ballı yufka gibiydi,” cümlesinden esinlenerek ve David’in 78.Mizmor’unda  yazdığı gibi;
“Ve yemek gibi üzerlerine man yağdırdı
Ve göklerin buğdayını onlara verdi,
Her biri kudretliler (melekler) ekmeğini yedi;
Onlara doyuncaya kadar yiyecek gönderdi,”
dizelerinden esinlenerek yarattıkları kekin adına “MELEK KEKİ” adını verdiler.
BU meleksi kek, çok hafif, açık sarı renkli, yağsız ve yumuşacık bir yiyecek olup, sağlığa zararlı değildir. Aksine Düşmüş kötülük melekleri gibi, karanlık, yağlı çikolatalı kekler gibi ağır ve sağlığa zararlı değildi. Onların hem hazmı zordu hem de karaciğeri yorardı.
Şaka bir yana, ABD’de bu kek,1800’lerden beri hala çok sevilerek yenilmektedir. Tıpkı iyilik meleklerinin hala sevildikleri gibi…


KEKİN TARİFİ
MALZEMELER:
1-1/2 bardak yumurta akı
1-1/4 bardak pudra şekeri
1 bardak un
1,5 tatlı kaşığı tartar kremi
1 tatlı kaşığı vanilya esansı
1/2 tatlı kaşığı badem esansı
1 bardak şeker
YAPILIŞI: Oda sıcaklığında bekletilmiş yumurta aklarına, tartar kremi, pudra şekeri, badem ve vanilya esansları ilave edilerek, mikserin en yüksek devri ile 20 dakika çırpılır. Aklar artık neredeyse sertleşince ve kar haline gelince, ayrı bir kapta birlikte üç kere elenen un ve şeker ağır ağır yumurtalı karışıma ilave edilir ve mikserle sürekli karıştırılır. Karışım bir kek kalıbın dökülür üzeri bıçakla düzeltilir. 160 derecelik fırında yaklaşık 40 dakika pişirilir. Kek pişince fırından alınır, iyice soğuduktan sonra kalıptan dikkatlice çıkarılır. Arzu edilirse üzerine vanilyalı dondurma konularak ikram edilir. AFİYET OLSUN ϑ

SON  SÖZ: Böyle tatlı yiyip tatlı konuşarak ‘MELEKLER SİZİNLE OLSUN’ yazı dizimizin sonuna geldik. Bu anlatılan konuların tümünün, Tevrat, Kabala, Zohar, Talmud, Midraş ve Rabinik çalışmalardan kaynaklandığını unutmadan, Tanrı’nın ve meleklerinin tüm iyiliğinin üzerinizde olması dileklerimi lütfen kabul edin.

"MALAHİNES KE VOS AKOMPANYEN" - Ladino deyişiyle "Melekler Sizinle Olsun"