31 Temmuz 2017 Pazartesi

MAM EBÛ HANÎFE ve ALLAH TEÂLÂ’NIN CİHET VE MEKÂNDAN TENZİHİ



MAM EBÛ HANÎFE ve ALLAH TEÂLÂ’NIN CİHET VE MEKÂNDAN TENZİHİ
Bu makale Ebubekir Sifil Hoca'nın, Vahdet Gazetesi'nde -aynı başlıkla- seri olarak yazdığı 4 makaleden oluşmaktadır.

Soru: İmam-ı A’zam’ın Allah’ın gökte olduğunu söylediği, Allah gökte değildir diyenleri tekfir ettiği naklediliyor, doğru mu? Doğruysa Allah mekândan münezzehtir sözü Ehl-i Sünnet’e ait bir inancı yansıtmıyor demektir. Ya da İmam-ı A’zam’ın Ehl-i Sünnet olmadığını söylememiz gerekir. Doğrusu nedir?
Cevap:
İmam Ebû Hanîfe’nin, Allah Teala’nın gökte olmadığını söyleyenin ya da Allah Teala’nın gökte olduğunu inkâr edenin kâfir olduğunu söylediği, itikadda Selef çizgisini takip ettiğini söyleyen pek çok kimse tarafından iddia edilmiştir/edilmektedir. Bu, ya cehaletten ya da bilerek saptırma gayretinden kaynaklanan vahim bir hatadır. Konu hakkında farklı eserlerinde söylediklerini bir bütün olarak ele almadan İmam’ın bu bağlamda ne dediğini ortaya koymak mümkün değildir. Onun, ilgili ifadelerinin bir kısmını cımbızlayarak varılan bu tarz neticeler, onun tavrını yansıtmaktan kesinlikle uzaktır.
İmam Ebû Hanîfe’nin konu hakkında farklı eserlerinde yer alan ifadeleri, Beyâzîzâde tarafından el-Usûlu’l-Münîfe‘de bir araya getirilmiştir.(1) Önce o ifadeleri toplu halde görelim:
“el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Allah, mahlukların sıfatlarıyla tavsif edilmez.”(…)
El-Vasıyye‘de şöyle demiştir: “Allah, ihtiyaç duymaksızın ve üzerine yerleşmeksizin Arş‘a istiva etmiştir.”(…)
“el-Vasıyye‘de şöyle demiştir: “O (Allah Teala) ihtiyacı olmaksızın Arş‘ı da Arş‘ın dışındaki mahlukları da koruyandır. Eğer muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi (olur), alemi yaratmaya ve yönetmeye muktedir olamazdı. Eğer (Arş‘ın üzerine) “oturma”ya ve “yerleşme”ye muhtaç olsaydı, (böyle düşünenlere) Arş‘ı yaratmadan önce neredeydi (diye sorarız)? Allah Teala uluvv ve büyüklükle bundan yüce (ve münezzeh)dir.”
“el-Fıkhu’l-Ebsat‘ta şunları söylemiştir: “Allah Teala vardı ve mekân yoktu. O, mahlukatı yaratmadan önce de vardı. “Nerede”, “mekân”, “şey” (gibi kavram ve varlıklar) yokken de O vardı. O her şeyin yaratıcısıdır. O’na (dua edilirken) “aşağıya” değil, “yüceye/yukarıya” yönelerek dua edilir. Çünkü “aşağılık”, herhangi bir şekilde uluhiyet ve rububiyet vasıflarından değildir. Hadisteki durum da bu bağlamda varit olmuştur: Bir adam Hz. peygamber (s.a.v)’e siyahî bir cariye getirerek, “Bir mü’min köle azad etmem vacip oldu. Bunu azad etsem yeterli olur mu?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v) cariyeye, “Sen mü’min misin?” diye sordu. Cariye “Evet” deyince, “Allah nerede?” diye sordu. Cariye eliyle semayı işaret etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Onu azad edebilirsin. Zira o mü’mindir” buyurdu.”
“Kim, “Bilmiyorum Rabbim semada mı, yoksa yerde mi” derse kâfir olur. Aynı şekilde, “O (Allah Teala) Arş‘ın üzerindedir; ancak bilmiyorum Arş semada mı, yoksa yerde midir” diyen de (kâfir olur).”
“el-Vasıyye‘de şöyle demiştir: Cennet ehlinin, keyfiyetsiz, teşbihsiz (mahlukata herhangi bir bakımdan benzeme söz konusu olmaksızın) ve cihetsiz bir şekilde (herhangi bir yönde olmaksızın) Allah Teala ile mülaki olması haktır.”
“el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Cennetteyken mü’minler O’nu, baş gözleriyle görecekler. O’nunla mahlukatı arasında mesafe olmaz.” (…)
“el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Allah Teala’nın uzaklığı ve yakınlığı, mesafe uzunluğu ve kısalığı tarzında değil, (mü’minlere) lütufta bulunma ve (kâfirleri) zelil etme tarzındadır. İtaatkâr kul O’na keyfiyetsiz şekilde yakındır, isyankâr da (aynı şekilde) uzaktır. O’na yakınlık ve yönelme, O’na münacatta bulunan kimselerin bu durumudur. Cennette O’nun yakınında olma, huzurunda durma ve ahiretteki rü’yet de aynı şekilde keyfiyetsiz olacaktır.” (2)
İmam Ebû Hanîfe'den, "Allah Teala-mekân ilişkisi" konusunda aktardıklarımdan çıkan sonuçları şöyle maddeleştirebiliriz:
1. Allah Teala, mahlukların sıfatlarıyla tavsif edilemez.
2. Allah Teala, ihtiyaç duymaksızın ve üzerine yerleşmeksizin Arş'a istiva etmiştir.
3. Allah Teala'nın arş'a istivası ihtiyaç dolayısıyla olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce de bir başka mekânda olması gerekirdi? (Oysa) "nerede", "mekân", "şey" (gibi kavramlar ve medlulleri) yokken de Allah Teala vardı.
4. Allah Teala'nın mahlukatına uzaklığı ve yakınlığı, mesafe uzunluğu ve kısalığı tarzında değildir.
5. O'na dua edilirken aşağıya değil, yukarıya yöneliriz. Zira "aşağı"lık, uluhiyet ve rububiyetle bağdaşan vasıflardan değildir.
Birinci sıradaki cümle Ehl-i Sünnet'in temel kaidelerinden biridir. Allah Teala, "mahlukata mahsus" bütün sıfatlardan tenzih edilmelidir. Hiç şüphe yok ki, bir mekânda, bir yönde olmak, bir şeyin "içinde" veya "dışında" olmak, bir ağırlığa, kütleye sahip olmak, azaları organları bulunmak, eni-boyu-derinliği olmak ve boşlukta bir yer kaplamak… bütün bunlar da mahlukata mahsus özelliklerdir. Dolayısıyla Yüce Allah'ın bunlardan da tenzih edilmesi gerekir. Hiç şüphe yok ki "gökte" veya mekânsal olarak "Arş'ın üstünde" olmak da böyledir ve Allah Teala bunlardan da tenzih dilmelidir.
İkinci cümle Arş'a istivanın, "ihtiyaç" ve "yerleşme" ile irtibatlandırılarak anlaşılmasının yanlışlığına dikkat çekiyor. Müşebbihe/Mücessime'nin ve onlara tabi olarak günümüzde kendisine Selefî diyen bir kısım insanların anlamadığı son derece önemli bir noktadır bu. Herhangi bir mekânda olan bir varlık, kaçınılmaz olarak o mekâna muhtaçtır. Bu bağlamda "istiva" ile "yerleşme" birbirinden farklı olduğu ve "istiva"yı "yerleşme" olarak anlamak doğru olmadığı için ortaya şu netice çıkmaktadır: Allah Teala'nın Arş'a istivası "ihtiyaç" ifade etmez. Ama "yerleşme" "ihtiyaç" ifade eder. "İstiva"yı "yerleşme/oturma" olarak anlamlandırmaya kalkarsak -ki Müşebbihe/Mücessime ve o çerçevede İbnTeymiyye "tam anlamıyla" böyle anlamaktadır(3)- o zaman kaçınılmaz olarak "ihtiyaç" gündeme gelecektir. "İhtiyaç" içindeki bir varlığın ise alemi yaratması ve yönetmesi söz konusu olmaz! "İstiva" fiilini bu şekilde anlamanın yanlışlığına dikkat çekmek için İmam EbûHanîfe, "Eğer (Arş'ın üzerine) "oturma"ya ve "yerleşme"ye muhtaç olsaydı, (böyle düşünenlere) Arş'ı yaratmadan önce neredeydi (diye sorarız)?" demektedir.
Burada "Allah Teala'nın, ihtiyaç söz konusu olmadan Arş'ın üzerine yerleştiğini söylemekte ne sakınca var?" diye sorulabilir. Her şeyden önce bu sorunun, İmam EbûHanîfe'nin akidesine aykırı olduğunu söylemek durumundayız. Zira "yerleşme/oturma" ile "ihtiyaç" arasında kaçınılmaz olarak lazım-melzum (birbirini gerektirme) ilişkisi bulunduğu için İmam EbûHanîfe, "Allah, ihtiyaç duymaksızın ve üzerine yerleşmeksizin Arş'a istiva etmiştir" demektedir. Yoksa fırkalar tarihinde "Allah Teala ihtiyaç duyduğu için Arş'a istiva etmiştir" diyen bir grup olmamıştır. Dolayısıyla mesele böyle anlaşılmazsa İmam EbûHanîfe'nin bu cümlesi anlamsız/gereksiz bir cümle olarak kalacaktır!
Öte yandan, önceden herhangi bir yere yerleşmesi söz konusu olmayan Yüce Allah'ın, Arş'ı yarattıktan sonra onun üzerine yerleşmesi ontolojik olarak da açıklanamaz. Zira mekân yokken var olan Yüce Allah'ın, mekânı var ettikten sonra onunla bu tarz bir ilişki kurduğunu söylemek, havadisin O'na hululünü (sonradan meydana gelen olayların O'na nüfuz etmesi, bir anlamda O'nu etkileyerek O'nda değişiklik meydana getirmesi) kabul etmek demektir.
İbn Teymiyye'yi Arş'ın "nev'an kadim" olduğunu söylemeye –ki bunun bir kısım felsefecilerin görüşü olduğu açıktır– iten de bu açmazdır. O, varlığı kadîm olan Allah Teala'nın, hâdis (sonradan yarattığı) bir varlıkla bu şekilde ilişki kurduğunu söylemek doğru olmayacağı için Arş'ın "bir tür kıdemle" kadim olduğunu söyleyerek bu açmazdan kurtulmaya çalışmış, ancak bu sefer de hayatını görüşlerini redde adadığı felsefecilerin bir kısım nazariyelerini kabul ederek hem farklı bir çelişki içine düşmüş, hem de "taaddüd-i kudema" (birden fazla kadim varlık olduğunu kabul etme) vartasının eşiğine kadar gelmiştir.
İmam Ebû Hanîfe’nin “istiva”yı “yerleşme/mekân tutma” tarzında anlamadığını gösteren bir diğer husus da, gerek el-Fıkhu’l-Ekber’de(4), gerekse el-Akîdetu’t-Tahâviyye’de(5) Yüce Allah’ın zatı için bir sınır tasavvur etmenin doğru olmadığını vurgulamak amacıyla “lâ hadde leh”, “te’âlâani’l-hudûdve’l-ğâyât” (“O’nun zatının bir sınırı yoktur”, “(Zatının birtakım) sınırlar(la mahdut olmasın)dan ve son noktaları bulunmaktan münezzehtir”) gibi ifadeler kullanmış olmasıdır. Allah Teala’nın zatının, Arş‘a bakan taraftan sınırı olduğunu söylemeyenin Kur’an’ı red ve Allah Teala’nın ayetlerini bilerek inkâr etmiş, dolayısıyla küfre düşmüş olacağını söyleyen İbn Teymiyye(6) ile İmam Ebû Hanîfe’nin bu noktadaki tavrının birbirine ne derece zıt olduğu, ayrıca vurgulamaya gerek bırakmayacak kadar açıktır. Hemen belirtelim ki bu sadece İmam Ebû Hanîfe’nin tavrı değildir. Yüce Allah’ın “hadd”den tenzihi konusunda Süfyân es-Sevrî, Şu’be, Hammâd b. Zeyd, Hammâd b. Seleme, Şerîk b. Abdillâh, Ebû Avâne… gibi selef imamları da bu noktada İmam EbûHanîfe ile aynı çizgidedir.(7) Bu bilgiyi bize nakleden İmam Ebû Dâvud et-Tayâlisî -ki İmam Ahmed b. Hanbel’in hocalarının kuşağındandır-, “Bizim görüşümüz de budur” der. el-Beyhakî de şunu ekler: “Büyüklerimiz bu inanç üzere yürümüşledir.”(8) İşbu “hadd” meselesi de cihet, mekân, cismiyet… gibi hususlarla doğrudan ilişkilidir ve ayrı bir bahis olarak ele alınacak kadar önemlidir. Ancak konumuz bu olmadığı için bu kadarla yetinelim…
İmam Ebû Hanîfe’nin 4. maddede ifade ettiğim tavrı açıkça gösteriyor ki, Allah Teala’nın mahlukatına uzaklığı/yakınlığı “mesafesel” değildir. O bize şah damarımızdan daha yakındır,(9) biz neredeysek bizimle birliktedir(10); ancak bu yakınlık, O’nun zatının bize, iki cismin birbirine mekânsal yakınlığı anlamında değildir. Aynı şekilde O Arş‘a istiva etmiştir ve bu istiva O’nun bizden, iki cismin birbirine uzaklığı anlamında “mesafesel” olarak uzak olduğunu anlatmaz. O’nunla mahlukat arasında “mekânsal ve mesafesel” bir ilişki yoktur.
Dolayısıyla İbn Teymiyye’nin hararetle tavsiye ettiği eserinde Osman b. Sa’îd ed-Dârimî’nin iddia ettiği gibi, dağın başındaki kimsenin Allah Teala’ya, dağın eteğindeki kimseden daha yakın olduğunu söylemek(11) Ehl-i Sünnet’in mezhebi değildir.
5. madde olarak zikrettiğim, “O’na dua edilirken aşağıya değil, yukarıya yöneliriz. Zira “aşağı”lık, uluhiyet ve rububiyetle bağdaşan vasıflardan değildir” fıkrası da aynı durumu bir başka açıdan ifadeye koymaktadır. Yüce Allah’ın “mekânsal” anlamda Arş’ın üstünde, “semada/gökte, yukarıda… olduğunun İmam Ebû Hanîfe’ye atfen söylenemeyeceği buraya kadar anlatılan hususlardan ortaya çıktığına göre, İmam’ın bu ifadelerini de aynı “tenzih” çizgisinde anlamak gerekir. O’na dua ederken ellerin yukarıya kaldırılması, Allah Teala’nın -haşa- mekânsal olarak “üstümüzde/yukarı cihette” olmasından değil, “yücelik/uluvv” sıfatına sahip olmasındandır.
İmam Ebû Hanîfe’nin burada kullandığı kelimelere iyi dikkat etmek gerekir. İmam burada “fevk” kelimesini değil, “a’lâ” kelimesini kullanmaktadır ki, bu kelimelerden ilki mekânsal olarak “yukarı cihette/üstte” olmayı, ikincisi ise makam/vasıf olarak “yüce/yüksek” olmayı anlatır. Yine burada bunun zıddı olarak kullandığı kelime “taht” değil, “esfel”dir ki, ilki mekânsal olarak “alt tarafta olma”yı, ikincisi makam/vasıf olarak “aşağı olma”yı ifade eder. Yani zıt anlamlı bu kelimelerden Allah Teala hakkında kullanılması caiz olmayanlar (yukarıda olmak/alt tarafta olmak) somut olarak mekân anlamında kullanılırken, Allah Teala hakkında kullanılması caiz olanlar, soyut olarak vasıf/makam/mekânet anlatır.
Yukarıdan beri naklettiğim hususlardan açıkça anlaşılmaktadır ki İmam Ebû Hanîfe, Allah Teala’nın mekânsal anlamda “gökte” olduğunu söylemeyi kesinlikle onaylamamakta, tam tersine Yüce Allah’a mekân isnadı anlamına gelecek her türlü yaklaşımı reddetmektedir.
Bütün bu arka planı aklımızda tutarak baktığımızda İmam’ın, Allah Teala’ya dua edilirken aşağıya değil yukarıya yönelmemizdeki hikmeti de, “Cariye hadisi” konusundaki tavrını da aynı bağlamda, yani “tenzih merkezli” olarak değerlendirmemiz gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe’nin “Eynellahhadisi”ni sevk ediş bağlamı ve bu hadisi anlama tarzıyla, Allah Teala’nın “mekânsal anlamda” gökte olduğunu söyleyen Müşebbihe/Mücessime’nin anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır. İmam Ebû Hanîfe o hadisi, Yüce Allah’ın mekândan tenzihiyle birlikte “yücelerde” olduğunu anlatmak amacıyla sevk ettiği halde Müşebbihe/Mücessime, aynı rivayeti Allah Teala’ya mekân tayini anlamında bahse konu etmektedir. (12)
Aksi halde, bir yandan “Allah Teala vardı ve mekân yoktu. O, mahlukatı yaratmadan önce de vardı. “Nerede”, “mekân”, “şey” (gibi kavram ve varlıklar) yokken de O vardı…” diyen İmam’ın, diğer yandan –üstelik de aynı bağlam içinde– Allah Teala’nın “yukarıda/üst tarafta”, “gökte”… olduğunu söyleme çelişkisine düştüğünü iddia etmiş oluruz!
Bu söylediklerim, şu satırlar için de aynen geçerlidir: “Kim, “Bilmiyorum Rabbim semada mı, yoksa yerde mi” derse kâfir olur. Aynı şekilde, “O (Allah Teala) Arş’ın üzerindedir; ancak bilmiyorum Arş semada mı, yoksa yerde midir” diyen de (kâfir olur).”
İma Ebû Hanîfe, ifadelerinde Yüce Allah’ı bir mekânda ve bir yönde bulunmaktan ısrarla ve hassasiyetle tenzih ederken, dönüp, kendi kendisini nakzetme pahasına “Allah Teala’nın gökte olduğunu inkâr eden kâfir olur” demesi ihtimal dahilinde olabilir mi?
Onun buradaki sözleri, tenzih merkezli duruşunun tabii ve zaruri ifadesi olarak şöyle anlaşılmalıdır: “Allah Teala bir mekândadır; ama o mekânın gök mü, yoksa yer mi olduğunu bilmiyorum” diyen kâfir olur. Buradaki tekfirin gerekçesi, kişinin, “Allah Teala’nın gökte olduğunu inkâr etmesi” değil, tam tersine O’na bir mekân tayin etmesi ve bu anlamda O’nun “gökte” olduğunu söylemesidir.
Devam eden cümlesi de aynı istikamette anlaşılmalıdır: “Allah Teala zatı ile ve mekânsal olarak Arş’ın üzerindedir” diyen kimse kâfir olur. Buradaki tekfirin gerekçesi de Arş’ın gökte mi, yerde mi olduğunun bilinmemesi değil, daha baştan Allah Teala’ya mekân isnad edilmiş ve O’nun bizzat Arş’ın üzerinde olduğunun söylenmiş olmasıdır.
Esasında bu noktada Allah Teala’nın “her yerde” olduğunu söyleyen Cehmiyye/Mu’tezile ile Müşebbihe/Mücessime arasında çok fazla bir fark yoktur. Zira Cehmiyye/Mu’tezile Allah Teala’nın “dünya dahil her yerde” olduğunu söylerken, Müşebbihhe/Mücessime, “dünya hariç her yerde” demektedir. Açıktır ki dünyanın dışına çıkıldığında her yer “sema/gök”tür. Allah Teala’nın “semada/gökte” olduğunu söylemek, O’nun dünyanın dışındaki her yerde olduğunu söylemektir. Çünkü dünyanın dışındaki her yer “sema/gök”tür!..
Yukarıdan beri yaptığımız tüm bu izahatın, İmam Ebû Hanîfe’nin bir-iki cümlesini cımbızlayarak kendi ideolojileri doğrultusunda istismar eden Müşebbihe/Mücessime’nin aksine, itikadın merkezine “tenzih”i koyduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Kim o büyük imama aksi doğrultuda şeyler isnad ederse, açıkça iftira etmiş olur!
DİPNOTLAR
1) Kemâluddîn el-Beyâdî (Beyâzîzâde), İmam-ı A'zamEbûHanîfe (rh.a)'in itikadî sahada mevcut 5 risalesindeki konuları önce el-Usûlu'l-Münîfe'de sistematik tarzda bir araya getirmiş, bilahare bu eseri, İşârâtu'l-Merâm adıyla kısmen şerh etmiştir. Her iki eser de matbudur. el-Usûlu'l-Münîfe dilimize de çevrilmiştir.
2) Kemâluddîn el-Beyadî, el-Usûlu'l-Münîfe, 50-5.
3) Bkz. Mecmû'u'l-Fetâvâ, XVI, 436-7.
4) Ali el-Karî'ninMinahu'r-Ravdi'l-Ezher'I ile birlikte, 119; Kemâluddîn el-Beyâdî, el-Usûlu'l-Münîfe, 43.
5) EbûCa'fer et-Tahâvî, el-Akîdetu't-Tahâviyye (Sa'îdFûde'nin eş-Şerhu'l-Kebîr'i ile birlikte), I, 682.
6) Mesela bkz. BeyânuTelbîsi'l-Cehmiyye, II, 607.
7) el-Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, III, 3.
8) el-Beyhakî, el-Esmâve's-Sofât, 426.
9) 50/Kâf, 16.
10) 57/el-Hadîd, 4.
11) Osman b. Sa'îded-Dârimî, Nakdu'd-Dârimî, I, 504
12) Cariye hadisi hakkında detaylı bilgi için bkz. Sana Din’den Sorarlar, I, 164 vd..

KONUYLA İLGİLİ BAZI AYETLER
“ Pâk söz ona yükselir, güzel ameli de O yükseltir” Fatır 35/10
“Emin mi oldunuz o gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden?” Mülk 67/17
"Sonra bütün bu işler, sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir günde Ona yükselir." Secde 32/5
“Muhakkak ki. Rabbiniz o Allah Teâlâ'dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istiva buyurdu.” Yunus 10/3 – Araf 7/54 - Rad 13/2
“ Ve Firavun dedi ki: Ey Hâman!. Benim için bir yüksek köşk yap, Belki, ben yollara ulaşırım. Göklerin yollarına ererim de Mûsa'nın Allah'ını görürüm ve şüphe yok ki, ben O'nu bir yalancı sanıyorum.” Mü’min 40/36-37
"Melekler ve Rûh, Onun Arşına; miktarı elli bin sene olan bir günde yükselirler." Mearic 70/4
“Rahman arş’a istiva etti” Taha 20/5
“o (Kur’an) Hakîm ve Hamîd tarafından indirilmiştir.” Fussilet 41/42
“ En üstte olan Rabbini adını tesbih et” A’la 87/1
“Deki: Kur-an’ı Ruhul Kudüs (Cebrail) Rabbinin katında indirmiştir.” Nahl 16/102
“Üstlerinde olan Rablerinden korkarlar.” Nahl 16/50
        KONUYLA İLGİLİ BAZI HADİSİ ŞERİFLER
        1- Rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v.) İsra ve Miraç hakkında ashabına haber verdiği hadisi şerifte uzunca geçen olaylardan bahsetmektedir. Ancak konumuzla ilgili olan kısmı:
        a) Burak adında bir binit ile göğe yükselmesi ve Cebrail (a.s.) ile birlikte âli makamlara çıkmak üzere merdivene bindirildiğini ve onunla birlikte yükseldiğini sırasıyla dünya semasına, oradan birinci, ikinci, üçüncü derken yedinci kat gökten sonra sidre-i münteheya çıktığını haber vermiştir.
        b) Kendisine ikramda bulunulduktan sonra 50 vakit namaz emredildiğini, dönerkende Musa (a.s.)’a uğradığını ve onunda ne ile emrolundun? diye sorduğunu ve kendisinin de 50 vakit namazla emrolundum demesi üzerine Musa (a.s.) “her gün 50 vakit namaza ümmetinin gücü yetmez.” dediğini ve tekrar Rabbine müracaat ettiğini dönüşte tekrar Musa (a.s.)’a uğraması ve bu gelip gitmeler neticesinde namazın 5 vakte indirilmesi hadisesi. [1]
        2- “Gökte olanın emini olduğum halde bana güvenmeyecek misiniz? Bana göğün haberleri sabah akşam gelir.” [2]
        3- “Ey gökte olan Allah, Ey Rabbim, ismin mukaddestir. Emrin ve işin gökte ve yerdedir.Rahmetin göktedir. Onu yere lütfet, günahlarımızı, hatalarımızı bağışla. Sen iyilerin Rabbi; rahmetinden bir rahmet indir. Bu ağrıya şifalardan bir şifa indir.”[3]
         4- “Allah mahlukatı yaratınca Arş’ın üzerinde yanına konulmuş bir kitaba rahmetim gazabımı geçti yazmıştır.” [4]
        5- “Allah haya sahibidir, yüce ve cömerttir. Kul kendisine el açtığı, ellerini göğe kaldırdığı zaman onun elini boş çevirmekten haya eder.”[5]
         6- Cabir bin Abdillah (r.a)’den gelen rivayetle veda hutbesinde “Tebliğ ettim mi ?” buyuruyor. Sahabe de evet diyorlardı. Bunun üzerine parmağını göğe kaldırıyor, sonra onlara çeviriyor, Allah’ım şahit ol buyuruyor ve defalarca tekrar ediyordu.” [6]
          7- “ Allah’ın her gece son üçte biri kaldığında dünya semasına indiği, elini açarak var mı bir isteyen?” buyurması [7]
         8-Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: (Her gün) birtakım melâike geceleyin, diğer takım melâike de gündüzün yekdiğeri müteakip size gel(ip içinizde kal)ırlar. Bunlar sabah ile ikindi namazlarında buluştukdan sonra (evvelce) içinizde kalmış olanlar semâya rucu ederler. Rabları (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri namaz kılmış kullarının) hallerine a'lem iken (yine o meleklere: "Kullarımı ne halde bıraktınız?" diye sorar. Onlar da: "Onları namaz kılarken bıraktık. Nitekim namaz kılarlarken bulmuştuk." cevâbını verirler.[8]
    9- “Yazıklar olsun sana Allah’ın ne demek olduğunu bilmiyor musun? Allah’la kullarının hiçbirinden şefaat istenilmez. Allah’ın (c.c.) şanı bundan yücedir. Allah arş’ı üzeredir, işte böyle (diyerek parmaklarını kubbe gibi yaptı) [9]
    10- Zeynep (r.a.) Rasulullah’ın diğer hanımlarına karşı övünür ve “sizleri aileniz evlendirdi. Beni ise, yedi göğün yukarısından Allah evlendirdi.” derdi. [10]
    11- Süreyc b. En-Numan haber verdi ve dedi ki; Malik b. Enes’i işittim şöyle diyordu: “Allah göktedir. İlmi ise her yerdedir. İlminin olmadığı bir yer yoktur.”[11]
    12- Ruhun kabzı ile ilgili hadiste “….nihayet Allah’ın bulunduğu göğe o ruhu götürür.” [12]
  13- Hz. Peygamber vefat ettiğinde Ebubekir Sıddîk “Ey insanlar! Eğer siz Muhammed’e tapıyorsanız biliniz ki o vefat etmiştir. Yok eğer gökte olan ilaha tapıyorsanız. O vefat etmemiştir” dedi ve sonra da “Muhammed sadece bir peygamberdir ve ondan önce de (nice) peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse (bilsin ki) o Allah’a hiç bir zarar veremez! Muhakkak Allah şükredenlerin mükafaatını verecektir!” (Âl-imran/144) âyet-i kerimesini okudu.[13]
  14- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem câriye’ye: “Allah nerede” diye sormuş, câriye: "Semâdadır", diye cevap vermiş. Bu sefer: “Ben kimim?” diye sormuş, câriye yine: “Sen Allah’ın Rasûlüsün” deyince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen bunu azad et, çünkü o mü’min birisidir”demiştir. [14]
    15- Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Merhametli olanlara, Rahmân olan Allah Teâlâ da merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki, semâdaki Rahmân olan Allah Teâlâ da size merhamet etsin.”[15]
     
    BAZI ALİMLERİN GÖRÜŞLERİ
    1- İmam Ebu Hanife Allah ona rahmet etsin şöyle buyurmuştur: “Her kim, Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kâfir olur."
    Yine: ‘O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum’ diyen kimse de kâfir olmuştur.” [16]
    “Allah Teâlâ göktedir, yerde değil.”
Kendisine: “O sizinle beraberdir” (Hadid Sûresi: 4) âyetini hatırlatan adama:
    Bu, senin bir adama mektup yazıp onunla beraber olduğunu söylemen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin.” dedi. [17]
    2- İmam Mâlik Allah ona rahmet etsin şöyle buyurmuştur: “Allah semâdadır. İlmi ise her yerde’ derdi.” [18]
    3- İmam Şafii Allah ona rahmet etsin şöyle buyurmuştur: “İmam Mâlik, Süfyan ve onlardan başka Ehli Sünnet önderlerinden gördüğüm ve benim de üzerinde olduğum hak olan söz şudur; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed sallallahu aleyhi vessellem’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet edip, Allah Teâlâ'nın da semâsında arşının üzerinde olduğunu, istediği gibi kullarına yaklaşıp ve istediği gibi de dünya semâsına indiğini ikrar etmektir.”[19]
    4- İbn Teymiyye – Allah ona rahmet etsin söyle buyurdu : “Allah zatıyla her yerdedir diyenler Kur-an’a, sünnete ve ümmetin selefi ile imamlarının icmaına muhalefet etmekle birlikte Allah’ın kullarının üzerinde yarattığı fıtrata, sâlih akla ve bir çok delile muhalefet etmektedirler.”[20]
    5- Sevri, Malik, ibn uyeyne, Hammad ibn Selame, Hammad ibn Zeyd, İbnü’l Mübarek, Fudayl ibn İyad, Ahmad, İshak, Abdulkadir el cili, Şeyhül İslam el-Ensari Ebu’l Abbas et-Turuki ve sayısını ancak Allah’ın bildiği bir çok İslam alimi ve imamı yüce Allah’ın bizâtihi arş’ı üstünde ve ilminin her yerde olduğunda görüş birliği etmişlerdir. [21]
   
    GÖK VE ARŞ
    "Allah Odur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti. Sonra da Arşı üzerine istiva etti." Rad 13/2
    “Derken, iki gün içinde, gökleri yedi kat olarak şekillendirdi ve her bir göğe kendisine ait işi vahyetti. Biz dünya semasını kandillerle, yıldızlarla süsledik, bozulup yıkılmaktan koruduk.” Fussilet 41/12
    “Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik.” Nebe 78/12
    Ebu Razin der ki; Ya Rasulallah Rabbimiz gökleri yaratmadan önce nerede idi ? dedim buyurdu ki: “Altında da, üstünde de hava olmayan ama’da idi sonra Arş’ını su üzerinde yarattı.” [22]
     “ Dünya seması ile onu takip eden sema arası beş yüz senedir. Her sema arası beş yüz senedir. Arş su üzerindedir. Allah ise arş üzerindedir ve O sizin ne halde olduğunuzu bilir.”[23]
    “Şüphesiz Allah (c.c.) arş’ı üzerindedir. Arş’ı da yerin ve göklerin üzerinde şu şekildedir. Diyerek parmaklarını kubbe gibi birleştirdi.” [24]
    S O N U Ç
    1- İmân’ın en öncelikli meselesi olan Allah inancının peygamber tarafından muallakta bırakılması peygamberin “sizi gecesi ile gündüzü apaydın bir yol üzere bıraktım” sözüne ters düşer. Şayet Peygamberimiz o dönemin insanlarına getirmiş olduğu dinin emirlerini buyuran Allah’ın nasıl bir Allah olduğunu ve nerede olduğunu bildirmemiş ve bu konuyu netleştirmemiş olsaydı kendisi sağ iken ve vefat edince sahabe arasında bu konuda bir çok ihtilaf çıkardı. Ancak sahabe arasında böyle bir ihtilaf olmamıştır. Ayrıca Allah’ı bilmek dinin temeli ve hidayetin esasıdır.
    2- Yukarda geçen birçok ayet ve hadislere göre Allah’ın gökte ve arş’ı üzerinde olduğu hakkında hiçbir şüphe yoktur. Ancak keyfiyeti hakkında yorum yapmak bid’attir. Çünkü Peygamberimiz ve sahabe keyfiyeti hakkında yorum yapmamışlar, lafza inanıp manayı Allah’a havale etmişlerdir.
    3- “Mekandan münezzehtir.” veya“ Allah her yerdedir.” gibi cümleler Kur-an’da geçmemiş ve ne peygamberimizden, nede sahabe tarafından naklolmamıştır. Şayet bu doğru olsaydı; Yukarda geçen hadislere göre Peygamberimiz yüce Rabbimize mekan tayin etmekte ve (haşa) küfre düşmektedir. Bu görüşün ne kadar da ahmakça ve çürük bir görüş olduğu akıl sahipleri için gayet açıktır.
    4- Allah inancının bu kadar karmaşık hale sokulmasının en önemli nedenlerinin başında felsefeye aşırı şekilde dalan insanların basit ifadelerden bile değişik manalar çıkarmaya çalışmalarıdır. Felsefi alandaki sapık fikirli insanların karıştırdığı kafa yapılarıyla Rabbimizi öyle bir anlattılar ki; sahabe-i kiram bile gelse her halde bir şey anlayamazdı. Onlar çaba sarf ettikçe Allah zihinlerini karıştırdı. Oysa peygamberimize ashabının, Allah’ın gökte olmasının zâtıyla mı? Yoksa sıfatlarıyla mı? Diye soru sorduklarına dair bir rivayet bulunmamaktadır. Çünkü bu mesele soru sormaya gerek kalmayacak şekilde açık olarak anlaşılmaktadır.
    “O zahirdir,(her şeyin üstündedir) batındır, ilmiyle her şeyi kuşatır.” Hadid 57/3 ayeti kerimesi zâtının gökte, ilminin ise her yerde olduğuna delildir. Çünkü ayette Allah her şeyi kuşattı demiyor ki; İlmi her şeyi kuşattı diyor.
     İbn Teymiyye şöyle der: “Zat ve mahiyet kadim ve muhdes diye ikiye ayrılıp, Rabbinin mahiyeti zâtının aynısı (kendisidir).”[25]
     “Ehli sünnet ve cemaatin görüşü yüce Allah’ın sıfatlarının gerçek olduğudur. Hatta kemal sıfatları onun zâtının bir gereğidir. Lâzimi kemal sıfatları olmadan zâtının sübutu imkansızdır. Hatta sıfatları bulunmayan bir zât’ın gerçeklik kazanması mümkün değildir. [26]
    Allah göktedir ama zatı her yerdedir gibi bir ifade naklolmadığı gibi, bunun bu şekilde anlaşılması ne akla nede mantığa sığmaz.
    5- Felsefecilerin ve filozofların ümmeti sürükledikleri kelime ve kavram kargaşasına karşı İslam’ın cevap verecek elbette delilleri vardır. Ve bu meseleleri delilleriyle izah etmek tevil değildir. Ancak Allah ve Rasulünün izâhatı dışında konunun mahiyeti hakkında yorum yapmak tevil ve bidattir. Şayet bu akımlara İslam’ın gerekli ve yeterli izahı olmasaydı bu dinin müntesiplerinin de kalbi mutmain olmazdı.
    6- “O Yüce Mabud ki, senin üzerine Kurânı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir ki, onlar o kitabın aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. Artık kalplerinde eğrilik bulunan kimseler fitne aramak ve onu tevil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşâbih olanına tâbi olurlar. Halbuki, onun tevilini Allah Teâlâ'dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sâhibi olanlar ise "Biz ona îman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır derler. Bunları tam akıllı zatlardan başkası düşünemez”[27] sahabe-i kiram da ayeti kerimede buyurulduğu gibi davranarak tevil yapmamışlardır.
    7- Rabbimizin sıfatları ile insanların sıfatları arasındaki benzerlik sadece isim benzerliğidir. O yarattıklarına benzemez ve yarattıklarından ayrıdır. O, akla gelen her şeyden, hayalde canlandırılan her şeyden münezzehtir. Çünkü ayette “ Değil O’na benzer, benzer gibi olan bile yoktur. O, işiticidir, görücüdür.” Şura 42/11 buyurulmaktadır.
     8- Allah’ın kullarına yakın olması, kullarıyla beraber olması; O’nun kullarını her an görmesi ve her hallerini bilmesidir.
    “ Korkmayın ben sizinle beraberim, işitiyorum ve görüyorum” Nahl 16/128
    Allah (c.c.) nerede olursanız olun sizin yanınızdayım demiyor ki, sizinle beraberim buyuruyor. Yani beraberinde olmakla yanında olmak tabiri farklı manalar ifade eder. Çünkü beraberinde olmak bitişiklik olmaksızın bir beraberliktir. Mesela, “Ay ile beraber gece yürüyüş yaptık” diyen birisi hakikatte ay ile yan yana yürüyebilir mi?
     9- Biz ona şah damarından yakınız diye geçen ayette belirtilen yakınlık sağında ve solundaki meleklerin yakınlığıdır. Çünkü ayetin devamında “ onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek onun yaptıklarını) kaydetmektedir. buyurulmaktadır.[28]
     Allah’ın yakınlığı asla zatının yakınlaşması değildir.
    “Bana bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşırım, bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene koşarak gelirim.” buyurulmaktadır. [29] Bu hadisi kutside mecazi bir ifade olduğu gayet açıktır. Çünkü bir karış yaklaşmak ve koşarak gelmekten maksat; kulun itaatle Rabbine yaklaşarak rızasını kazanmasıdır. “Rabbine yaklaşmak için vesile ararlar” İsra 17/57 ayet-i kerimesinde buyurulduğu gibi yaklaşmak itaatle onun rızasını celbetmektir.
      “Bazı kimseler yanılgıya düşerek Allah’ın yakınlaşmasını insanlarının bedenlerinin yakınlaşması türünden olduğunu sanırlar.”[30]

Mus’ab KÖYLÜOĞLU



[1] Buhari-mevakid 16 , Müslim
[2] Buhari- megazim 61 ,Müslim- zekat
[3] Ebu Davut – tıp , Ahmed 4/21
[4] Buhari-tevhid ,Müslim-tevbe
[5] Tirmizi- Ebu Davut- Ahmed
[6] Ebu Davut 2/462
[7] Buhari –teheccüd 590
[8] Buhari-mevakit, Müslim-mesacid
[9] Ebu Davut- sünnet
[10] Buhari- Tevhid
[11] Ahmed
[12]İbn Mace –zühd 
[13] Hayatüssahabe
[14] Müslim, Ebu Davud
[15] Ebu Dâvud, Tirmizi, Ahmed sahih bir senetle rivayet etmişlerdir.
[16] el-Fıkhu’l-Ebsat
[17] el-Esma ve’s-Sıfat
[18] Ebu Dâvud, Mesailu’l –İmam Ahmed
[19] ZEHEBİ-ULUV
[20] İstiva risalesi -131-İbn Teymiyye
[21] İstiva risalesi -191- İbn Teymiyye
[22] Tirmizi-tefsir, İbn Mace
[23] Ahmed 2/26 – Ebu Davut – İbn Mace
[24] Buhari- Cuma
[25]İstiva risalesi –İbn Teymiyye 
[26] İstiva risalesi İbn Teymiyye 203-205
[27] Al-i İmran 3/7
[28] Kaf 50/16
[29] Buhari-tevhid, Müslim-zikir, Tirmizi
[30] İstiva risalesi -139- İbn Teymiyye 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder