16 Eylül 2017 Cumartesi

Tevrat, İncil ve Kur’an’da İmanın Birliği ve Dinlerin Birlikteliği







Yazar: Christofırs Cebbar ed-DIMEŞKÎ Çeviren Ve Yayına hazırlayan: M. Kemal ATİK


Allah Teâlâ’nın Birliği Hakkında,

“Rahman ve Rahim olan Allahın adı ile”

“Deki o Allah  birdir. Hiç bir şeye muhtaç değil- dir.  Doğurmamış  ve  doğurulmamıştır.   Hiç  bir  şey onun dengi ve benzeri değildir” (İhlas /112: 1-4).
“İşte  bu sonsuz hayattır. Bilsinler ki sen tek olan gerçek  ilahsın.  Mesih’te  senin  gönderdiğin bir  elçidir” (Yuhanna/17:3).
“Kuşkusuz  O   bizim tek  ilahımızdır,  O  her şeyin kendisinden,  bizimde kendisinden  olduğumuz  babadır. Her şeyin  ve  bizimde kendisinden  sadır  olduğumuz tek efendi İsa Mesih’tir. (Korintoslulara Birinci/8:6)
“Ey ehli kitap!  Siz Tevrat’ı  İncil’i  ve size Rabbi- nizden indirileni ayakta  tutmadıkça sağlam bir teme- liniz yoktur. (Maide/5:72).
“Her    indirilmiş   kitap   Allah    tarafından vahyedilmiştir.  Öğretilmesinin  ve   açıklanmasının  ıslah için faydası vardır. Allah adamının her Salih ameli yapa- bilmesi  için  doğruyu  bulmada  yol   gösterir.(Timoteosa-
2/.3:16)

“Ceset  birdir. Ruh birdir. Efendi  birdir. Dindarlık


∗   Bu  çeviri: Christofırs  Cebbare  ed-Dımeşk’nin  “  Vifaku’l-Edyan  ve Vahdetu’l-İman  fi’t-Tevrati  Ve’l-İncili  ve’l-Kur’an”  adlı eserinin  1-64. Sayfalarıni  içermektedir. Eser 1895 yılında neşredilmiştir. Eser üze- rinde Neşir yeri zikredilmemiştir.


birdir. Her şeyin babası tek olan Allah’tır” (Efesliler/.4:4) “Ben  rabbimiz İsa  Mesih, hikmetin ve  keşfin ruhu-
nu bilmek ve  zihnin ışıklarını yakmak için şükretmeye ve
namaz kılmaya devam ediyorum” (Ru/3:12)

Önsöz

“Bütün  varlık alemini sevgi, şefkat ve merha- metiyle kuşatan Allahın adıyla. Hamd/ bütün övgüler, şükürler  âlemlerin  rabbi olan  Allah’a  mahsustur.  O Rahman’dır;  bütün kullarını sevgisi ve merhametiyle kuşatır, Rahim’dir;  kullarına karşı daima şefkatli  ve merhametlidir.  O, hesap  gününün  yegâne hâkimidir. Ya rabbi!  Biz seni lâyık olduğun şekilde tanır, yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Sen bizi doğru yola ilet. Nimet  verdiklerinin yoluna. Gazaba  uğrayanların   ve  sapıtanların  yoluna değil.” Amin (Fatiha/1:1-7).
Bu Fatiha duasından  sonra sözlerimi şöyle devam ettirmek istiyorum: Allah birdir. Hak din birdir. Ebediyet birdir.  Saadet  birdir.  Azap  birdir.   Işık  birdir.   Karanlık birdir.  Hidayet birdir.  Dalalet birdir.  Vahiy birdir.  Kurtu- luş  birdir.  Helak oluş  birdir.  Tevrat birdir.  İncil birdir. Kur’an birdir. Hepsinin amacı birdir. Yokluk âlemi birdir. Sonsuzluk  âlemi birdir. Her şeyde olan Allah  birdir. Her şey ondandır ve onunla vardır. Her şey ondadır ve her şey topluca  ona  gidecektir. Her başlangıcın  aslı ondadır  ve her şeyin, gücü olanın sonu ondadır.
İnsanların aslı tek âdem’dir. Anneleri bir Havva’dır. İsa  Mesih birdir. Kutsal  ruh birdir. Allah  baba  birdir. O her şeyin babasıdır. Her şeyin içinde olan sığınağıdır. Al- lahtan başka ilah yoktur. Sadece Allah’ta  hakikat vardır. Hidayet sadece ortağı olmayan Allah’tandır. İsmi sonsuza kadar mübarek ve yücedir.



Bununla  beraber şöyle sorulabilir. Mademki Allah birdir.  İbadet  tek  olan  Allah’adır   ve   yakınlığı  istenen o’dur,   öyleyse bu  dini  ayrımlar,  mezhebi  bölünmeler, düşmanlıklar ve çekişmeler, dini fırkalaşmalardan ve mezhebi ayrılıklardan ortaya çıkan diğer birçok kötülük- ler neden vardır.
Benim görüşüm şudur:  Farklı bir alan olan insani ilişkilerde ortaya çıkan şeylerin aynısı dini meselelerde de ortaya çıkmaktadır. Bunun  izahı şudur.  Bu dünyadaki her insanın amacı rahat, nimet içinde ve imkânları geniş- leyen birisi olarak yaşamaktır. Allah hayatın tüm detayla- rını, nimetlerini, lezzetini, imkânlarını kendi nimetinden ve  cömertliğinden yaratmıştır. Bu dünyadaki her şey, gö- rünen âlemlerdeki tüm şeyler sadece insan hayatını ko- laylaştırmak, lezzetini tattırmak, menfaatini temin etmek, imkânlar elde etmek veya bunların hepsini bir arada sağ- lamak için vardır. Bununla  birlikte insanlar  arasındaki bu  eşyaların kullanımı, onlardan faydalanma  farklılığın haddi hesabı yoktur. Madem insanlar  hissedilebilen, ge- çici   açık ve  zaruri konularda sonsuz bir şekilde ayrılığa düşüyorlar; üstelik bu  durumda  zaruretler ve   faydalar açık bir şekilde ortada iken sanat, maneviyat, akıl, bâtıni ve   ilhami  konuların  herkese  aynı  açıklıktadır  diyebilir miyiz? Aksine  ortaya farklı  yollarla çeşitli, değişik şekil- lerde, çeşitli durumlarda  sayısız insanların yaşamlarında kendilerine duyurulmasına,  tebliğ edilmesine ve  bildiril- mesine rağmen tebliğ eden ve  edilenlerin durumları,  ko- nuları, şartları ve  yetenekleri farklılık  gösterir. Hakikati araştırdığımız zaman, bu dinlerin hepsinin diğer dinler- den farklı  olarak hakikat veya hakikatleri içerdiğini görü- rüz. Bu çerçevede şunları söyleyebiliriz:
Birincisi putlara kulluk yapan dinler. Gerçek şu ki


onun da doğal prensipleri olmak üzere pek çok kuralları vardı. Ancak süre giden nesiller boyunca bunlar kalmadı. Görüldüğü  gibi imanı  da  en  iyi  şekilde koruyamadılar. Örnek olarak dünya milletlerinin en eskisi ve  en büyüğü olarak Çinlileri verebiliriz. Çinliler çeşitli zamanlarda  geli- şimini devam ettirmiştir.  Bazı dini gerçek, temel, doğal ve kendilerine uygun prensipler olmasaydı eğitimleri, ilerle- meleri, nesiller boyu korunmalarını  sağlayacak bir yeter- lilik olmasaydı, bir şekilde Allah  onlardan razı olmasaydı şu ana kadar sayıları milyonları bulan, medeniyet seviye- si yüksek geniş zenginliklerini, kendi değerlerini, medeni- yetlerini, refah  seviyelerini ve  muhteşem sanatlarını 400-
500 yıl nasıl koruyabilirlerdi? Çinliler, sanatlarını, ibadet- lerini, alışkanlıklarını,  yaşam biçimlerini, devletlerini ko- rumaya  devam ettiler.  Sıkıca sarıldıkları  prensipleri  ol- masaydı şu  anda  bulundukları  duruma  gelemezlerdi. Hint milletleri ve diğer komşu milletler de aynı şekildedir. Gerçek şu  ki onların içselleştirdikleri tüm nesiller boyu korudukları  gerçekleri vardır. Diğer milletlerden ve  din- lerden daha  üstün  hale geldiler. Buna  Hıristiyanlar ve Müslümanlarda dâhildir.
İkincisi: Yahudi dini vahye dayanan en eski dindir. Yaklaşık olarak 3500 senelik bir geçmişi vardır. İsa’dan önce de İsa’dan  sonra da tüm yeryüzündeki milletlerle savaştılar.  Bu halde 2000 yıl  içinde devletleri, aynı ırka mensup  kimselerin bir arada  durduğu  bir milletleri ve sabit bir vatanları olmadı, aksine her zaman ve her yerde kendilerine çoğunlukla düşmanlık gösteren ve  onları ha- kir gören çeşitli milletler içinde dağınık bir konumdaydı- lar. Bütün bu uzun yıllar boyu süren düşmanlıklara, ça- tışmalara, dağınıklığa ve  zayıflığa rağmen  Allahın  yardımı ile  onlar değişmeyip kendilerini korudular  ve  kadim amaçlarının  gerçekleşmesi  için  gelişmeye ve   beklemeye



devam ettiler.  Eğer inandıkları  değişmez ilahi  gerçekler olmasaydı yüzlerce sene tüm kıtalarda komşularının düşmanlıkları arasında  yaşamaları nasıl mümkün olur- du? Bunun  da ötesinde inandıkları değişmez ilahi haki- katlerin gücü olmasaydı diğer vahiy ehlinin sayısına, ma- nevi gücüne,  millet ve  devletlerinin kuvvetine karşı nasıl devamlılığını sağlayabilirdi.  Onların,  Müslümanların   ve Hıristiyanların sahip oldukları vahyin farklı  gerçeklerine karşı varlıklarını devam ettirebilmeleri Allah’ın izni iledir.
Hıristiyanlarda aynı şekilde nesiller boyu kendi aralarındaki korkunç savaşlara  rağmen varlıklarını ede- biyat, inanç, eğitim-öğretim, ibadet, devlet, millet vb. ko- nularda nasıl devam ettirmişlerdir? Yine sayısız fırkaların birbirlerine karşı savaşlarına ve  hücumlarına rağmen varlıklarının devamı nasıl  mümkün  olurdu?  Bunlardan birinin Allah’ın  kudretinin  koruyucu,  gözetici ilahi yardı- mından, her gurubun  hak ettikleri kadarı ile  hayırdan, iyilikten sahip  oldukları  nispetçe  yeterli kuvveti, nimeti yok muydu?
Ortaya hızlı çıkışından şu ana kadar dünyaya si- yasi, dini, edebi ve  maddi açıdan üstünlük sağlayan, ha- lende ezici gücü,  fetihleri, yayılması ve  hayatı ile  devam eden İslam kuvvetlerine karşı Hıristiyanların varlıklarını devam ettirmeleri nasıl  mümkün  oldu? Müslümanların kültürel ve dini fetihleri doğu kıtalarının çoğuna ulaşıyor. Asırlar boyu İslam dininin dini, edebi ve  maddi tüm sa- vaşlarına karşı Hıristiyanlığın yeterli gücü, geniş imkân- ları, inandıkları prensipleri olmasaydı nasıl olurdu? Ak- sine Hıristiyanlık Allahın izni ile  İslam merkezlerinin or- tasında onlara karşı başı dik bir şekilde durmaya devam
etti.

İslam dini de böyledir. İslam dini Hıristiyanlık di-


ninin etkilerine, gücüne, milyonları bulan sayılarına, dev- letlerine, güçlü ordularına karşı maddi, edebi, ilmi  ve dini olarak zevklerinin, durumlarının,  görüşlerinin ve  anlayış- larının  çeşitliliği kendisi  ile  yoğruldukları  ve  ortak geç- mişleri olan hususlarda bu ihtilafı ve  farklılığı ortaya  çı- karmıştır. Açık olan  bir gerçek  şudur ki: Şu an dünyada temelleri, öğretileri ve kültürü ile  tamamı bir nur, tamamı bir hidayet,  tamamı  gerçek, iyilik ve  hayır olan din yok- tur. Aksine  vahye dayalı üç dinde veya onlara yakın olan dinlerde  bulunan  gerçekler, sağlam  temellerin yanında fazlalıklar ve eksiklikler de içinde barındırır. Hakikat olan kısımları gücün, sebatın ve  devamın kaynağıdır. Aksi ta- rafları ise zafiyetin ve  çöküşün kaynağıdır. Şayet bu din- lerin her birinde aşırılık veya eksiklik olmasaydı bu aşırı- lık ve  eksiklikler müntesiplerin fikirlerinde, sözlerinde ve amellerinde, işlerinde bulunmasaydı, mükemmel olan din kendisine  komşu  olan diğer dinlere kapsayıcı nuru  ile temellerinin ve  hakikatlerinin  yüce doğruluğu ile  üstün gelirdi. Şöyle ki; dünyada  özü ve  unsurları itibarı ile  ta- mamen bir nur,  tamamen bir hidayet, kurtuluş  ve  ger- çekliğe sahip bir din olsaydı yani teorik olarak fikirlerde ve sözlerde, pratik  olarak fiillerde olsaydı diğer tüm  dinle- re üstün  gelirdi. Kendisinden  başka  bir din  kalmazdı. Ortaya çıkışı ve etkinliği ne kadar az olursa olsun durum değişmezdi. Çünkü  din insan  için genel olarak bir nur- dur. Göklerin nuruna  benzer. Nitekim her nurun  varlık alanına  çıkışı gücüne  ve   nurun  büyüklüğüne bağlıdır. Onun kapladığı alan çıkışında tuttuğu yer kadar olur- Ya da var olan bir nuru kendinden daha büyük bir nur kap- lar. Dünyada dinlerin ortaya çıkışı ve  evrendeki tesiri ve etkisi  de böyledir. Yıldızlarda  birer ışık olmalarına  rağ- men ayın ışığı onları geride bırakır. Güneşin nurunun ilk parıltılarının ortaya çıkışı ve  ışığının  yayılması  özelliği ile



biriciktir. Kültürü  ve  kökleri ile  gerçek, yetkin, doğru di- nin ortaya çıkışı da buna  benzer. Günün  ilk saatlerine yayılan bir güneş gibi olur. Kendi dışındaki  tüm dinlerin nurunu  perdeler. En azından ayın diğer yıldızların tüm ışıklarını bastırması gibi kendi nuru ile  diğer dinlerin nu- runu  kapatır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Şimdi- ye  kadar doğru bir vahiy varsa ve onun kitapları varsa ve gerçekleri yaşanıyorsa niçin şimdiye kadar her yerde ta- mamıyla bir nur,  hidayet, gerçekliği olan tek doğru bir din mevcut olmadı. Niçin diğer dinlere, güneşin  ve  ayın yıldızların ışıklarını örtmesi gibi üstün gelmedi.
Derim ki, gerçekte hak din kendi zatında mevcut- tur. Eğer mevcut olmasaydı niçin her bir topluluk diğerle- rini dışarıda bırakarak yanında bulunanın hak din oldu- ğunu iddia etsin. Eğer tüm nazil olmuş kitapların gerçek- lerini toplarsan,  vahiy kitaplarının hepsinde var olduğu- nu görürsün. Onlar nurları açısından uyumlu, gayeleri ve çıkış kaynakları  olarak  birdir.  Saf  kalplere indiren  Tek Allah’tır. Onların hepsi âlemler için doğrudur, nurdur  ve hidayettir.  Hepsi kabul  edildi ve  tamamına iman edildi. Bunların hepsinden  tek din çıkar veya bunlar  görünüş itibari ile  farklı olan çeşitli mezheplerdir. Ancak özde itti- fak halindedirler. Hepsi kendi içinde doğru ve Allahın razı olacağı biçimdedir. Çünkü  onlar  vahyin esasları  husu- sunda mutabıktırlar ve  naslar genel olarak insana fayda- lıdır. Çünkü o ilahi bir nur ve hidayettir. Onun en önemli amacı ve  ruhu  birdir. Gayesi bir Allah’tır.  Hepsi inançta kardeş ve birbirine sevimlidir. Çünkü özü ve amacı birdir. O  da Allahın  rızası  ve  insanların mutluluğudur.  Vahiy ürünü  kitaplara Tevrat  İncil ve  Kur’an  olmak üzere üç bölümde baktığımız zaman görürüz ki; şaşkınlık verecek kadar  birbirine uyumlu,  her biri diğerlerini destekleyen


birbirine bağlı bir silsile şeklindedir. Fiilen de böyle olma- sı gerekir. Çünkü onlardan her birinin yeterli delilleri ve güçlü ilkeleri vardır. Tüm yüceliği ile  açığa çıkar ki, o ila- hi kaynaklıdır, gerçek semavi kaynaktır.  İlahi ve  semavi tek  kaynak  olduğu  sürece  beşerin  ortaya  koyacağı bir uyumun ve  hikmetin bir sonucu  olamaz. Bunun  sonu- cunda tabii olarak ruhunun  ve  gayesinin de bir olması gerekir. Öyleyse ortaya çıkan ihtilaflara ne demeli?
Farklılıklar anlayış ve  durumlardan  çok görüntü- dedir.  Aksi halde  Allahın zatı nasıl bölünebilir. Aynı ger- çekler olmasına rağmen birbirine nasıl zıt olabilir. Bunun açıklaması üç vahyin bölümleri olan kitapların hepsi Al- lah’ın  ruhu tarafından  yazılmış ve  indirilmiştir. Dahası sağlam ve  doğrudur. Vahyin  şahit olduğu gibi hepsi nur- dur, hidayettir, âlemlere rahmettir. Daha önce bazı delil- leri, Kuran  da ve  İncil de  geçen  ifadeleri  açıkladık. Bu ifadeler  anlam  bakımından  bir şekilde birbirine karıştı- rılmış, sonuçta şu ana kadar devam eden dinlerin, mez- heplerin,  inançların  ihtilaf   sebepleri  ortaya  çıkmıştır. Bunlar anlaşılan veya anlaşılması güç olan ayetlerde doğ- ru anlamın yakalanmasına engel olmuşlardır. Manaları- nın  açıklığına ve   kaynaklarının  birliğine rağmen  böyle olmuştur. O  gerçek bir nurdur.  Âlemlere  bir hidayettir. Böylelikle dini düşmanlıklar ve  mezhebi bölünmeler orta- dan  kalkıyor veya en azından  zayıflıyor. Her  insan için önemli  ve   zaruri  olan  gerçekleri incelemek için  fikirler harekete  geçiyor. Sevgi doğuyor, aynı vatanın insanı bir- birine yaklaşıyor. Dinlerin özü ve gerçekleri birbirine yak- laşıyor. Hayırlı işlerde ve genel faaliyetlerde, önem verilen hedeflerde,  tam bir motivasyonda, tüm sanatsal, bilimsel, toplumsal ve  dini erdemleri gerçekleştirmek  için Allahın dilediği kadar birbirlerine sevgileri artıyor.
Din varoluş bakımından her insanın yanında milli



ve  manevi boyutu olan güçlü bir kurumdur.  İnsanın  tüm kuvvetlerini  ve  gizli   duygularını  kapsar.  Kendisine tabi olan en sığ olandan en seviyeli olana kadar tüm fikir, akıl ve  kalpler için bir perspektiftir.  Her insana inandığı şeyin en büyük sapıklık olduğunu söylemek, inancının hidayet, hakkın  kendisi doğrunun  bizzat kendisi olmadığını söy- lemek gerçekten ağır gelir. Beklemeyi, bazı mütalaalardan sonra hüküm vermeyi isterim. Tüm yönleri ve samimiyet- le hak gibi görüneni değil gerçek hakkı isterim. Akla gelen bütün  itirazları ortaya koymak isterim. Söze her insanın aklına gelen tenkitlerle ve takdirlerle başlamak isterim.
Gözden kaçmayan  şey şudur  ki; iman  çoğunun yanında şahsi bir bilgi değil alıntı ve  süregelen bir devri- daim, nakledilen bir anlayıştır. Kim  açık bir dini öğren- mek, sağlam bir görüşe ulaşmak için dini ilimleri öğrenir- se onlar gerçekten bir kaledir. O kimseler genellikle ya bir takım  vazifeler ile  mükellef ya da kendilerini doğrularda engelleyen popüler şeylerden alıkoyan durumlar  ile  bağlı- dırlar. Özellikle kendilerine dokunan şeylerin tahrip edici ve  eksikliklere sebep olan türden  olduklarını, ortaya çı- kacak düşmanlıkların ve  tehlikelerin şiddetini, mücadele ve  çatışmaların  yayıldığını düşündüklerinde, tüm bu sa- yılanların korkusundan ürküp kaçarlar. Kötü son onları korkutur.  Bildiklerini gizlerler, ele   geçirdikleri  ile  yetin- meye razı olurlar.  Böylece insanlar  ile  birlikte yürürler. Sapıklığın devamına razı olurlar. Özlerinde hangi biçimde olursa olsun şayet ellerinde olanı korumaya devam etme- selerdi gerçeğin özlerinde bir olmasına, tüm zıtlık ve  ihti- laflarının şiddetine rağmen tüm dinler nasıl devam etti?
Her insanın tam bir inanç ve güvenle kendi dininin mümini olduğunu ve  inancının, inandığı şeylerin doğru- nun ta kendisi olduğuna inandığı, dininin nur ve  hidayet


olduğu, diğer dinlerin sapıklık ve hata olduğu inancı her- kes tarafından bilinir. Yahudileri dinlerinin sağlam oldu- ğuna dair çok sağlam inançta görürsün. Aynı şekilde  Hı- ristiyan Yahudiliğin ve Müslümanlığın yanlış olduğuna inanır.  Müslüman  da  aynı şekilde kendi dininin doğru olduğuna, İslam’ın  dışındaki  diğer dinlerin  yanlış oldu- ğuna inanır.  Diğer dinler ve  fırkalar  da böyledir. Onlar- dan Her biri kendi dışındakilerden nefret duyar. Kendini tam bir doğru, gerçek bir iyilik, mutlu bir son olarak id- dia eder. Doğal olarak bu dinlerin ve  mezheplerin birbiri- ni reddeden özelliklerine rağmen hepsinin hak ve  doğru olması hayaldir. Hepsinin sapık ve  hata olması da hayal- dir. Aksi halde devamları mümkün değildir. Yine herhan- gi bir dinin özünde tamamen doğrulardan oluşmuş olma- sı hayaldir. Şaibelerden arınmış ve  yanlışlardan uzak de- ğildir.  Çünkü   dini  Allah   vermiştir.  Tamamıyla  apaçık hakkı da o dinin içinde vermiştir. O yüce olan Allah nur- dur. Her nurun  kaynağıdır, hakkı sever, herkeste ve  her durumda sapıklığı kötü görür. Başka bir mesele ise; Eğer Allah fasıkları saptırmayı istiyorsa hidayete ve  doğruluğa teşvik eder miydi? Hatayı terk  etmeyi emrettiği, takvayı istediği halde sapıklığa düşen kimseleri nasıl azapla teh- dit ediyor? Kendisi onları saptırdığı halde nasıl oluyor da onlara azap ediyor. Şayet fasıklar hak etmeselerdi Allah bunu  yapar mıydı? O  halde bize düşen,  doğruyu bilmek ve güzel sonuca ulaşmak için çalışmaktır.
Şu halde bize öncelikle gerçeği aktarmak,  görmek (art  niyetsiz ve  halktan korkmaksızın)  Allah’ın  adıyla ve samimiyetle hidayeti istemek düşer. Nerede olursa olsun doğruyu istemek, nasıl olursa olsun doğruluğu sevmek düşer.  Ben bir kısmını bile olsa aktardığım hususlarda hidayet  üzerindeysem ne  mutlu  bana.  Fazilet hidayete götüren Allaha  aittir. Eğer ben dalalette isem, yanlış yolu



izliyorsam âlimlerden  beni  doğruya  yöneltmelerini iste- rim. Allah  iyilerin karşılığını boşa çıkarmaz. Eğer isabet ettiysem bu bana aittir. Eğer hata ettiysem bunu bilerek yapmadım. Allah  benim bu söylediklerime şahittir.  O  bi- zim  dostumuz, hepimiz onun kullarıyız. Beni bu düşün- celere teşvik eden sadece azap korkusu,  vebal ve  ar duy- gusudur. Ve şöyle diyenin korkusudur: “Allah tarafından kendisine  bildirilen  gerçeği gizleyenden  daha  zalim kim olabilir?”  (Bakara/2:140)   Bununla ilgili  Yakup  (a.s
)’ın  sözü şudur:“kim  bir  hayrı  bilip de yapmazsa  bu onun için bir vebalir/günahtır.” (Yakub’un mektup- lar/5:17).  Diğer bir sözü ise şöyledir: “Kim bir yanlıştan doğruya yönelmek isterse bilsin ki nefsini ölüm kor- kusundan  kurtarır,  hatalarının  çoğunu örter” (Yakub’un Mektupları/5:19). Hidayeti yaymak fedakârlığı arttırmak  için zayıflığı güçlendiriyor  ve  niyetleri sağlam- laştırıyor.
Son bölümde şunları  söyleyeceğiz. Seyyid İsa  Me- sih in dinine tabi olanların sayısı 400 milyondur. İslam dinine mensup olanlar ise 200 milyonu bulmaktadır. Her ikisi de dünyanın  en iyi  bölgelerine dini, ticari ve  siyasi merkezlerine sahiptir.  Zengin ve  bilgilidirler, kalabalık ve düzenli ordulara sahipler. Her çeşit medeniyet ve  güç im- kânlarına sahipler. Allah’ın  dilemesi nispetinde kurtuluş- taki ilerlemeleri ve kuvvetlerinin gelişimi devam ediyor.
İslam dini ile  Hıristiyanlık arasında  özdeki farklı- lıkların gerçekte son derece az olduğunu  fark  ettim. Bu da  genel olarak  vehme dayalıdır, İnsani  işlerle  ilgilidir. Yanlış  anlamalardır.  Gerçekliği yoktur. Ya da naslara ve yazılı delillere dayalı değildir. Allahın izni ile  (sadece he- defler  yüceltilirse, hakikati öğrenmek amaç olursa, doğru arzulanırsa)  bu iki büyük topluluk için çok kolay bir şe-


kilde başarmak mümkündür.  Şiddetli ihtilafın  olduğu en önemli hususlarda ve  onların detaylarında bu mümkün- dür. Özellikle Allahın doğu ve Avrupa ülkelerinin çoğunda tüm kolaylaştırıcı nimetlerinin bulunması ile  bu daha da kolaydır. Bunu şunlara bakarak söylüyoruz. Arap  bilgisi, dini, İslam sanatının  yayılması, milletlerin birbirine ka- rışması,  iletişim ve  ulaşım imkânlarının çokluğu, ticaret ve  haberleşme ilişkilerinin yayılması, gazete ve  dergilerin, çeşitli  telif ve  makalelerin artması, taassup duygusunun azalması ve  dini nefretin  zayıflaması,  her çeşidi ile  bilgi- nin hemen her mekânda yayılması.
Tüm bunlar nerede olursa olsun bütün  bölgelerde hakikatin  yayılmasını ve  genişlemesini kolaylaştırmakta apaçık bir şekilde ortaya çıkarıp nurunu  göstermektedir. Onun güçlü dini bir gerçek olarak bulunması gerekir.
Dahası  ben  inanıyorum  ki;  İncil tahrip  edilmiş olamaz. Bu İncil Allahın  kelamı ise sevgili oğlu onu bize getirmiş ise onun ruhu ile  yayılmış ve  büyük kerametler, güçlü  deliller, açık  ayet  ve   mucizeler  ile   desteklenmiş, elçileri olan havariler  tarafından  başka bölgelere ulaştı- rılmış ise nasıl bozulmuş olabilir. Dünyanın tüm bölgele- rinde şimdiye kadar teyit edilmeye devam ediyor. Sebat ve etkinlikle yayılması sürüyor.
Aynı  şekilde   Kura’nın   da  tahrip  edilmiş olması mümkün   değildir.  Mensubiyetinin  sayısı  200  milyonu bulan ve insanların içinde dinine en çok bağlı olan en zor sorumlulukları üstlenen  ve   seven,  malları,  evlatları  ve ruhları ile  inandıklarını en yüce bir gurur ile  ifade eden kimseler olduktan  sonra nasıl böyle bir şey olabilir. Ku- ran kalplerinin en önemli yerinde durmakta,  onun ruhu benliklerinde, beyinlerinde, fikirlerinde, akıllarında, nefis- lerinde, ruhlarında  ve  tüm  kuvvetlerinde yürümektedir.



Dahası o  şüphesiz Allah katından  indirilmiş bir kitaptır. Allahın  ruhu ile  vahyedilmiştir. Allahın  gücü ve  nimeti sayesinde şu  ana kadar korunmuş ve  müntesipleri ol- muştur. Allah  varlıkta varken Allahın  kitabı, Allahın  sö- zü, Allahın vahyi nasıl ortadan kaybolabilir.
Özellikle İncillerde ki temel gerçekleri en doğru bir anlayış ve  yorumla açıklayan şerefli Kur’an en üstün bir şerh edicidir. Yüce hakikatleri en iyi  inceleyen kilise ay- rımcılığını ve  Hıristiyan ihtilaflarını  ortadan kaldırandır. Birisinin ortadan  kalkması imkânsız olduğu sürece dini varlıklarının ikisinin birden ortadan kalması daha da im- kânsızdır. O  zaman ne yapmak gerekir? Gurupların  ba- rışması ve  anlaşması nasıl mümkün olabilir? Bölünmeler canlı bir şekilde durduğu  sürece hayatın tamamında ve unsurlarında  eskiden olduğu gibi şiddetli ise, kalpler dini ayrımcılıklara gömülmüş ise akıllar düşmanca düşünme- ye  devam ediyorsa, duygular tepkiselliğe yönelmiş ise, kuvvetleri saldırmaya  kilitlenmişse,  propaganda  devam ediyorsa barış nasıl tesis edilebilir gönüllere ve  davranış- lara nasıl ulaşabilir? Eğer amaçlanan bu ise ve  dinin za- fiyetine  dayanıyorsa,   gerçeğe  önem  verilmiyorsa  orada sıkıntı ve büyük bir bela vardır.
Aynı şekilde  akıl ve  görüşler saptırıcı olduğu süre- ce  Allahın  fazlı da hayaldir. Ayrıca açık  vahyin  esasları, hak söz ve  sağlam metnin üzerinde iki ümmetin  anlaş- masından  ne kalır? Bu bana  fikir  olarak ta  uygulama olarak ta mümkün gözükmüyor. Bütün açıklığı ile  anla- dım ki iki vahiy kitabının  kaynakları  aynıdır. Farklılıkla- rının tamamı yüzeyseldir, özünde değildir. Her biri diğe- rini tamamen destekliyor. Nasıl olur da biri diğerini doğ- rulamasın ve  şahitlik etmesin, tüm dünyada bütün ülke- lerde onun sıhhatini şimdiye kadar yaymasın?


İki kitabın ortak noktaları ortaya çıkınca her ikisi- nin de Allah katından  indiği bir gerçek olunca iki ümmet, iki topluluk dini, edebi alandaki güçlerini birleştirir. Alla- hın dilemesi ile  bu imkân dâhilindedir. O zaman Yahudi- ler mevcut hakka tabi olmanın dışında ne yapacak? İba- det  edilen,  Yüce  kudret  sahibi  dünyayı aydınlatan  Al- lah’ın nurunu  kabul dışında ne yapacak, o Allah ki:“ Bir şeyin olmasını istediği  zaman ona ol der o da oluve- rir” (Meryem  /19:35).  Her iş ona dönücüdür.  Allahtan başka ilah yoktur Hz. İsa Mesih Allahın oğlu ve  Hz. Mu- hammed onun elçisidir.
Haç ve İslam Kelimelerinin Manaları Arasındaki Bağlantı, Her İkisinin de Var Oluş Amacının Birliğine, Onun da Allah’a İtaat ve Kardeşlere Hizmet İçin Allah Yolunda Çalışma Olduğuna Dair Bölüm
Allah katında din İslam’dır. Salîb/Haç İslam’ın işa- retidir. Salîb/Haç İslam dininin işaretidir. Peygamber Muhammed’in  İsa  Mesih in doğruluğuna inanmış olması ve  fiilen öğretmesi  gibi. Bunun açıklaması şudur: Salîb, Hıristiyan dininin  bir  sembolü  ve   şerefinin  sancağıdır. Hangi kilise ve  guruptan olursa olsun sancağının altında tüm Hıristiyanlar toplanır. Çünkü Salîb insanın kendisini Allaha itaat ve sevgisi yolunda kurban etmesidir. Ona her yakınlaşma  hizmettir, sevgidir. Bu Mesihlik dininin özü- dür. Tüm insanlık olarak Allahın sevgisi için nefisleri feda etmektedir. Dinin başına, imanının komutanına uymak- tır. İsa  Mesih  Allah’ı  sevmemizi  ve  ona yakınlaşmamızı emreder.  O,  hayatını,  kendisini  Allah’a  kurban  etmek adına haç uğrunda  tüm insanlar  için feda  etti. Kur’an açık bir şekilde şöyle buyuruyor.  “Allah  katında kabul edilen din İslam’dır” (Al-i  İmran/3:19). İbrahim Müslü- man  idi. Tüm nebiler ve  evliyalar,  elçiler Müslüman’dı. Güvenilir vahyi tebliğ eden  elçi   Muhammed  gibi Musa,



Davut ve  İsa  Müslüman’dı.  Bu gerçektir, doğrudur. Çün- kü  İslam hakikattir.  İslam İsa  Mesih’in  kendisine uyan herkes  için söylediği şu  sözünde de olduğu gibi istediği şeydir. “ Kim bana uymak isterse arzularına engel ol- sun, Salîb’i  taşısın ve bana tabi  olsun”  (Markos/8:34) Bu  şu  anlama  gelmektedir: Kötülüğü  yapmayı  isteyen nefse engel olmak, vesveselerini ve şehvetlerini reddetmek ve  bu insanlardan uzak durmak İslam’ın  kendisidir. İs- lam, insanın  kendisini ilahi yardımın hükümlerine  tam bir yönelişle, gönül huzuru için de teslim olmaktır. İslam, insanın kendisini Allah’a teslim etmesinden, Allah sevgi- sinden, insanlara hizmet etmesinden, akrabalara ve  tüm insanlara sevgi beslemesinden başka bir şey değildir.
Yüce  Kur’an  da geçen İslam, İsa  Mesih’in  istediği gibi nefse hâkim olmaktır. Açıkça görünüyor ki feda etme kelimesi aynı  şekilde  İncil’de  de  geçiyor (  yunanca aslı ile). Anlamı harfiyen fasih Arapçada ki kelime karşılığı “İslam”dır. Şartsız, tereddütsüz, uygulamada beklemeksi- zin, insanın kendisini Allahın hükümlerine itiraz etmek- sizin tam bir güvenle O’nun iradesine teslim olmaktır.
Kısaca İslam Allah yolunda cihat etmektir. Allah’ın sevgisi ve  tamamen  yakınlığı için kendini feda  etmektir. İsa  Mesih’in  istediği ve  onu  eylem ile  göstermenin özü; Allah  yolunda cihattır; kendini hak dininin yayılması ve yakınlaşmadaki faydayı  arzulamada kurban etmedir. Yü- ce  Kuranda  anlatılan  İslam dini, şerefli  İncil de İsa’nın açıklamış olduğu dinin aynısıdır. Kur’an’da  İsa’ya  inan- mak şart koşulmuştur. İsa’nın dininin özü de nefse engel olma ve  Allah yolunda kurban olmadır. Nefse engel olma dini yüce Kuran’ın şahadeti ile  Allah katında kabul edilen tek İslam dininin kendisidir.
Yüce  Kuran’ın  dini şerefli  İncil’in  dininin aynısıdır.


O  Allah  katında  makbul olan dindir. Âdem’in,  Nuh’un, Şit’in,  İbrahim’in,  Musa’nın,  Davud’un, İsa’nın,  diğer evli- ya ve  enbiyaların, temiz resullerin, öncekilerin ve  sonra- kilerin hepsi Allaha yakinen iman etmişlerdi. Allahın hü- kümlerine razı olarak teslim olmuşlardı. Bunların hepsi Tevrat’ın, İncil’in ve  Kuran’ın dava, takva ve  iman adam- larının  yönlendirmesi ile   olmuştur.  Kuranın  dini  İslam dinidir. İslam dini İncil dinidir. Kur’an dini İncil dinidir. İncil dini  Kur’an  dinidir. Her insanın  aklının,  kalbinin, nefsinin,  kuvvelerinin her şeyin üzerinde fiili  olarak Al- lah’ı  sevmektir. Allahtan  başka Allah  yoktur. İsa  Mesih Allahın  oğludur. Muhammed Allah’ın  elçisidir. Sonunda hepimiz ona döneceğiz ve  hepimiz gerçekten ona inanıyo-
ruz.

Şayet biz zahirde Müslüman  değilsek, haktan  ve hidayetten  uzak  isek,  Allah’ım  hepimizi hakka  zahiri, bâtıni,  akli,  hissi  olarak  iman  edenler  kıl.  Yaşayış  ve mevki  olarak   fiilen  Müslüman  yap.  Herkes  elindekine iman ettiği gibi İncil, Tevrat ve  açık Kuran’a uyarak Müs- lüman  yap. Sen Hepimizin dostusun  ey  âlemlerin rabbi Allah’ım. Âmin.
Üç Din ve İndirilen Kitaplar Hakkında

İnsan  için Allah’a  itaat  edeceği bir din gereklidir. Dünyada bilinen indirilmiş dinler üçtür: Yahudi dini, Hı- ristiyan dini ve  Ehli-i İslam’ın  dini. Bir başka deyişle Mu- sa Nebi’nin dini, İsa Mesih’in dini ve Resul Muhammed’in dini, Bu üç dinden her birinin kendine özel  kitabı vardır.
Nebi Musa’nın dininin kitabı Tevrat’tır ve  buna pa- ralel  olarak  Ahdi Kadimdir.  Mesih  İsa’nın  dininin kitabı İncil’dir  ve  bu paralel de Havarilerin mektuplarıdır. Resul Muhammed dininin kitabı da Aziz  Kuran’dır. Bu kitapla- rın tamamı veya bu üç din bir ve  tek olan, mevcudiyeti



daim  olan,  kimseye muhtaç  olmayan,  doğurmamış  ve doğrulmamış olan,  kendisine  denk  olan hiçbir şey bu- lunmayan Allah’tan gelmiştir. O’nun ruhuyla desteklenen seçilmiş kulların  kalplerine indirilmiştir. Öyleyse bu  ki- tapların kaynağı, tek olan Allah’tır. Bu kitapların mevzu- ları birdir, gayeleri birdir. O gaye de Allah’ın  yüceliklerini ve  nimetlerini göstermektir. O’nun şanı yücedir. İzzet ve ikramı  bütün   yaratıklarda  bilhassa  insanda  görülür. Şimdi, şu dünyada ve  ahrette bu insanı, yol  gösterme ve Allah’a  ulaştırma  vesilesiyle sevgide, mutluluk  ve  ilimde Aziz  ve  Rahman olan Allah’ın dilediği yere yükseltilmesi, mevcudat içinde bütün  hayırların  kaynağıdır ve   bütün varlıklar için mutluluk  vesilesidir. Fakat  dinlerin bölün- müş, parçalanmış, dağılmış ve  birbirlerinden nefret  eder halde olduklarını görüyoruz. İndirilen kitaplar  birlik be- raberlik vesilesi, bir araya toplanma sebebi, sevginin kaynağı, anlaşma ve  uyumun vesilesi olmalarına rağmen görünüşte  kardeşler arasında  savaşların,  ayrılığın,  kin, nefret  ve   düşmanlığın  kaynağı olmuşlardır.  Bu  durum dinler ortaya çıktığında da böyleydi, şu ana kadar da böy- le  devam etti ve  belki de Allah  dileyene kadar uzun yıllar böyle devam edecektir.
Gerçek maksadı  tamamıyla insanın  hayrı, dünya ve ahretteki rahatı, mutluluk ve ilminin yükseltilmesi olmasına rağmen iyilik ve  hidayet sebebi olan bir şey na- sıl olur da şerlerin ve  ayrılıkların sebebi, belanın kaynağı
olur?

Buna cevap olarak denilir ki; Allah tamamıyla cö- merttir. Ondan gelen her şey nimettir ve  kötülük için bir engellemedir. Özellikle indirilen kitaplar  da  onun  geniş cömertliğinden gelen büyük bir ihsandır.  Fakat insanın bu nimete yani indirilen kitaplara karşı tavrı da diğer ni-


metlere karşı  olan  tavrı gibidir. İnsan;  nur,  hidayet ve irşat için gönderilmiş olan bu kitapları kabul edip mana- larını düşünüp  ihlâsla incelemek ve  mevzularını öğren- mek yerine kendi düşüncelerini  yüceltiyor, gerçekleri ka- bul etmeye yanaşmıyor ve  bu kitaplara karşı düşmanca mücadele ediyor. O  kapkaranlık aklına nur ve  hidayetin girmesini engelleyerek eski  sapkınlığında  devam ediyor. Kendi hayrı için sunulmuş  olan şeylerden yüz çeviriyor. Her bir kitapla daha sonrakine yükselmek yerine önceden beri  kendi  yanında  bulunanla   yetiniyor, zamanı  geçse lüzum ve  itibarı  kalması  bile. Niyetindeki ve  kalbindeki bilgisizlikle  ve   mevlasının  kendisine  olan  cömertliğini dikkate almadan yanındaki kitaptan başkasından sırt çeviriyor.
“Rabbin dileseydi sizi bir ümmet yapardı” (Hud/12:118). “Fakat dilediğini dalalete düşürür, dile- diğine  de  hidayet  verir”  (Yunus/10:25).  “Bütün  her şeyde en yüce emir ve mülk onundur” ( Ni- sa/5:54,Yusuf/11:123).
Hikmetini Allah’ın  bildiği yüce sebeplerden  dolayı birlik bozuldu  ve  ayrılık arttı.  Artık  kul  için Mevlasına itiraz yoktur. Bütün bunlar daha yüce bir hikmet, daha bol bir saadet ve  daha geniş bir mutluluk için olmalıdır. Onun bütün  işleri devam edip giden bir hikmet, uygun- luk ve menfaat iledir.
Vahyin kaynağı tek olduğuna, o  da bir olan Allah olduğuna göre vahyin kitapları da özünde birdir. O Kitap- lar gerçekte birbiriyle ihtilaf  etmiş olsalardı onları dikkat- le   inceleyen,  samimiyetle  Allah  bilgisini, onun  emir ve yasaklarına  tabi  olmayı, doğru yoluna girip rızasını ka- zanmayı isteyen kişiye ( ki zaten bütün  bunlar kişiyi Al- lah’a  doğru yola ve  bütün  hayırlara ulaştırır, onu kötü-



lüklerden men eder ve  dünya ve  ahrette mutluluğa giden yola götürür) bu durumda yani ilahi kitaplar arasındaki ihtilaf  aşikâr  olurdu.  İndirilen bütün  kitapları  dikkatle incelersek ve  ince anlayış, saygı, hürmet  ve  Allahtan bir hidayetle aralarında  bir karşılaştırma yaparsak kaynak- larının ve  amaçlarının  bir olduğunu  görürüz. Onlar da ancak görünüşte, kapaklarında ve  bizim onları anlayışı- mızda  farklılık  vardır.  İndirilen kitapların  hepsini  eğer bunlardan kurtarırsak ve  beşeri yorumları, ilahi olmayan görüşleri terk edersek ve birbirleriyle açık telaffuz yönüyle ve  sahih  anlam yönüyle karşılaştırırsak  aralarında  çok küçük istisnalar haricinde zıtlık, farklılık, dengesizlik ve yanlışlık olmadığını görürüz ki, o  istisnalar da zaten asli olmayan tali konulardadır.  Musa Nebi’nin  dini İsa  Me- sih’in  ve   Muhammed  Resul’ün  dini  için hazırlıktır.  İsa Mesih’in dini Ahdi-i Kadim peygamberliği için bir tamam- lamadır,  Muhammed dininin  gelişine ve  Mesih’in  ikinci defa gelişine bir işarettir.
Muhammed Resul’ün dinine gelince o  Mesih’in di- nine insanlar tarafından  sokulmuş olan aşırılığın ve  den- gesizliğin ortadan   kaldırılması  içindir.  Havari  elçilerin risalelerinin  ve   İncilin hakikatlerinin  anlaşılmasına  in- sanları yönlendirmek içindir. Aynı zamanda İslam; bütün ümmetleri Allah’ın sevgili oğlu olan ve  tüm insanlar için feda olan İsa Mesih’in şahsında hep beraber Allah’a davet etmek içindir. İsa Mesih’in yeryüzüne ikinci defa gelmesi- ne, kuvvet ve  yardımın, mülk ve  çoğalmanın gelişine bir işaret ve ön hazırlıktır.
Bütün  bu dinler varlıkları itibariyle kendi zaman- larında gerçekten muteberdirler ve birbirleri için lazımdır- lar. Yahudi dini temeldir ve  diğer ilahi dinler için de bir rükündür. Yahudi  dininin  kitapları  eğer kaybolsa  diğer


dinler temelsiz kalırdı. Bu geçmiş kitapları  eski zaman- dan beri şu günümüze kadar diğer dinlerden ayrı kalıp aslına ve  kaynağına bağlı olan ümmetten başkası  koru- yamaz. Fakat bu koruma onu destekleyerek, ona sahip çıkarak, onu sağlamlaştırıp kuvvetlendirerek olur. Uzun zamandan  beri hakikatten  uzaklaşmış olsalar bile hida- yete dönmeleri lazımken sıcak ve  yalnızlık içinde zorluk çölünde yolunu şaşırmış olanların da o  kitapların haki- katlerini tasdik etmeleri ile  olur. Ta ki tüm insanlar haki- kat için kendini feda etmeyi yeğlesin ve İblis’in egemenliği ve   düşmanlığı  ortadan  kalksın.  Allah’ın   nimetlerinden dönüş  olmaz ve  o  nimetlerden dolayı pişmanlık da du- yulmaz. Evren ve  gök fanidir, Allah’ın vaatleri zail olma- mıştır  ve   zail olmayacaktır,  bakidir,  zamanı  geldiğinde yerine gelecektir.
Seyyid Mesih’in dini ise Musa Nebi’nin kitaplarının doğruluğunun ispatıdır. O kitapların ve  diğer peygamber- lerin nübüvvetinin tamamlayıcısıdır. Sonra o  Resul Mu- hammed’in  dini için hazırlıktır.  Ve  O, insanları  dini ve ilmi  konularda uyardı. Dalalet ve  sapkınlığı terk etti, hi- dayete tabi oldu.  İsa  Allah’ın  indirdiği şeriatların delille- rini destekleyerek ve  geçmiş vahiylerdeki nasları  açıkla- yarak tam bir doğruluk ve  samimiyetle insanları Allah’ın Kelamı, Nuru ve Hakkı Mübin ile uyardı.
Rasul Muhammed’in  dinine gelince; bunun  amaç- larından birisi de ister iman esaslarında olsun ister şeri- atta ve  sünnetlerde olsun, isterse adap ve  farzlarda  ve benzeri şeylerde olsun İsa Mesih’in dininden olup fesada düşen insanları ıslah etmek için gelmiştir. O İncil, Tevrat ve  Eklerini tasdik eder. Mesih’in  ilk gelişine şahitlik ettiği gibi ikinci gelişini de hazırlayıcıdır.  İslam dini Tevrat ve İncil dinini birleştiren  ve  her ikisini de ayakta tutmaya çalışan  kâmil bir dindir.  Bu din Melek Cebrail’in  Resul



Muhammed’e  İslam Dinini, İmam İsa  Mesih’in  Dinini öğ- retmek için okuduğu Kur’an Dinidir.
İslam dini İbrahim ve Musa’nın, Muhammed ve İsa’nın,   bütün  peygamberler ve   evliyanın  dinidir. Bana göre Kur’an  kelimesi aslı Yunanca  olan batı  dilinde şu manaya  gelir: Melek Cebrail vasıtasıyla Allah’ın kelamını Rasul  Muhammed’e  indirdiği, ona  okuduğu,  ona  tebliğ ettiği, dini öğrenenler için önder  bir kitaptır.  En doğru iman Tevrat, İncil ve  Kur’an  üzerine bina edilen imandır. En mükemmel din de Aziz ve Rahman olan Allah’ın kitap- larına uygun olan dindir. O  Allah birdir, tektir. Daimdir, ezeli olan ve her şeyin nedeni olduğu halde kendinsin var oluş nedeni bulunmayandır. “O ne doğurmuş ne de do- ğurtulmuştur. Hiçbir şey ona denk değildir”  (İh- lâs/112:1-4).
“O canlıdır.  Kendinde  var  olan  ve  dolayısıyla bütün varlığa kaynaklık edendir. O’nu  ne bir uyukla- ma ne de bir uyku tutar.  Göklerde ve yerde  olanlar o’nundur” (Bakara/2:256)  “Ne Mesih ve ne de gözde/ Allah’a  yakın melekler Allah’a  kullukta isteksiz dav- ranmazlar” (Nisa/4:172).
Semavi kitapların  hiçbirinde zahiri anlamının  dı- şında ihtilaf yoktur. İhitilaf anlayışlarda, zahiri manalar- dadır. Asılda, özde, cevherde ayrılık yoktur.  Aksine hep- sinin ruhu, özü birdir, Allah’ın Kutsal Ruhu ile vahyedilmişlerdir. Amaç birdir. O da: Allah’ın mükemmel- liğini, yaratıcı  kudretini,  varlık âleminde  “Esma-i  Hüs- na”sını yücelterek, varlığını, birliğini, cemalini ve  en mü- kemmel yaratıcılık sanatını  takdis  etmektir. Bunun  so- nucu olarak da insanın Allah’ın  bu sıfatlarından  ve  yara- tıcı vasıflarından kendinde taşıyarak evreni mamur etme- si böylece Yüce Allah’a vasıl olmasıdır.


Günümüzde  Her İkisi de Doğru Olan Tevrat  ve
İncil’e İtibarın Gerekliliği

Hıristiyanlarla Müslümanlar  arasındaki  ihtilaflar ve   en  önemli ayrılıklar şunlardır:  Müslümanlar  bugün Yahudi  ve  Hıristiyanların ellerinde bulunan  Tevrat ve  İn- cilin Kur’an’ın verdiği haberlerle  ve  naslarla uyum içinde olmasına rağmen Kur’an’daki bazı ayetlerin zahiri anlam- larına bakarak Tevrat ve  İncilin sıhhatini inkâr ediyorlar. Bu nedenlerle de Tevrat ve  İncilin tahrif edildiğini ve  her ikisine de itimat edilemeyeceğini söylüyorlar.
Hıristiyanlara gelince onlar Muahammed Rasulün Risaletini kesinlikle inkar  ediyorlar. Dolayısıyla da Kur’an’ın    nüzülünü   kabul   etmiyorlar.   İncilin   zahiri nassına  bir derece uyanlar müstesna  Kur’an’dan  hiçbir şeyi kabul  etmiyorlar. Böylece her  iki toplumda  gideril- mesi mümkün olmayan bir set çekilmiş durumdadır.  Bu inanış böyle sürdüğü  müddetçe her fırka  diğerini yanlış yolda olmakla suçlayacaktır.
Yahudilik  ise kendinden  sonraki  iki dinin temeli- dir. Onlar Seyyidimiz İsa  Mesih’in  gelmesini ve  İncil’i  in- kâr  ederler.  Aynı şekilde  Muhammed’in  peygamberliğini ve Kur’an’ı da inkâr ederler. Böylece bu üç dine inananlar arasında giderilemeyen sorunlar sürüp gider.
Peki, bu inanışlar doğrumudur ve  her birini mev- cut haliyle bırakmak doğru olur mu? Asla!  Çünkü haki- kat tektir. Gerçek din tekdir. Allah  tektir. Gerçek vahyin kaynağı tektir. Nasıl olurda hak din kendi içinde parçala- nır.  Allah  kendisiyle nasıl  tezada  düşerAllah’ın  sözleri birbirine nasıl zıt olur. Bu bir hayaldir ve  kimse bunu kabul etmez. Sonuç olarak da her bir dinin diğeri hak- kında yanlış düşünmesi  kaçınılmaz olur. Geçekler insan- ların evhamından arındırıldığı zaman vahyin özü ve mak-



sadın birliği bu üç dinin de çıkış noktasının aynı olduğu ortaya  çıkar.  Şeytan  şuanda  dahi  insanları  yoldan çı- kartmakta ve  birlikten uzaklaştırmaktadır.  Doğrusu şu- dur ki Rabbin dileseydi insanlar tek bir ümmet ve  tek bir mezhep üzerinde sabit kılardı. Fakat Allah dinleri ayırdı, insanlar  arasında  ayrılık ortaya çıktı. Allah  fasıklardan başkasını saptırmaz.
Günümüze  gelince dünyada  mesafeler  yakınlaştı, bağlar güçlendi. Bütün  bunların sonucu da birleşmeye, barış ve  sevginin oluşmasına  şiddetle gereksinim vardır. Allah birleşme yolunu kolaylaştırmıştır. İman ve  itikadın temelinde bilginin, irfanın  ve  hürriyetin  sebepleri çoğal- mış, gerçekle gerçek olmayanın bilinmesini ve yayılmasını tenkit eteme vasıtaları kolaylaşmıştır. Birliğe götüren hu- susların belirlenmesi ve  ayrılıkların azaltılması konusun- da kudret sahibi Rahman ve  cömert olan Allah’tan  yar- dım dileriz ve  hidayet nuru ile  bizler aydınlatmasını  dili- yoruz. Dalaleti ve  kötü düşünceleri bizlerden gidermesini niyaz ediyoruz. Eğer hakikatlerin nuru  açığa çıkar, anla- şılmayan konular anlaşılırsa özünde amaç ve  gayeler bir bütün halinde açıklığa kavuşurlar. İnsanoğlu Allah’a kul- lukta birleşir ve  Allah’ın dostluk ve  kardeşlik nimetinden yararlanırlar.
Bütün  bunlardan  sonra  sözün doğrusu bilindiği gibi dünyada  vahi ile  muhatap olan Yahudilerdir. Kendi- lerine göre itibar ve  ima bakımından en güçlü olan kitap- ları da 3500 yıldır mevcuttur.  Yahudiler  özellikle efendi- miz  İsa’nın  gelişinden günümüze kadar ilahi emanetin ve vahyin korunması  hususunda  sayılmayacak kadar fela- ket ve zorluklarla karşılaştılar. Binlerce senedir gecikmesi sebebiyle sabrettikleri sözlerinin gerçekleşmesinin yaklaş- tığını düşünüyorlar.  İncil yaklaşık 2000 senedir  onların


kitabını sıhhatini ve  Allah  tarafından  gönderildiğini tas- dik eder. Bu hala Hıristiyanların nazarında muteberdir.
Kuranı  kerim Tevrat’ın  Allah  tarafından  indirilmiş ve  alemler için nur ve  hidayet kaynağı olduğuna şahadet eder ve  kendisinin de Yahudilerin ellerindeki Tevrat’ı tas- dik edici olarak geldiğini de aleni olarak ilan eder.
İncil ve  kuranın Tevrat’ın  Allah  tarafından  indiril- miş ilahi bir kitap olduğuna şahitliği devam ettikçe nasıl olurda onun terki ve  kaldırılması mümkün olur. Hıristi- yanlar ve  akıl sahibi Müslümanlar Allah’ın  indirdiği Tev- rat şeriatının kaldırılmasına müsamaha göstermeliler mi? Kesinlikle hayır, bilakis Yahudilerin  geçmişte olduğu gibi kitaplarına  kuvvetle sarıldıklarını  görürüz.  Tevrat’ı  Al- lah’ın  izni ile  dilediği vakte kadar muhafaza  edeceklerdir. Allah’ım bizi doğruya ulaştır.
Hıristiyanlar   Hz.  Muhammed’in  Risalelinden  622 sene  öncedirler.  Dinlerin esası  İncil ve   ekleridir.  Dinin ortaya çıktığı ilk yıllarda çok büyük sorunlarla  karşılaştı- lar. Kitaplar  dünyanın  birçok yerine yayıldı. Onu yazan âlimler çoğalmaya başladı.  Özellikle 2.3. ve  4. asırda bu müelliflerin hepside İncil yazmalarına ve peygamberin müjdelerine itibar ettiler, incili İslam’ın zuhurundan  önce tefsir ve şerh ettiler. İncilin varlığı sabittir ve Hz. Peygam- bere isnadı da şüphesiz sahiptir. Daha sonra Hıristiyan şeriatı bu kitap ve  Mesîhin sünneti  üzerine bina edildi. İncilin ve  havarilerin kayda alınması İslam’ın  zuhurun- dan yüz yıllar önce olmuştur. Daha sonra İncil dünyanın birçok  yerine  yayıldı ve  bu  yazmalardaki bazı nasların tefsiri  hususunda  Hıristiyan fırkaları  arasında  kuvvetli mücadeleler yaşandı.  Ama  bu fırkaların  hemen  hemen hepsi İncilin sıhhatini ve  Allah  tarafından  indirilmesi ko- nusunda  aynı  fikirdedirler.(   Nadirattan   olanlar  bunun



aksini  söyleseler de pek ciddiye alınmazlar)  Hz. İsa’dan sonra 3. Yüzyılın sonlarında  kilise ikiye ayrıldı ve  onlarca sene aralarında vahyi yazılması ve İncil naslarının bozuk- luğu iddiasıyla anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Bu ihtilafların tamamı tefsir  ve  te’vil  yönüyledir. Daha sonra Hıristiyan- lar dünyanın  birçok yerine yayıldılar ve  hepsi de dinleri koruma hususunda azap görme pahasına ölümüne dinle- rine  sarıldılar.  Hıristiyanlar İncil hakkında  en  ufak  bir hatayı,  yanlışlığı bile kabul  etmediler. Aklıselim bir kişi- nin bu kitapların, bu kitapların içerdiği hususların  ta- mamının ya da bir kısmının tağyiri ve fesadını düşünmesi nasıl mümkün  olabilir? İncilin değiştiğini ya da bozuldu- ğunu  farz  etsek  bile aklıselim bunu  dünyadaki  bütün Hıristiyanlardan  gizlenebileceğini nasıl düşünebilir?  İnci- lin değiştiğini ya da bozulduğunu herhangi bir emare ol- maksızın gizlenebileceğini düşünmek doğrusu müsamaha edilmeyecek hayal ürünü  garip bir söz ve  cahilce bir iddi-
adır.

Ahdi atik  ve  Ahdi Cedit dünyanın her bir köşesin- deki Yahudi ve  Hıristiyan milletler nazarında  şeriatların, sünnetlerin,  ibadetlerin, ritüellerin, dini ve  ebedi ilişkile- rin esasıdır. Dünyada akıllı biri ya da beşer aklı, bu inmiş ilahi kitapların  ihmali ve  göz  ardı edilmesini, güvenme- meyi, inkârcıların sırf karalamalarını ve  İslam âlimlerinin bazısının eleştirilerine ruhsat verir mi? Avrupa da Asya ve Afrika’nın  birçok köşesinde hatta  Amerika  ve  Avustral- ya’nın hepsinde dahi doğru olan ilahi bir din, ya da itaat edilen, sabit, saygın bir dinin varlığı için sağlam, güveni- lir bir dayanak kalıyor mu?
Kur’an-ı  Kerim, İncilin Allah  tarafından  indirilmiş ve  sahih bir kitap olduğuna, âlemler için hidayet rehberi ve  nur olduğunu tasdik eder. Müslümanlar İncil ve  Tev-


rat’ın  varlığını kabul  etmeselerdi kendileri de sahih  ve güvenilir bir temel üzerine olmazlardı. Müslümanlar,  Hı- ristiyanlığı imanlarının rüknü  olan İncili, şeriatlarını, edeplerini ve  ibadetlerinin her birini terk ederlerse, Hıris- tiyanları  sapkınlıkla  suçlarlarsa,  İncili alemlere nur  ve hidayet kaynağı olarak sunan  Kur’an metinlerine muha- lefet  etmezler  mi?  Eğer  bu  durum  böyle devam ederse kesinlikle doğru olmaz ve  aynı zamanda bir iletişim kur- ma imkanını da bize vermez. Bu gün şunu  özellikle ifade etmek isterim  ki biz Hıristiyanlığın güçlendiğini, yayıldı- ğını  ve  dünyanın  her  yerine ulaştığını  görmekteyiz. Şu anki dünyada bir vasıta ile  dahi olsa Hıristiyanlığın nüfu- zu altına girmeyen pek az yer kalmıştır. Şu anda ilimler ve  her çeşit bilgiler ve  dünya meslekleri, sanatlar, buluş- lar, keşifler, zenginlik, özgürlük, dini, edebi ve maddi kuvvetler, refah,  her çeşit ilerleme ve  dünyanın köşe taş- larının anahtarları  Hıristiyanların elindedir. Yine  dünya politikası, denizler ve karalar onların elindedir.
Beşer aklı ve  sağlıklı bir fikir Kur’an  ‘ın  İncile nü- fuzu ile  İncil’in yok olacağı ve  Müslümanların Hıristiyan- lara  galebe çalacağını kabul  edebilir mi? Şimdiye kadar Hıristiyanların kendilerini sürekli yenilemeleri, kuvvetle- rini  artırmaları,  dünyaya  yayılmaları, İncili anlamadaki gelişmeleri, iletişim, usul ve kurallarını geliştirmelerinden sonra  Müslümanların  Hıristiyanlara galebe çalacağı ka- bul edilebilir mi? Bu düşünülebilecek şeylerin en bulanı- ğıdır. Kur’an’ın  İncili kabul  etme yönüne ve  onu doğru- lamasına, desteklemesine uygunluğunu yüceltmesine hoş baktığımız zaman bu böyledir.
Sonra diğer bir açıdan şu anki Müslümanların sa- yısı 200 milyona ulaşıyor. Sayıları da azar azar artmak- tadır. Büyük çoğunluğu taassupta  çok aşırıdırlar ve  din- lerini sahiplenirler.  Dinlerini son derece severler ve  onun



uğrunda mallarını, çocuklarını ve  ellerindeki kıymetli her şeylerini hatta canlarını feda ederler. Ona yakinen inanır- lar. Kur’an’ın Allahtan inmiş olduğuna inanmaları sebe- biyle Allahın Elçisi tarafından indirildiğine ve  korunmuş olduğuna inanırlar. İslam dinini ve  Kur’anı yüceltmek ve onu sevmek onların akıllarında, kalplerinde, düşüncele- rinde,  duygularında,  ilişkilerinde ve  dine ait her şeyde mutluluk kaynağıdır. Gerçekte Kur’andan  ve  dinden hoş- nutturlar  ve   bunu  varlıklar  içinde Allahın  kendilerine verdiği nimetlerin en büyüğü olduğuna inanırlar. Müslü- manlar  istekle ve  güzel anılarla  dinin  farzlarını  ayakta tutarlar.  O  dinin kurallarına  uyarlar,  emirlerine boyun eğer, nehiylerinden sakınır, yasaklarından uzak dururlar. Müslümanlar dinlerini savunmada, inançlarının kuvvetli- liğinde ve  dini kabullenmede çoğunlukla Hıristiyanlardan daha ileridirler. Müslümanların sayısının artması devam etse de içlerinden hüsrana uğrayanlar da olmuştur.
Müslümanların   özellikle vahiy kaynaklı  olmayan Hıristiyan inancının  bir  kısmını kabul  ve   reddetmeleri, Kur’an  naslarının açıklamalarından dolayıdır. Hıristiyan- ların dünyevilikten dönmeleri ve  vahyin metinlerini terk etmeleri, şüphe vericilerin fikirlerine uymaları çok zordur. Az    da    olsa   görüyoruz   ki   misyonerler,   bir   kısım müslümanları mezheplerinden caydırmada başarılı ol- muşlardır.
Müslümanların dinlerinde sebat etmeleri din hür- riyeti verilmesinden veya Hıristiyanlık hükümlerinin  adil olmasından  değildir. Bilakis bütün  Müslüman  fertlerin dinlerini  sevmeleri, âlimlerin  ehliyet sahibi  olmaları  ve inançlarının kuvvetli olmasından dolayıdır.
Durum  bu iken gerçekleri gören akıllı bir Hıristi- yan; Müslümanların diniyle mücadele etmenin ve Kuran’ı


yok etmenin mümkün  olduğunu düşünebilir  mi? Kur’an hükümleri, hikmetle, tabiat kanunlarıyla ve  ahlakla tam anlamıyla mutabık  iken hangi amaçla böyle bir şey dü- şünülebilir?
Eğer İslam’ın sosyal, bireysel ve ailevi hükümlerine bakarsak  bu  hükümlerin  birçok Avrupa   yasalarından daha iyi  ve  üstün  olduğunu görürüz. Buna örnek olarak Avrupalıların çirkin işleri mubah saymalarına karşılık Müslümanlıktaki  avret yerlerini örtmek, içki içmemek ve kazancını helal yoldan kazanmak  gibi hükümleri  göster- mek yeterlidir.
Bir  müddet  aradan  sonra  ehli-i  İslam  şu  anda ilimde ilerlemektedir. Bu manada  Müslümanlar modern- leşme yolunda  ilerliyor ve  her açıdan güç kazanıyorlar. Şüphesiz Müslümanlar dinlerini yaşayarak dini tutarlar- sa ve  din hükümlerini icra ederlerse bu yolda ilerlemeye devam edeceklerdir. Ümit edilir ki Allah’ın  dilediği kadar bu durum böyle devam eder.
Dünya üzerinde ilahi kaynaklı dinler parçalanmış- lık açısından diğerlerinden daha öndedir. Ve bu ilahi din- lerin mensuplarının düşünce ve  görüşleri de farklı  farklı ve  karışıktır. “Her grup kendi elindekiyle görüşleriyle sevinmektedir”   (Mü’minûn/23:53)   Dinler  böyle  parça parça olmaya devam eder ve  zulüm ve  sapkınlıkla bazısı bazısına hükmederse düşmanlıklar tükenip barış ve sevgi hüküm sürer mi? Hayır! Kesinlikle hayır!
Hıristiyan  öğretileri de  aynı  şekilde  parça  parça olmuştur. Her grup kalben ve fikren birbirinden ayrılmış- tır.  Hepsi de inanç  ve  dini tören  bakımından  birbirine karşıdır.
İncil’de onlar kardeş ilan edilmiş, hepsinin Allah’ın kulları olduğu bildirilmiş ve  ahrete inanan, azaptan çeki-



nen,cenneti  isteyen, kötülükleri  reddeden,  iyilikleri iste- yen, dürüstlüğü  emreden kişiler olarak tavsif edilmişken bu ayrılık ve  gruplaşma ile  onların nasıl görüşlerde, uy- gulamalarda ve  ibadetlerde birlik içerisinde olmaları dü- şünülebilir ki ?
Öyleyse münakaşa, eleştiri ve  dinlerde zıtlık ve  gü- vensizliğin olduğu şu günümüzde ne yapmak lazım? Bu durumun  böyle ilelebet devam etmesi doğru mudur? İsa Mesih; barışı sağlamak,  birlik ve  beraberliği oluşturmak için çalışanlara selamet vaat etmiştir. Bütün  dinler boz- gunculuk yapıp ayrılık çıkaranları lanetler. Ayrılık ve düşmanlığı  ateşleyen  şeyleri  çirkin  görür.  Yakup  pey- gamber diyor ki : “Kimin bir hayır yapmaya gücü yeter de yapmazsa bu onun için bir hatadır.” Bu dinlere göre her insan iyi  ve  güzel işler yapmak, birlik beraberlik için çalışmak ve  insanlar arasındaki en kuvvetli bağ olan din ve akait konularındaki ayrımcılığı önlemekle görevlidir.
Kur’an vahyi-i ilahidir. Muhammed doğru, güveni- lir,  gerçek  bir  peygamberdir.  Onun  peygamberliği Al- lah’tandır,  Allah’ın  emriyledir. Allah’ın  nimetlerinin gös- tergesi olan Muhammed peygamberlerin sonuncusudur. O bütün sapkınların, özellikle de Arapların, Müslümanla- rın hidayeti için gönderilmiştir. Kuran’ı ve  Muhammed’in peygamberliğini kabul etmek gerçekten faydalıdır. Kuran- ı Kerim; Tevrat  ve  İncil’in  hakikatlerinin anlaşılması için en iyi açıklayıcıdır.
Doğru yolda mıyım yoksa yanlış yolda mı  düşün- cesiyle uzun yıllar fikirlerimi sakladım, kesin olarak inandığım şeyleri gizledim. Bu yıllar boyunca  toplumun, bilhassa da din adamlarının eleştiri yapmamalarını bek- ledim. Asırlardan beri milyonlarca insan tarafından doğru kabul edilen inanışa ters bir şey iddia etmenin ne kadar


zor olduğunu  herkes  bilir. Ben bu  gerçeği saklamakla milyonlarca Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman’ın ve onların hidayete ermesini, peygamberlere ve  tüm kitaplara iman etmesini isteyen herkesin nezdinde hatalıyım. Gerçekleri saklamak; hidayet nurlarının yayılmasını, düşmanlıkların sona ermesini dileyen birisi için büyük  bir hataydı.  Bu düşünce  beni,  hakkı  seven muttaki  âlimler vasıtasıyla gerçekleri beyan etmek üzere maskeyi kaldırmaya  sevk
etti.

Ben  bu  şekilde  doğru  yolda mıyım yoksa  yanlış yolda mı? Eğer ben doğru yoldaysam sadece Allah’ın rıza- sını ve  insanların  hidayete ermesini dilerim. Eğer yanlış yoldaysam hak  tekrar  ortaya  çıkacaktır.  Dini inançlar hususunda  doğrular tahakkuk edecek,  bazı gafiller uya- nacaktır. Hak daima üstündür.  Özellikle de defalarca  ila- hi vahiyle tesis edilmiş olan hak daima üstündür. Allah doğruyu bildirendir. Hakkı ve  doğruyu ortaya koyanlara benden binlerce teşekkür ve  minnet var. İyilik yapanların iyiliğini zayi  etmeyen  Allah’tan  da onlara mükâfat  var. Benim niyetimin ne olduğunu Allah  biliyor ki oda gerçe- ğin  ortaya  çıkmasından   başka  bir  şey  değildi. Benim amacım Allah’a  kulluk görevi, Yahudi,  Hıristiyan ve Müs- lüman kardeşlere hizmet şuuru  ile  güçlü ve  sahih dinin yayılmasıydı ki bu sayede mahlûkatın  yaratıcısı, âlemle- rin rabbi olan Allah’a hep beraber ibadet edelim. Aceleci olmayınız ey  hakkı araştıran kardeşlerim!  Gerçek doğru için  yardımlaşınız.  Beni  kötülemeyi düşünmeden   önce ikinci plana atmayınız. Burada  semavi, ebedi, külli doğ- rular var. Bu konu hakkında  dilediğinizi sorun. Sizin söy- ledikleriniz içerisinden benim doğru olarak gördüklerimi ortaya  koyuyorum.  Eğer  doğru  bir  şey  yapıyorsam  bu benden değildir, hepsi Allah’ın  fazlındandır.  İhsan  Allah’a aittir, onu kullarından dilediğine nasip eder. Allah  hepi-



mizi doğru  yola; kendilerine  nimet  verdiklerinin  yoluna ulaştırsın. Gazaba uğramışların ve cehalet bataklığına saplanıp      dalalette     olanların     yoluna     değil.     Ya Rabbelâemin!  Bizi  sana kullukta ve  yardımların için şük- ran borcumuzu ifa etme konusunda birleştir. Âmin.
Özetle benim görüşüme  göre Allah katında din İs- lam’dır. Tevrat’a, Zebur’a, İncil’e ve  Kuran’a iman etmek lazımdır. Bu kitapların hepsini güçlü ve  merhametli olan Allah indirmiştir. Bunlar her insan için nur, hidayet, be- reket ve  rahmettir. Allah  tektir, bakidir, hiçbir şeye muh- taç değildir. Doğurmamış ve  doğrulmamıştır.  Hiçbir şey ona denk değildir. İbrahim Allah’ın  dostu, Musa nebisi, İsa  kelimesi  ve   Muhammed de  resulüdür.  Kim   bütün bunları kabul ederse onlarla iman kardeşidir. Allah  ka- tında sevilir ve  güvenlikte  olur.  Eğer fiilen teslim  olur  ve gerçekten nefsine uymazsa mutlu olur. Bütün bunlara ek olarak hükümleri açıklamak, gönülleri rahatlatmak,  zor- lukları halletmek için Mevla’nın  verdiği imkân ölçüsünde açıklamada  bulunacağım.  Allah  her  şeyi bilendir. Allah ilk ve  sondur. Genel ve  özel  bütün hayırların kaynağıdır.
Amin

Şu  An Hıristiyanların  Elinde Bulunan İncil ve Tevrat’ın   Sıhhati,  Hz.  İsa’nın   Çarmıha  Gerilmesi, Ölümü, Tekrar Dirilip Göğe Yükselmesi  Ve Buna Bağlı Haberlerin Doğruluğu Hakkındaki Bölüm
Doğruya Yönelten Allah’ın Adıyla

Müslümanların şu an mevcut olan Tevrat ve  İncil’i kötülemeleri bir hatadır. Çünkü onlar böyle yapmakla:
1)         Şu an ortada olmasa bile kendisinden önce gerçekten doğru bir İncil ve  sahih bir Tevrat’ın var oldu- ğunu bildiren Kuran’ı kasıtsız olarak yalanlıyorlar.


2)         Müslümanlar   böyle  yapmakla   Kuran’dan asırlarca  önce, İncil’den  az bir müddet  sonra  dünyanın değişik bölgelerinde ve  değişik dillerde yazılmış bulunan birçok eski Mesihî kitapları da yalanlıyorlar.
İslam gelmeden asırlarca  önce dört  tane  İncil’in, değişik elçi   risalelerinin ve  bunlar  üzerine yazılmış olan kitapların uydurulmuş  olmaları düşünülebilir mi? Bu kitaplar dünyanın birçok bölgesine, değişik dillerdeki bir- çok milletlere yayılmışken böyle bir şey mümkün  mü? Bu mümkün  olabilir mi? Hayır! Bilakis imkânsız! Hiçbir dev- letin, milletin veya dinin tarihinde  böyle bir şey olmadı. Hıristiyan kitaplarının  değiştirilmesinin İslam’dan  sonra Hıristiyanlığın  güç  ve   kuvvetinin  arttığı  ve  yeryüzünün her tarafına  yayılmasından sonra olduğu hususunda  itti- fak vardır.
Eğer bu değişme işinin İslam’ın zuhurundan önce olduğu  söylenirse şunu  söylerim: Birincisi: Daha  önce belirtilen sebeplerden dolayı böyle bir şeyin olması müm- kün  değil. İkincisi: Böyle bir şeyi gerektiren  sebep  yok. Çünkü İslam’ın  ortaya çıkışı bir hazırlık yapmadan  ani- den oldu. Ve  İslam kısa zamanda  birçok bölgeye yayıldı. Çok zaman ve  çalışma isteyen bu iş nasıl böyle mümkün olmuştu? İncil’in  hatalı olduğu ve  aynı şekilde Tevrat’ın da hatalı olduğu ve  kitapların çoğunun sahte, uydurma ve  üzerinde  değişiklik yapılmış olduğu  söylenirse bu;  o ilahi kitapların şahsında, ortaya çıktıkları günden bu gü- ne o  kitaplara inanan  milyonlarca kişiye atılan bir iftira
olur.

Yahudi  ve  Hıristiyanlar arasında  veya Hıristiyanla- rın kendi aralarında  ihtilaflar,  kavgalar olduğu görülür. Bununla  birlikte hepsi eski ve  yeni Ahit’in  ilahi olduğu hususunda ittifak  ederler. Eski Ahit’e  ait yetmiş tercüme



için de bu böyledir. Bunların Yahudi  kitaplarıyla eskiden olduğu gibi şimdi de tam bir uygunluk içinde olmaları bu kitapların sahihliğine yapılan itirazları çürüten  bir delil- dir. Ki bu kitapların hepsi aynı silsileye sahip olma, bir- birlerini destekleme ve  aynı kaynaktan  gelme hususunda birbirleriyle bağlantılıdır.  Daha önce de geçtiği gibi Müs- lümanlar için en önemli konu şudur: Kuran-ı  Kerim ken- disinden önce Tevrat ve İncil’in gönderilmiş olduğunu bildirir. Tevrat ve  İncil’in bir nur ve  Hidayet olarak indi- rildiğini  ve  bu  iki kitabın  Kuran-ı  Kerim’i  ve  kapsadığı konuları tasdik ettiğini anlatır. Bu iki kitap yanlışsa, uy- durma ise ve  üzerinde değişiklik yapılmış ise Kur’an  ne- den onlara işaret eder ve  onları şahit  tutar?  Neden bu konuya dikkat çekilmiyor? Sonra Kur’an Yahudi ve Hıris- tiyanları birçok temel dini konularda  suçluyor. Ama  ke- sinlikle onları  tahrif  edilmiş  ve   hükümleri  değiştirilmiş olmakla  suçlamıyor.  Eğer  onlar  değiştirilmiş  olsalardı tabii  ki  Müslümanların  bu  tahrif  edilenlerden  kaçınıp sahih  kitaplara yönelmeleri istenirdi. Veya bu  kitapların sahihleri ortada yoksa ilk indirildikleri halleriyle bulunup ortaya çıkarılmaları istenirdi. En azından bu kitaplar tah- rif edildikleri  için insanlar onlardan uzaklaştırılmaya ça- lışılırdı. Peki neden sanki o iki kitap Kuran’ı  veya Kur’an o iki kitabı tasdik edercesine Kuran’da  onlara işaret edil- di, onlar şahit tutulup  âlemler için nur ve  hidayet olduk- ları söylendi?
Sonra  Hz. İsa’nın  çarmıha gerilmesi, tekrar dirilip gökyüzüne yükseltilmesi meselelerine gelince; bunların hiçbir  gerçekliği olmayan,  asılsız,  uydurma  veya yanlış şeyler olması mümkün  mü? Böyle bir şey nasıl mümkün olur?  Bunlar  bütün  İncil ve   risalelerin  temelidir.  Eğer bunlar asılsızsa bütün  İncil ve  risaleler temelinden sarsı-


lır ve  varlıkları ortadan  kalkar.  Çünkü  bütün  İncillerin özü ve temeli bu dört şeye işaret eder. Bunlar Mesih dini- nin  özü, temeli ve  rüknü  olan çarmıha  gerilme, ölüm, tekrar kalkma ve  göğe  yükselme olaylarıdır. Eğer bunlar İncil’den çıkarılırsa İncil temelini kaybeder. Hatta İncil’in kendisi ortadan  kalkar. Dolayısıyla bunlar  gerçek değilse İncil ortadan kalkacağı için kendisinden önceki kitapların varlığını bildiren Kuran’ın sahihliği hakkında şüphe hâsıl
olur.

Daha önceden Tevrat’ta anlatıldığı gibi İncillerde de anlatılan  Mesih dini bu işlerin olmasıyla başladı. Elçiler gizli  olarak değil aşikâren bu olağanüstü  olaylara bizzat yaşandığı mekânlarda  şahit  olarak  elçi   oldular.  Sonra elçiler sadece kendi beldelerinin insanları için değil bütün dünya  ehli ve   bütün  milletler için şahit  oldular. Önce kendi zamanlarında Yeruşelim ve  civarında sonra dünya- nın her yerinde.  Akıl; bütün herkes için bu derece önemli olan bu olağanüstü olayların bütün insanlığa böyle duyu- rulmasını,  hiçbir destek  ve  yardım  görmeden  doğruluk silahından  başka,  hak  kılıcından başka  silah olmadan dost, düşman herkesin şahitliğiyle kabul edilmesine rağ- men uydurulmuş  olmasına imkân verir mi? Sonra başta bu inanç nasıl oluştu? Bu inanç ortaya çıkarken neden sönemedi?  Bu  inanç  yayılırken neden  tükenmedi?  Bu olayların  böyle gerçekleştiğine  dair bu inanış dünyanın her yerine nasıl yayıldı? Bu olaylar ve  bunlara bağlı ina- nışlar  nasıl oluştu?  Bunlar gerçek değilse her taraftaki bu bayramlar, dini günler nasıl oluştu?  Bu olaylar ger- çekleştiği zamandan bu güne kadar bütün zaman ve  me- kânda  kesintisiz olarak bir inanış halinde nasıl gelişti? Sonra bu olaylar gerçekten yaşanmadıysa bunca büyük bina ve  eser  neden  meydana  getirildi? Falan  mekânda doğum gerçekleşti, bir başkasında  çarmıha gerildi, diğe-



rinde tekrar  dirildi, bir başka  yerde göğe   yükseldi.  Bir başka yerde falan  iş meydana geldi. Hz. İsa  ve  annesinin hayatıyla ilgili   olayları anlatan  böyle birçok yapı görür- sün.  Eğer olaylar böyle gelişmemişse bütün  Hıristiyanla- rın bu olayların yaşanmasından günümüze kadar kesin- tisiz olarak böyle inanmaları nasıl mümkün olurdu? Aynı şekilde binlerce  bilim adamının  aynı şeyde birleşmeleri mümkün  olurdu  muydu?  Eğer bu  insanlar  sözlerinde sadık olmasalardı dünyada onların sözlerinin peşinde milyonlarca insan gider miydi? Hem Kur’an-ı Kerim’de İsa Mesih’e :  “ Senin peşinde gidecekleri kıyamete  kadar küfrün  üzerinde  koruyacağız / tutacağız”(Al-i Imran/3:55). İsa Mesih’e tabi olanlar bugün de dünyanın her tarafında ve  İslam ülkelerinin  pek çok yerinde O’nu yüceltiyorlar, takdis ediyorlar. Tüm bu deliller onun doğ- ruluğunu,  onda şüphe  olmadığını gösteriyor. Allah,  me- lekler, nebiler, resuller, veliler ve temiz pak insanlar onun doğruluğuna  şahitlik  ediyorlar. Böylece Allah’ın  yardımı her mekânda kendini gösteriyor. Allah’ım  bütün dini ha- kikatleri öğrenmede bizlere hidayet ver.
Efendimiz İsa’nın  Asılması,  Ölümü  Ve Bunlarla
Alakalı Hususlar Hakkında

Onun gerçekte insan olmadığına dair açıklamadır. Onun  insanlığı, gözle görülen, hissedilen beden şeklinde değildir. Bilakis gerçekte o  hayat  veren bedeni hareket- lendiren görünmez, ruhani insandır. Onun insanlığı onun için araçtır ve  harici bir şekildedir. Bu manada İsa Mesih hakkında Yüce  Kuran’da  şöyle denilmektedir:  “Onu  öl- dürmediler, onu asmadılar, fakat  o iş onlara benzer gösterildi.” (4/157) Yani görünmez, ruhani, gerçek insan Mesih’i öldürmediler. Fakat İsa Mesih’in görünmez şekli- nin bir vasıtası ve  sureti olan dokunulabilir harici bir be-


deni astılar. Ayrıca gerçekte  onun başına onların iradesi ve fiilleriyle hiçbir sıkıntı gelmedi. Çünkü o hatadan beri- dir,  asla  günah  işlememiştir.  Bu  yüzden  hiçbir  şeyde onun ölümünü hükmedecek otorite yoktur. O gerçek ola- rak kendiliğinden asılmayı kabul etti, acılara ve eziyetlere maruz kaldı ve  iş öyle  oldu. O hak ettiğinden değildi. Ya- hudilerin bizim yerimize bizden fidye olarak,  bizim güven- liğimiz ve  ebedi ölüm ve  azaptan kurtulmamız için şek- lindeki zanlara göre de değildir. Mesih kendini insanların yerine haç ve  ölüm için takdim etti. Baba Allah da bunu kabul  etti.  Yahudileri  bunları  bilmediğinden ve   İblis’in ruhunun yönlendirmesiyle  Bilatus’tan  Mesih’i  asmasını istediler. Bu Allah  Teâla’nın  eskiden  peygamberler hak- kında yazdığına uygundu ve Âdem’in tevbesini kabul etti- ğinde  ona  bildirdiği  mukaddes   iradesini  tamamlamak içindi.  Ona  değerli  neslin  sonunda   ölecek  bir  hayat vadetti.  (Yani  gerçek insani  bedenin  olgunlaşması)  Bu nesil onun  başının  gereğidir. (Yani  onun  gücü, hayatı, yüceliği ve  nüfuzu)  kendi kendilerine asla hiçbir şeye güç yetiremeyen  Yahudilerin  isteklerini  yerine getirmek için değil. Her türlü hatadan beri olan Mesih’in asılma işinde- ki fiil, hiçbir insanın hükmü değildir, onun üstünde  ne meleğin ne de şeytanın gücü vardır. Şüphesiz o  her şeyi yapan Allah’ın  fiilidir. Mesih’in  asılmasını kendilerine is- nat eden Yahudilerin fiili değildir.
Sonra şüphesiz efendimiz  Mesih ne Yahudiler  ne de diğerleri tarafından öldürülmedi. Bilakis o kendini asılmaya takdim etti ve  ölüme kendi iradesiyle boyun eğ- di. Başını uzattı ve  ruhunu babası Allah’ın ellerine teslim etti ve ölüme kendi iradesiyle boyun eğdi. Allah Teâlâ onu öldürdü ve  kendine yükseltti. Bu yüzden yüce Kur’an’da şöyle denilir: “Onu öldürmediler  ve onu asmadılar.  Fa- kat bu iş onlara benzer gösterildi.  Onu kesin  olarak



öldürmediler  bilakis  Allah   onu  kendine  yükseltti.” (4/157) Kur’an, burada Yahudilerin şahsen öldürülmeyen Mesih’i  öldürme iddialarını çürütür.  Yine  asma işini ken- dilerine isnat etmelerini de çürütür.  Asılmasına  izin ve- ren, onu öldüren ve  katına  yükselten Allah,  onu ispat eder. Yine Kur’an Yahudilerin gerçekte öldürenler kendi- leriymiş gibi “Şüphesiz Mesih’i biz öldürdük” sözleriyle övünmelerini ve  kibirlenmelerini çürütür.  Onları yalanla- dı ve  şöyle diyerek iddialarını çürüttü.  “Zannettikleri  ve kibirlendikleri gibi onu ne öldürdüler ne de astılar. Fakat o  işi kendilerine benzer gösterildi. Yani fiil  kendi fiilleriy- miş gibi onlara  benzetildi. Ya öyle   göründü,  ya öyle   ta- hayyül  ettiler  ya da  bizzat onu  kendilerinin  asmasıyla öldürdüklerini anımsadılar. Gerçek ise şüphesiz o  ölüme kendi iradesiyle ve tercihiyle boyun eğdi.
Yahudilerin yaptıklarının hepsi onu küfürle itham etmeleri, ona iftira etmeleri ve  onun hakkında asarak öl- dürmeyi  hükmetmeleri   sebebiyledir.  Bilatus’tan   bunu icra etmesini istediler. Fakat  bizzat kendileri hiçbir şey yapmadılar. Bilatus isteklerini kabul ederek, bütün  Ya- hudilerin teşviki sebebiyle öküz olmaktan korkarak  asıl- ma işinde İsa  Mesih’in  karşısına geçti. Fakat bütün bun- lar Allah’ın  eskiden Yahudilerin  ve  diğer milletlerin ona yapacakları  eziyetleri haber  verdiği Nebilerin Peygamber- liğini tamamlamak  için Allah’ın  izniyle oldu. Onun  asıl- ması  ve   ölümü  Haç’a  hizmet  içindir.  Fakat  Bilatus’un bunu bilmemesi ve peygamber hakkında  bilgisi olmaması tabii idi.
Efendimiz İsan’nın  Asılması  Ve Ölümüyle  İlgili
Yüce Kur’an’daki Mamanasının Açıklanması

“Şüphesiz  Yüce  Kur’an  şöyle  diyor:  “  Biz Al- lah’ın  elçisi,  Meryem oğlu İsa Mesih’i  öldürdük” de-


melerinden dolayı (belalara uğradılar) Oysa onu öl- dürmediler ve asmadılar; fakat bu iş kendilerine ben- zer gösterildi.  Onun hakkında  ihtilaf  edenler, ondan dolayı şüphe  içindedirler.  O   hususta  kesin bilgileri yoktur.  Sadece zanna  uyuyorlar. Onu  kesin  olarak öldürmediler.  Bilakis Allah  onu kendisine  yükseltti. Allah  daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (4/157–158)
Bütün Hıristiyan milletlerin inancına göre bu me- sele efendi Mesih’in asılması ve ölümünün ispatıdır. Müs- lümanlara  göre ise gerçekten o  önemlidir. Bütün Müslü- manlar yüce Kuran’da  onun durumuyla ilgili  sadece tek bu ayete dayanarak o  inanca karşı çıkıyorlar. Fakat bu ayet (bize  göre)  kesin bir şekilde asılmayı ve  ölümü çü- rütmez. Ama sadece işin Yahudilere nispetini ve  öldürme fiilini  çürütür. Mesih’i  öldürdüklerine dair övünmelerini ve  yalan  iddialarını  nakzeder.  Şöyle der: “Aslında  onlar öldürmediler asla öldürülmedi. Onlar asmadılar da. Fa- kat  onlara  benzetildi ve  onu  kendilerinin öldürdüğünü zannettiler. Gerçekte asla öldürülmediği halde. Onlar kendiliğinden, kendi  güçleriyle ve  iradeleriyle hiçbir şey yapmadılar.  Bilakis  (Allah’ın  ilminde  önceden  yazılana göre) asma ve  ölüm vasıtasıyla Allah onu öldürdü ve  ya- nındaki her şeyin üstüne onu çıkarmak için katına yük-
seltti”.

Gerçekte bu önemli ayetteki mananın gerçeğini açıklamak  için  şunları   belirtiyoruz:  Şöyle ki:  Şüphesiz Yüce Kur’an Yahudilerin ahitlerini bozmalarından ve  in- kârlarından,  haksız yere peygamberleri öldürmelerinden, kalbimiz kapalıdır  demelerinde şikâyet  eder.  Yine  İsa’yı inkârlarından, Meryem’e büyük bir iftira sözlerinden ve  “ Allah’ın  Resulü  Meryem oğlu İsa  Mesih’i  biz  öldürdük” demelerinden vs. şikâyet eder. Yine  İsa’yı  inkârlarından,



Meryem ‘e  büyük bir iftira  sözlerinden şikâyet eder. Bu ayette Kur’an  Mesih’in  asılmasını çürütmez bilakis sade- ce  (asla öldürülmediği halde) aslında Mesih’i Yahudilerin öldürmüş olduklarını ve astıklarını inkâr eder. Bu husus- ta övünmelerine ve kibirlenmelerine karşı çıkar ve onların küfürlerini,  imanlarının  olmadığını Mübarek Meryem ha- nımefendiye iftiralarını ve nifaklarını açıklar.
Mesih asıldı, öldü ve  defnedildi. Fakat üçüncü gün yeniden  dirildi. Ona  iman  eden  öğrencilerine göründü. Onlara 40 gün göründükten sonra göğe  yükseldi. Onlara uyarı için Babanın veya Ruhu’l-Kudüs’ün  katından yüce bir kuvvet gönderdi. Onlar kendilerine  öğretilen emirler doğrultusunda  bütün  milletlere misyonerlik için çıkıyor- lardı.  Bu  misyonerliği, vaazı veya şahitliği  Mesih’e  evet onun asıldığına ve  öldüğüne peygamberler içinde kendisi hakkında hükmedilene göre defnedildiğine yoğunlaştırdı- lar. Fakat o  üçüncü  günde  yeniden dirildi. Birçok kere onlara göründü. Daha sonra göğe   yükseltildi. Baba Al- lah’ın  sağına oturtuldu.  Göğe yükselirken gördükleri gibi şüphesiz o  tekrar gelecektir. Bu misyonerlikleri önce Ya- hudiler  sonrada  aynı  şekilde  birçok  milletler arasında başarıya  ulaşmıştır.  Bu kurtuluş  ve   selamet  müjdeleri kademe  kademe  dünyanın   her  bölgesine  yayılmıştır. Kalpleri bilen Allah’ın nimetiyle İncil’in prensipleri yayıldı. Yahudilerden  ve  diğer milletlerden birçoğu Mesih’e  katıl-
dı.

Mesih’e  ve  İncil’in  çağırdığı elçilere inanmayan  Ya- hudiler Mesih’in  her türlü  kirden  arınmış  bir doğumla bakire annesinden doğumunu inkâr ediyorlardı. Ona (hâ- şâ) zina isnad ediyorlardı. Böylece Mesih’in yalancı Mesih olduğunu ve  onun bütün mucizelerini sihirle ve  tapınak- tan çaldığı Büyük ismin kuvvetiyle yaptığını iddia ediyor-


lardı. Kelimullah Musa’nın şeriatına muhalif olduğundan onu onlar öldürmüşlerdi. Sanki onlar şu vasıflara sahip (Bu iftiradan Allah’a sığınırım) Meryem’in oğlu İsa Mesih’i biz öldürdük  diyorlardı. Allah’ın  Resulü olduğunu iddia eden İsa’yı  biz öldürdük  biz. Onların bütün  bu  sözleri iftiradır,  küfürdür.  Çünkü onu onlar öldürmediler ve  ger- çekte de öldürülmedi ve  onu asmadılar da. Çünkü onla- rın  ona  bütün   yaptıklarını  iddia  ettiklerinden  sadece onun asılmasını yaptılar. Bu mananın doğruluğunun de- lili  asılmanın  doğal olarak ölümden önce gerçekleşmesi- dir. Önce ölüm sonra asılma olmaz. Nitekim önce ölümün ondan sonra asılmanın zikredilmesi bizim verdiğimiz ma- nayı destekler.  Yüce  Kur’an  onun hak ve  kelam-ı  sıdk olması hasebiyle onların bu sözlerini ve  alay etmek mak- sadıyla  fiili   kendilerine nispet  etmelerini inkar  eder ve gerçek şöyle nakledilir: Şüphesiz onlar onu gerçekten öl- dürmediler. O  asla öldürülmedi. Bilakis onu kendi işleri ve kudretiyle de asmadılar. Onun hakkında kendi istekle- rini  de  uygulamadılar.  Bilakis önceden  peygamberlerin kitaplarında  Allah’ın  ona  takdir  ettiği şey tamamlandı. Allah’ın   hükümlerinin   uygulanmasında  kör  bir  vasıta olan öldürücü din adamlarının isteğine uyarak ve  onların günahlarına,  kibir ve   gururlarına  karşılık olarak onun ölümünü cahiller ordusunun  fiiliyle gerçekleştirdi. Fakat onu öldürmediler asla öldürülmedi. Zira onu kendi kud- retiyle asmadılar da şüphesiz bunun  olması kendilerine görünene  göre isteklerinin  tamamlanmasıdır.  Ve  İsa’yla ilgili   isteklerini infaz  ettiler. İsa’yı  öldürenlerin kendileri olduğunu zannettiler. Ona buna yoğunlaşıyorlar ve  İsa’ya küfürlerini  bahane  ederek, onun yüce ismiyle çağrıyı en- gelleyerek, önleyerek övünüyorlardı.
Nitekim Yüce  Kur’an  şöyle buyuruyor:  “Onun  hak- kında  ihtilaf   edenler, ondan  şüphe  içerisindedir.”   Yani



bazı  Yahudiler  harikulade  şeyler  göstermesi  ve   büyük işler yapması sebebiyle İsa’nı gerçek Mesih olduğuna inanıyorlardı.  Bazıları ise beklenen  Mesih’in  durumuyla ilgili    düşüncelerinin  bazılarını  İsa’da   görememeleri  ve onunla ilişkilendirdikleri bazı ümitlerinin olmaması sebe- biyle onu inkâr ediyorlardı. Onlar gerçekleri bilmemeleri sebebiyle onun şanıyla ilgili  şüphe içerisindeydiler. Fakat onların bu şüpheleri  ne ilimden ne de kesin kanaatten kaynaklanmaktadır. Ancak zannettiler. İsa ile  ilgili  iftira- ları, kötü sözleri ve  inkârlarında Tevrat’a  ve  İncil’e  değil sadece sahip oldukları zanna ve  boş düşüncelere uydu- lar. Onlar onu öldürmediler o gerçekten öldürülmedi. Bi- lakis o  asılmaya kendisi boyun eğdi. (Zorlamadan dolayı değil. Bilakis tercihtendir.  Çünkü  o  her türlü  hatadan beridir.) Babası Allah’a muhabbet ve  itaat için âlemlerin yerine kendini kurban yakınlığa hizmet ve bütün insanla- rın bunu imanla kabul etmesi için.
Katlandıktan  sonra azaplar arttı bütün  organlar- daki sıkıntılar daha acı hale geldi. Anladı ki, olan her şey peygamberler hakkında yazılmıştır. Onun şanıyla da ger- çekten tamamlanmıştır. Babadan ruhunu kabul etmesini istedi. Kendi isteğiyle ölüme itaat  ederek ve  O’nun  gücü- ne boyun eğerek başını uzattı. (Allah’a  itaat ve  bütün in- sanlar sevgi için)  Temiz ruhunu babası Allah’ın  eliyle tes- lim  etti. Allah’ta onu kabul etti, kendisi için onu öldürdü, övülmeye layık kıldı ve  yüceltti. Ecelini gerçekleştirdikten sonra  ölü bir ceset şeklinde onu tekrar  diriltti. Kırk gün sonra da temiz, ruhani, semavi ve  saf  cesediyle onu ken- disine yükseltti. Ebedilerin ebediliğine sahip olarak yüce- lerde sağına oturttu.
İncil-i Şerif asılma, ölüm, defin, dirilme, yükselme, Allah’ın   sağına  oturma,  Ruhu’l-Kudüs’ü   gönderme  ve


benzeri olaylar hakkındaki  haberlerle doludur.  İncil’den bunları  çıkardığımızda, İncil’de  kesinlikle  bazı  haberler aklın almasının ve  insanın kabul etmesinin mümkün ol- madığı bazı buyruklar  dışında  hiçbir şey kalmaz. O  za- man  asılma, ölüm, defin,  dirilme  ve  göğe   yükselme işi gerçekleşmiş olmazdı. Çünkü incilin vaat ettiğine göre bu ortak umutlar  olmadığı zaman Hıristiyanlık gibi yeni bir din oluşturmak  gerekmezdi. İnsanın  onun prensiplerini kabul etmesi ve  bu zamanı düzeltmesi mümkün olmazdı. Yüce Kur’an onun zikrettiğinden hiçbir şey inkâr etmedi. Yani   dünyanın  bütün   bölgeleri, diller  ve   Muhammed Peygamberrin peygamberliğinden önceki ve  sonraki hatta günümüze kadar ki milletlerin halkları tarafından  bilinen ve  ahdedilen İncil’de  geçen hiçbir haberi  inkâr  etmedi. İncil’in  Mesih’in  doğumu, yaşamı ve  peygamberliği hak- kında bildirdiği hiçbir şeyi çürütmez. Yahudilerin  onunla ilgili   muhakemelerini  ve   ölümle hükmetmelerini inkâr etmez. Onun asılmasını, ölümünü,  defnedilmesini,  diril- mesini, 40 gün öğrencileri arasında dolaşmasını, yüksel- mesini ve Allah’ın sağında oturduğunu inkâr etmez. Bun- lar  İncil’in  dörtte  üçü  olduğundan  bunların  olmaması hatta onlardan bir şeyin eksik olmasıyla İncil’in  varlığın- dan söz edilemez. Çünkü İncil kelimesinin anlamı müjde- lerdir. Asılma  ve  ölümden sonra ulaşılan kıyamet müjde- lerini çıkardığımızda hangi şeyle ölümden sonra dirilece- ğimize imanımız sağlamlaşır, ölümden sonra nerede olu- ruz. Bizim için kendini ifade  eden Mesih’le olmadığımızda bizim hakkımızda kim şefaat eder.
Sonra  asılma,  ölüm, defin,  yeniden  dirilme, göğe çıkma vb. durumlarla  Yahudiler değil Mesih’e ilk uyanlar ona çağırıyor ve  Efendimiz  İsa’nın  zamanında günümüze kadar  bütün  dünyada  vaaz ediyorlar. Ondan sonra  da günümüze kadar Hıristiyanlar. Yüce Kur’an Hıristiyanlar-



la ilgili  bu duruma itiraz etmedi ve  onların bu eğitimini yalanlamadı. Onların vaazını gerçekten yermedi, prensip- lerini nakzetmedi. Her yerde onlara çağırdıkları müjdele- rini yalanlamadı. Sadece onların İncil eğitiminin sahihin- de tecrit ettiklerini inkâr etti. Yüce Kur’an’da geçen şeyle- rin hepsi bu şekildedir. Şüphesiz bu husus  değişmez. Bu hiçbir hususta  Hıristiyanlara itirazı gerektirmez. Onun manası İncil’le vaaz etmeyen ve bu müjdelere çağırmayan Yahudilere   karşıdır.  Onun  kastettiği  şeyin  büyük  bir kısmı bu  şekildedir. Şüphesiz  O  İncil’in  haberlerini  ve Hıristiyanların  vaazını çürütmez.  Bilakis Yahudilerin  id- dialarını,  iftiralarını,   kibirlerini  ve   Allah’ın   kendilerini düşman  ve   yalancı  ve   Allah’ın  Resulü  olduğunu  iddia eden Mesih’ten  koruduğuna dair sözlerini çürütür.  Onu onlar öldürdüler, dolayısıyla onu öldürdükleri halde ona nasıl iman ederler. Kur’an  onların bu iddialarını çürüttü. Kesin olarak  ortaya  koydu  ki ne  onlar  onu  öldürdüler nede  gerçekten  öldürüldü,  bilakis  onu  asmadılar  da. Çünkü  onun  asılması Allah’ın  izniyledir.  Adaletinin  ve kazasının gereğidir. Bu, onun  kesinlikle öldürülmediğini tekit eder. Yani o zorla ve  baskıyla idam edilmedi, cebren öldürülmedi. Bilakis ruhunu  teslim etti, kendini bıraktı. Allah  dilediğine göre ve  uygun bir şekilde onu öldürdü ve kendine yükseltti. Kur’an  Efendimiz  İsa,  asılması ve  ölü- mü hakkında Yahudilerin  o yalandır, bühtandır, iftiradır, küfürdür  gibi sözlerini,  annesi  ve  kendileri  hakkındaki sözlerini yalanladı  ve   imanlarının  olmadığına hükmetti Kur’an  Yahudilerin  iftiralarını  ve  yalan iddialarını çürüt- tü. Bu iddialar, İncil’in haberlerinde ve  efendimiz İsa za- manından  günümüze  kadar  ki Hıristiyanların genel ka- bulü  değildir. Bu konuyla  alakalı ayeti kerime açık bir şekilde şunu gösterir. “Ondan  önceki, sonraki ve  onunla


alakalı her şeyle alakalı sözde Hıristiyanlar hakkında ve- ya İncil’in  ve  onların çağırdığı şeyin zıddına dair gerçek- ten hiçbir şey yoktur. Bilakis onun bütün sözü Yahudiler hakkında ve  yalan çağrılarının aleyhinedir. Mesih’in asılmasını, ölümünü defnedilmesini,  tekrara dirilmesini, yükselişini Sitre-i Münteha’da oturuşunu, tekrara gelişini ve  buna benzer şeyleri çürütmedi. Bilakis şüphesiz o Ya- hudilerin iddialarını boş övünmelerini yalanladı, onların geleneği bozduğunu  ve  eskiden başlayıp, peygamber dö- neminden günümüze kadar devam ettikleri acı verici ya- lanlarını bütün dünyaya yaydı.
Ey   Allah’ım  hepimizi doğru  yola ulaştır.  Aramıza hiçbir sapıklık, nefret ve  düşmanlığı girdirme. Dinde, ba- rışta, tekbir imanda kardeşler gibi hepimize sana ibadet etmeyi kolaylaştır. Şüphesiz sen yüce ve  merhametlisin. Zamanlar, şartlar  ve   durumlara  göre âlemlere hidayet, rahmet ve nur olarak Tevrat, İncil ve Kur’an’ı indirdin. Ey merhametlilerin en merhametlisi seni tenzih ederim. Bü- tün Âdemoğlunu  koruyan ey  Allah’ım  âmin. Her an  ve zaman ibadet eden müminlerin her ferdinin diliyle Âmin.
“Ben  bunak değilim şüphesiz  Baba beni mükâ- fatlandırır.  Çünkü almam için kendimi  verdim. Onu kimse  benden  alamaz  ama  ben  kendim  bıraktım. Vermeye de almaya da gücüm var. Bu babamdan aldı- ğım vasiyettir”. (Yuhanna 10/15-18)
“Doğduğum günde  de,  öleceğim  günde  de  ve tekrar  dirileceğim günde de  selam üzerime olsun” (Meryem  19/33)    İsa, onların inanmayacaklarını  se- zince: “ Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?” de- miştir. Havariler de: Biz, Allah’ın yardımcılarıyız; Al- lah’a  inandık,  sende bizim kendimizi Allah’a  teslim ettiğimize  tanık ol! Ey Rabbimiz! İndirdiğine  inandık



ve elçiye de uyduk; o halde bizi, şahit olanlarla birlik- te yaz” diyerek karşılık vermişlerdi. Tuzak kurmuş- lardı Allah da tuzağını kurmuştur. Allah tuzak kuran- ların en hayırlısıdır. Hani Allah: “Ey İsa! Seni öldüre- ceğim, seni katıma yükselteceğim  seni inkar edenler- den temizleyeceğim  ve sana uyanları kıyamet  günü- müze kadar inkar edenlerin üstünde  kılacağım. (Ali İmran 3/52-53-54)
Efendimiz  İsa’nın   Nübüvvetinin   Baba  Allah’a
Nispetinin Anlamı

“Andolsun ki: Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” di- yenler inkâr etmiş  bulunmaktadırlar.  Deki:  Öyleyse Allah,  Meryem oğlu Mesîh’i,  annesini  ve yeryüzünde bulunanların tamamını  yok etmek istemiş olsaydı Al- lah’a kim engel olabilecekti”(Maide /5:17).
“Andolsun  ki: “Allah,  Meryem  oğlu  Mesih’tir” diyenler, inkâr etmiş bulunmaktadırlar. Çünkü  O: Ey İsrail oğulları! Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet  edin.  Zira kim  Allah’a  ortak  koşacak olursa, Allah  ona cenneti haram kılmıştır ve varacağı yer ce- hennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur”( Ma- ilde 5/72).
“Andolsun ki: “ Allah üçün üçüncüsüdür” diyen- ler inkâr etmiş bulunmaktadırlar. Tek bir ilah vardır. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse onlardan inkâr edenlere elim bir azap dokunacaktır”(Maide/5:13).
“Yahudiler:  “ Üzeyir,  Allah’ın  oğludur” derken Hıristiyanlar da: “ Meryem oğlu İsa Allah’ın oğludur” demişlerdi. Bu, onların daha önceki inkâr  edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözleri- dir. Allah  kahretsin onları!  Nasılda sapıyorlar!  (Tevbe



9/30).


Şüphesiz Allah  Teâlâ varlığın ve  asılların asılı, her

varlığın kaynağıdır. Çünkü  canlıları ve  kâinatı O  yarat- mıştır. Bütün  canlıları özellikle de insanı O  var etmiştir. Ona genel olarak bütün  yaratıkların, özel  olarak insanın ve  aynı zamanda insan türünün  babası denmesinin se- bebi, onun  Allah’ın  sureti  üzere ve  ona  benzer şekilde yaratması ve  yaratmanın onun kemal ve  cemal sıfatlarını içinde  taşımasıdır.  O, bu  benzerlik  ve   suretin  Allah’la alakasına bağıntı kurmak suretiyle Allah’ın oğlu diye isimlendirilir. Çünkü onun aslı ve  babası Allah’tır.  Onun kendi sureti üzere, benzer kemalinin ve  cemalinin sanatı olarak  yaratmıştır.  Bu bağıntı insandaki  benzerliğin ve şeklin uygunluğunun oranı ve Allah’la irtibatın güzelliğini doğrularken, bu şeklin ve  benzerliğin eksikliği ve  Allah’la irtibatın zayıflığı ortadan kaldırır. Zira bu kimse hakkın- da Allah’ın  oğlu deniliyorsa onda Allah’ın  nimetlerinden bir şey, Allah’ın kendi özelliklerinden bir özellik ve Allah’a ulaştıracak ve  yaklaştıracak bir irtibat bağı olması gere- kir. Bu Allah’ın  ruhundan ve  kelimesinden özel  bir şekil- de yaratmasıyla olur, kandan,  beşer üflemesinden  veya bir    adamın     istemesinden     değil    ancak     Allah’tan (Yuh/1:13).
Bu değerli isim, bütün kâinatın özellikle de insanın babası Allah’ın  evlatlığının ismidir. Eskiden herhangi bir sebeple Allah’a benzetilen her şahsa bir ifade kullanılırdı. Örneğin melekler, din adamları, kadılar, nebiler ve bütün takva sahipleri ve  salihler özel   bir şekilde Mesihler diye isimlendirildi.
Efendi  İsa Mesih bu isme her varlıktan kesinlikle daha  müstahaktır.  Çünkü  o  Allah  Teâlâ’ya  kutsiyette, diğer sıfatlarda  ve  ilahi mükemmelliklerde en yakın kişi-



dir. Bunun  göstergeleri de şunlardır:  1- Bakire bir anne tarafından  hamile kalınmıştır.  Bu  özel   olarak  ve   genel olarak bütün insanların durumundan farklıdır. 2- Onun doğumunda  yerde, gökte, melekler ve  insanlar arasında büyük  bir  sevinç olmuştur.  3-  Doğumundan  ölümüne kadar hayatında en kutsal yaşantıyı yaşamıştır. 4- Azap edilmiş ve  diğerlerine  fidye olarak  Allah’ı ve  genel olarak insanoğlunu  sevdiği için  ölmüştür.  5-  Öldükten  sonra dirilmiş ve bir müddet öğrencileriyle kalmıştır. 6- Semaya çıkarılmış  ve   yükseğe oturtulmuştur.   Allah’la   beraber “Sidre-i Münteha’”da yücelik ve azametin sağına oturarak güzellik  ve   yücelikte diri  olarak  son  bulmayacaktı.  7- Kutsal  Ruh’u  baba Allah’ın  katından  yani semadan öğ- rencilere göndermesi, Allah’ın yeryüzündeki divanı ve  bu dünyadaki evi  kiliseyi inşa etmesi. 8- O aynı şekilde Baba Allah,  katından  görevli son davetçiyi Allah’ın  izni hak ve doğruluk ruhunu  taşıyan, Allah’ın kelamından olan son Paraklit’in  ilgilendiği İsa  Mesih efendimize  verileni içine alan Yüce bir davet için göndermiştir. Allah’ın ruhu, nebi- lerin sonuncusu  doğru ve  emin resul  Muhammed Pey- gamberle konuşandır.  9 –  O  her riyaset sahibine karşı büyük  günahın  oğlunu ve   Allah’ın  düşmanını  ortadan kaldırmak için tekrar bu dünyaya gelecektir. Onu üfleye- rek öldürür ve  diğer bütün  ümmetlerin imanını peygam- berliği ve  aracılığıyla kabul eder. Yeryüzünde  1000 sene otorite olur. 10- O, Baba Allah  tarafından  kendisine veri- len yeryüzündeki ve gökteki bütün otoriteyle Allah’ın emri gereği bütün  insanların  efendisidir  ve  ebedilerin ebedisi olduğundan dolayı Salihlerden üstündür.
Bütün bu sebeplerden dolayı Allah’ın oğlu ismi var olan diğer bütün insanlardan sadece kendine özel  olarak isim olarak verilmiştir. Bu yüzden kutsal  kitaplarda  Al-


lah’ın biricik oğlu diye isimlendirilir. Çünkü O varlık için- de babası Allah’a en yakın kişidir. Varlık âleminde başka onun benzeri insan yoktur. “Kuran’daki hiçbir şey onun benzeri değildir.”  (Şûra/42:11)  Sözü de bunu  doğrula- maktadır.  O, Allah’ın asli sureti ona işaret ettiğinden ve Âdem’in şekli ondan türediğinden yücedir.
Hıristiyanlar ise onun fiillerini azametini, sıfatının, güzelliğinin ve  yüceliğinin büyüklüğünü  Baba Allah’a  eş- siz yakınlığını görünce haddi aştılar.  Onu kudrette,  aza- mette ve  yücelikte, gerçek ve  asıl ulûhiyette, her durum- da ve  özel   ilahi  sıfatlarda  Allah’la  beraber  tek kıldılar. Özetle onu zatı itibarıyla Allah’ın olan her şeyden tama- men Baba Allah gibi gerçek ilah ve  ikinci uknum  haline getirdiler. Babayla alakalı babalık özelliği ve  ( kendilerine göre)   ikinci  uknumla   alakalı  evlatlık  özelliği dışında. Efendimiz  İsa  Mesih’le  ilgili  hala şunu  söylemeye devam ediyorlardı: “  Allah  Mesih, Mesih de (onlara  göre doğal olarak oda gerçek bir ilahtır.)  Allah’tır.  Yani  Baba Allah zatı itibariyle gerçek, hak bir ilahtır. Aynı şekilde  zatı iti- bariyle Allah’a has ilahi zatın her durumunda  tamamen baba Allah  gibi gerçek hak  bir ilahtır. Böylece zatı itiba- riyle gerçek Allah’a  ait olan her şeyde bütün  fiillerde ve sıfatlarda  onu ortak koştular. Bu bütün  milletlerin sür- dürdüğü bir tür sapıklıktır. Bu ortak koşma Baba Allah ile  Efendi  İsa  Mesih arasında  kurdukları  bu münasebet ondaki üstünlüklerden  kaynaklanan  bir haddi aşmadır. Öyle   ki onlar annesini  ( a.s.)  de o  hale getirdiler. Buna göre sadece  Mesih’in  değil bizzat  Allah’ın  da annesidir. Fakat Kur’an  bu durumu küfür  olarak isimlendirdi. Al- lah’ın dilinden  şöyle dedi: “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir  diyenler küfre  düşmüşlerdir”  (Mâide/5:72)  Bu- nu  şu  şekilde defalarca   tekrar  etmiştir.  “Allah   üçün üçüncüsüdür  diyenler küfre  düşmüşlerdir”  (Mâide/5:73)



Yani  şüphesiz bu üç ilahi uknumdan her biri bütün du- rumlarda, gerçek hak, ilahi zati sıfatlarda diğeri gibidir.
Hala onunla itham ettikleri bu söz: “Onlardan ön- ce diğer ümmetlerden  inkâr edenler ve Allah’a  onun dışındaki pek çok varlığı ve yarattığı ortak koşanlar” sözüyle ( Yüce Kuran’ın görüşüne) benzetilmiştir.
Bu reddedilmiştir ve bir çeşit ortak koşmadır. Yüce Kur’an onu kabul etmez. Tevrat, İncil veya başka bir ilahi kitaptan  onu ispat  etmek mümkün  değildir. Akıl  bunu asla  kabul  etmez. Başlangıçta kilise de bu  yoktu, pey- gamberlerde inanmamıştı,  elçiler bildirmedi, ilk milletler tarafından  kolayca kabul  edilmedi. Kilise onu  hakkında münakaşaya  girmekten  ve   dünyada  günümüze  kadar geçerli sağlam neticelerinden rahatsızlık duymaz. O  ger- çekten her türlü  şüphenin temeli, din hususunda  önce- likle onların  yanında  olanlarla onların dışındakiler ara- sındaki Hıristiyan fırkalardaki  her türlü  ihtilafın  sebebi- dir. Bunu inşallah yalnızca kitaplardakine dayanarak ve ondaki gerçek manayı ortaya koyarak, ayetlerde geçen ve ayetlerin sunduklarına,  diğer şahit  kitaplardaki uygun- luklarına göre ayrıntılı bir şekilde açıklayacağız.
Bu  yüzden  Müslümanların  efendimiz  İsa’nın  Al- lah’ın  oğlu ve  yine Allah’ın  biricik oğlu ismini reddetmesi doğru  olmaz. Çünkü  bu  isim (  İnsanoğlu  ismi  gibidir) Vahyedilmiş  kitaplardakine  uygun  olarak  binlerce kere varit olmuş ve  indirilmiş bir isimdir. Böylece ondan onun karısı ve  çocuğu olduğunu (estağfurullah, estağfurullah ) diğer insanlar  gibi doğurttuğunu  ve  doğrulduğunu   (es- tağfurullah  estağfurullah)    doğru  olmaz. Hıristiyanlarda bunu  demiyorlar. Bilakis İsa  Mesih  Allah’ın  ruhundan, onun  kelimesidir. Çünkü  o,  Allah’ın  kelimesinden,  Al- lah’ın  ruhundan Yüce  Kuran’ın  bizzat şahadetiyle bakire


bir anneden yaratılmıştır. Bu yeni Ahit’in bütün kitapla- rının bildirdiğidir. Hala onun annesinin  (onun  keremin- den)  Allah’ın  âlemdeki bütün  kadınlara üstün  kılması devam etmektedir.  O  ne kadar  da çok yücedir. Zira Al- lah’ın  izniyle yaratan,  en büyük ayetler ve  mucizeleri ya- pan, zatında ve  sıfatında  tek olan vahyedilen kitapların şahadetiyle,  sözün,  taklidin,  dostun  veya kovulmuşun şahadetiyle değil bilakis hakkın  kaynağı, doğrulun  sözü bizzat Allah’ın  kelamının şahadetiyle onu andı. Allah  ge- nel olarak istisnasız her varlığın babasıdır. Çünkü o  te- mellerin, asılların aslıdır, mahlûkları ve  kâinatları yara- tandır. Özel   olarak ise Allah’ın ruhundan ve  Allah’ın ke- lamıyla ruhen ikinci kez yaratılan bütün  müminlerin ba- basıdır. Özel  bir şekilde varlıkta birdir, bütün  yaratık ve varlık arasında  tekdir ve  rabbimiz, efendimiz,  Mevla’mız İsa Mesih’in babasıdır.
O  İsa  Mesih gerçekten insanı  kâmildir, günahtan önceki insanın  oğludur, bizi Allah’a ulaştıracak aracıdır, dünya ve ahretin soylusudur ve bütün Âdemoğlunun, öncekilerin, sonrakilerin, enbiyaların, resullerin efendisi-
dir.

Allah’tan başka ilah yoktur. İsa Mesih Allah’ın oğ- ludur. Muhammed Allah’ın  Resulüdür. Bir olan, tek, da- ima Samet,  doğmamış ve  doğrulmamış ve  hiçbir dengi olmayan Allah’a  ve  tek oğluna, biricik habipine,  bütün Âdemoğlunun efendisine, âlemlerin seçkinine iman ettim. Allah’ın güvenilir ve  doğru kelamı bütün  müminlerin ön- deri, insanların hidayet kaynağı ve apaçık gerçektir.
Özetle İsa Mesih’in Dininin Prensipleri

Allah’ın  birliğine iman  ve  şahadet  etmek, İncil’in indirilişine, İsa’nın müminlere fidye olarak  âlemlere  gön- derilmiş  Mesih  olduğuna  iman  etmek.  Namaz  kılmak,



zekât vermek, 40 ve  daha fazla  gün oruç tutmak ve  ona yol  bakımından güç yetirenler için haccetmek.
Özetle İslam Dininin Prensipleri

Allah’ın birliğine iman ve  şahadet etmek, Kuran’ın indirilişine,   Muhammed   Peygamberin  peygamberliğine iman  etmek,  Namaz  kılmak,  Zekât  vermek,  Ramazan orucu tutmak ve  ona yol  bakımından güç yetirenler için haccetmek.
Ayrıntısıyla Mesih Dinini Prensipleri

1)  Allah’ın birin biri, her daim Samet, doğmamış ve doğrulmamış olduğuna ve  hiç kimsenin ona denk olma- dığına şahadet ve iman etmek.
2) İsa’nın  âlemlere rahmet,  hidayet ve  nur olarak gönderilmiş Mesih olduğuna  ve  bütün Âdemoğluna fidye olarak kurban olan Allah’ın biricik sevgili oğlu olduğuna şahadet ve iman etmek.
3)  Allah tarafından vahye dilmiş ilahi kitaplar olan dört İncil’e  ve  havarilerin risalelerine iman etmek ve  bü- tün kalple ve kesin olarak kabul etmek.
4) Namazları  kılmak  ve   okumayı(  Okunan  İncili dinlemek) dinlemek
5)  Sadaka  vermek, iyilik yapmak ve  iyiliği  emredip kötülükten sakındırmak
6)  Oraya  yol    bulmaya   güç  yetirenlerin  Allah’ın
Beytü’l- Haramını haccetmek.

7) Nefsi inkâr  etme  ve  gerçek barış  veya Allah yo- lunda malla, canla, çocuklarla Allah’ı ve  yakınları sevdiği için cihat etmek.
8) Kesinlikle Allah’ı her şeyden çok sevmek ve  ona bütün  kalple, canla ve  güçle ibadet etmek. Babaları, ço-


cukları, kardeşleri, eşleri, aşireti, malları, ticareti ve  mis- kinleri de sevmek.
9) Suyla ve  Kutsal  Ruhla  vaftiz edilmek  veya Me- sih’le beraber hatadan  kurtulmak için suyun içinde dal- mak. Onunla beraber onda dirilmek, Akıl, kalp ve duygu- da veya fikirlerde, sözlerde ve  fiillerde onun  özellikleriyle donanmak. Allah’ın  ismiyle gerçek bir ilah gibi yeni bir taratma, kendini feda  eden  sevgili ve  örnek  gibi oğul ve baba  Allah  yolunda  manevi bir  hayat  gibi kutsal  ruh meydana getirmek.
10) Mesih’in cesedine kavuşma. Yani boyun eğdiği asılmasının, ölümünün ve  İsa Mesih’in hatırası olarak ve bizim onun  kutsal  cesedinde canlı bir organ olduğunu bilerek şükür  kadehine ve   bereket  ekmeğine katılmak. Böylece bedendeki her bir uzvun yaşadığı ve  onda vazife- sini  yerine getirdiği gibi onunla  beraber  onda  yaşamak için güçleniriz.
Ayrıntısıyla İslam Dinini Prensipleri

1)  Allah’ın birin biri, her daim Samet, doğmamış ve doğrulmamış olduğuna ve  hiç kimsenin ona denk olma- dığına şahadet ve iman etmek.
2) Hz. Muhammed’in  Allah’ın elçisi ve  peygamberi olduğuna ve  Onun âlemlere rahmet  ve  hidayet kaynağı olarak gönderildiğine şahadet  ve  iman etmek. Sonra da diğer bütün  Peygamberlere ve nebilere iman etmek
3) Allah  tarafından  âlemlere rahmet,  hidayet, nur ve  rahmet  kaynağı olarak gönderilen Kur’an’na iman et- mek ve  Tevrat, İncil ve  diğer vahyedilen kitapları  tasdik etmek.
4) Namazları  kılmak  ve   okumayı(  Kur’an’ı  dinle- mek) dinlemek



5)  Sadaka  vermek, iyilik yapmak ve  iyiliği  emredip kötülükten sakındırmak
6)  Oraya  yol    bulmaya   güç  yetirenlerin  Allah’ın
Beytü’l – Haramını haccetmek.

7)  Gerçek barış veya Allah  yolunda malla, canla ve evlatlarla Allah’ı  ve  yakınları sevdiğinden dolayı cihat et-
mek

8) Kesinlikle Allah’ı her şeyden çok sevmek ve  ona bütün  kalple, canla ve  güçle ibadet etmek. Babaları, ço- cukları, kardeşleri, eşleri, aşireti, malları, ticareti ve  mis- kinleri de sevmek.
Konu ve Münazaraya Dair Önerilen Görüşler

Hıristiyanların Yüce Kuran’da olduğu gibi Mu- hammed peygamberin peygamberliğini kabul etmelerinin hiçbir sakıncası  olmadığı gibi Müslümanların  Efendimiz İsa’yı asılmasını, ölümünü, Allah’ın oğlu, Allah’ın biricik oğlu,  Allah’ın  sevgili oğlu  lakaplarını   kabul   etmesinin (bence ) hiçbir sakıncası yoktur. Muhammed peygamberle ilgili  beğenmedikleri durumlarla  karşılaştıklarında,  o  be- ğenmedikleri durumu  Allah’ın,  İsa’nın,  Resullerin, diğer Nebilerin, Yahudilerin  ve  Hıristiyanların gözünde önemli bir yere sahip olan büyük nebi Davut ( a.s. )’un yaptığıyla mukayese etsinler. Zira Onun sözleri bütün  mabetlerde her halükarda günlük okunmaktadır.
Aynı şekilde Hıristiyanların Allah’ın günümüze ka- dar bütün  çağlarda desteklediği kitap olan Kur’an’ı  ka- bullerinin  dini  ve   edebi  hiçbir  sakıncası  olmadığı gibi Müslümanların bizzat Kuran’ın ona işaret ettiği açık ayet- lerin talebine riayet ederek Tevrat ve İncil’i bu günkü şek- liyle   kabul  etmelerinin de dini ve  edebi hiçbir sakıncası yoktur. Bu bölümler arasında görülen ihtilafların  Allah’ın


izniyle kolayca uzlaştırılması mümkündür.  Çünkü  onla- rın hepsinin kaynağı birin biri Allah’tır.  O zatına muhale- fet etmez. Çünkü daima Samed’dir, her işinde ve  fiilinde, sıfatında ve sözünde sabittir.
Farklı dinler ve  ayrı mezhepler arasındaki  ittifakın en önemli, birliğin de en büyük engeli yanlış anlama  ve rahip birliklerce desteklenen güçlü, taklitçi Hıristiyanla- rın başkanlığını yaptığı eski önyargıdır. Bana göre o engel Peygamber Pavlus’un Tasalunya halkına peygamberliğin- de bahsettiği engeldir.
Bana göre dünya genelinde Protestan Mezhebinin ( bazı yönlerden ) Müslümanların mezhebine ve  ittifaka en yakın olduğu açıkça görünüyor. Şüphesiz onlar da Müs- lümanlarda  olduğu gibi bazı dini amelleri, törenleri, ayin- leri, ibadeti zorunlu kılıyor.
Hükmün ve  yönetiminin temelinin dinde,  otorite- nin  Müslümanlarda  olduğu gibi fazilet,  ihsan,  takva ve ilmin temelinin  kendilerinde  olması  yeterlidir.  Bu,  Me- sih’in ve  asıl büyüğün kardeşlerine hizmeti ve  fazileti çok olanın olduğunu fiilleriyle ilan  eden  ve  söyleyen elçilerin ruhudur.  Büyük, kendini genelin iyiliğine ve  bütün in- sanların faydasına adayandır. Genel’in  özele, iyilerin ge- nelinin şahıs menfaatlerine ve  yönetim makamlarına kö- leliği  olmaz.
Öncelikle başka şeye değil de vahyin naslarına inanılmalıdır. Öncelikle ve gerçekten insan sözlerine değil de Kuran ayetlerinin naslarına.  Hıristiyanlar da aynı şe- kilde naslara  inanmalıdır. bu bağlanma iki millet arasın- da büyük  bir bağ ve  tam  bir yakınlık meydana getirir. Allah her hayır birlikteliğinde onlar arasını birleştirsin.
Müslümanlara  göre halifenin bir olması genelin ve dinin  menfaatinedir.   Bunun  Protestanların kabul  ettiği



vahyin naslarına  uygunluğu daha  yakındır. Batı kilisesi bu hususta  ve   idare  prensiplerinde  genelin hayrı  için, vahyin nassı  için, birlik ve  idare hususunda  dini tesis etme için muhalif Doğu kilisesinden daha doğrudur. Bu yüzden bu köklü üstünlük ve  büyük kurtuluştan sonra gerileme ve  çöküşün artmasından rahatsızlık duyan bir- çok millet vardır. Şüphesiz batı kilisesinin hüküm verme, otorite  ve   reislik  hususunda   abartısı,  vahiy  ayetleri, Efendi Mesih ve peygamberlerin fillerinin ve naslarının ruhuna  aykırıdır. Bu durum  diğerlerini korkutmamış ve papazların kilisesi içine giren dinin kuralları, kültürler ve inançlardaki birçok yanlışlığa rağmen ayrı ve bağımsız bir şekilde varlığını şimdiye kadar devam ettirmişlerdir.
Allah’ım hepimizi ruhunla hidayete erdir. Bizi  hak- kı sevenler, umumun  hayrını  tercih  edenler, kullarının birliğini isteyenler, dinin prensiplerinde  uzlaşmayı talep edenler kıl. Tabii ki hidayet eden ve bütün açık gerçeklere irşat eden, tamamen güvenilir ve  doğru kitabındır. Kal- bimizi birleştir,  aklımızı seni sevmeye ve  rahmetini iste- meye uygun  hale getir. İnayetinle bizi muhafaza  et, bizi himayenle her  türlü  fesatçılardan  ve   fasıklardan  koru. Allah’ım  ey   merhametlilerin  en  merhametlisi!  Şüphesiz sen her şeye kadirsin. En güzel kabulle peygamberlerin saf,  sevgili, sadık ve  emin efendisinin  şanıyla, Efendimiz İsa Mesih Hakîm Allah’ın izniyle büyük arşın semasından havariler için ve  her zaman doğru ve  güvenilir olanlara hizmet için açık gerçeği ortaya çıkarandır.  Tabilerinin ve mücahitlerin  önderi örnek  alınan  Muhammed Peygam- ber, seçilmiş peygamberin şanıyla ve  diğer nebilerin, re- sullerin şanıyla Ey  Allah’ım Âmin.
Tevrat, İncil ve Kur’an’da İnanç Şekilleri

Şahadet  ederim ki Allahtan  başka  ilah yoktur.  O


Bir,  Tek; devamlıdır  ve  her  şeyin ona muhtaç  olduğu, onun  ise  hiçbir  şeye  muhtaç  olmadığı, doğurmadı  ve doğurulmadı ve hiçbir şey ona denk değildir.
Ben Tevrat’ın,  İncil’in  ve  Kuran’ın  âlemlerin doğru ve düzgün bir şekilde yaşaması ve güzel sonuca varmaları için Aziz  olan Rahmanın nur,  hidayet ve  rahmet olarak vah yettiği kitaplar olduklarına inanırım.
Allah  katında  kabul  edilen dinin İslam olduğuna inanırım.  O   din,   bir  yerde  ki  İbrahim’in,   Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in, bütün resullerin, nebilerin, Allah dostlarının, velilerinin, azizlerin ve Salihlerin dinidir.
İbrahim’in Allah’ın dostu olduğuna, Musa’nın Allah ile  konuştuğuna, İsa  Mesih’in  Allah’ın  kelimesi ve  ruhu olduğuna, Muhammed’in O’nun Resul’ü olduğuna ve saymadıklarımın her birinin müjdeci ve  âlemler için uya- rıcı olduğuna inanırım. Allah’ın Kelamı vahiydir ve apaçık olgunluktadır.  O’nun  vahyi daha  sonra  gelen kitap  ve peygamberler için bir hazırlıktır. Şüphesiz Allah’ın dostu İbrahim’in  getirdiği din, Musa’nın  dinine, Musa’nın  dini, İsa Mesih’in dinine, Mesih İsa’nın dini, Muhammed Pey- gamberin dinine bir hazırlıktır. Muhammed peygamberin dini, Mesih İsa’nın  ikinci defa  gelişine hazırlıktır.  O’nun yeryüzündeki hükümdarlığı bin yıl  sürecektir. İnsanların tamamı gerçek fedakâr mehdiye, güvenilir aracıya, yüce- lerden gelen, canını ortaya koyan, nur,  hidayet, rahmet ve  tüm zamanlarda Allah’a ulaşacak vasıta olarak gelen ikinci Âdeme (İsa)’ya inanacaklaradır.
Ben Tevrat’ın  peygamberlere  gelen sahifelerine  ve sahifelerin İncil’e ve  İncil’in Kuran’a, Kuran’ın ikinci defa gelecek olana  bir  hazırlık olduğuna  inanırım.  Şüphesiz Musa’nın dini açık, İsa’nın getirdiği din gizli  ve  Muham- med’in dini ise çift yönlü, açık ve kapalıdır. Varlıklar, his-



si, ruhi ve  karışık  gibidir. His ve  ruhun  tamamının bir arada  olması kâmil insan;  İsa  Mesih efendimizin  temiz zatında bir araya gelmiştir. İsa,  varlıkların varlık âlemin- deki tüm büyüklerini bir arada bulundurur. O şiddette ve güzellikte bir ve  eşsiz olan Allah’ın  oğludur. O  insanların en değmemişi ve tüm insanların aracısı dünya ve ahret’in yüzü Allah  katından verilen tüm yüce nimetlerin aracısı-
dır.

İsa ve Kendisini Allah’a  Adamış  İnsanlar Ara- sındaki Benzer Yanlar
İsa, babalık ve asıllık yönünden Âdem’in bir benze- ridir. Kuşkusuz  ilk insan  Âdem topraktan yaratılmıştır. Topraktan olan bütün insanların aslı ve  babasıdır. İkinci semavi, ruhani  Âdem  İsa  Mesih bütün  müminlerin ve kutsal ruh tarafından  semada ikinci defa  yaratılan ruha- ni kişilerin orijini ve  babasıdır. Habil; Allah’a  itaatte, sev- gide, saygıda ve suçsuz olarak haksız yere öldürülmesiyle İsa  Mesih’e  benzer. Nuh, takvada,  ibadette, Allah’ı  sev- mede ve  doğrulukta ve  insanları uyarma hususunda  İsa Mesih’e  benzer. İbrahim; Allah  sevgisinde, itaatte, iman- da, teslim olma ve  cihatta ve  müminlere baba olma yö- nüyle, yakınları sevme ve onlara iyilik etmede v.b. yönüy- le  İsa Mesih’e benzer. Musa, peygamberliği, komutanlığı, samimiyeti, başkanlığı, liderliği, kanun  koyuculuğu,  bir toplum inşa etmesi, hâkim olması, ibadet etmesi, kendi- sini feda etmesi ve  ölünceye kadar Allah’ın hükümlerine teslim olması ve  boyun eğmesi yönüyle İsa  Mesih’e  ben- zer. Yeşu’(Yuşâ),  cihat etmede ve  müminleri vaat edilen topraklara  sokma  yönüyle İsa  Mesih’e  benzer.  Samuel, adalette, doğrulukta ve  adaletle hükmetmede İsa Mesih’e benzer.  Davut,  kötü  ve   kıskanç  kimselerin  niyetlerini tahmin  etmede,  ibadette,  tevekkülde,  güzel niyette  bu-


lunmada, itaatte, sevgide güvenilirlikte, cihatta ve zaferler elde  etme  vb.  yönüyle  İsa  Mesih’e  benzer.  Süleyman, hikmetli söz söylemede, güzellikte, idarecilikte, hükmün- de adil olmada, dış görünüşü  ve  cömertliği vb. yönüyle İsa Mesih’e benzer. Peygamberler, nebilikleriyle, bilgileriy- le, gayretleriyle, uyarıcı olmalarıyla ve başkaları için üzülmeleri  vb. yönleriyle İsa  Mesih’e benzerler. Muham- med Nebi, resul, kanun  koyan, emir, komutan,  savaşçı, önder, yenilikçi, barışçı, kalpleri birbirine ısındırıcı olma- sı vb. yönüyle İsa Mesih’e benzer.
İşte her bir nebi, önder, komutan,  reis, imam vb. tamamı  seyit Mesih’e  ve  onun  sahip  olduğu özelliklere verilenlerin büyüklüğü ve  gücü miktarınca ve  uygunluğu nispetinde benzerler.
Nitekim Resul Pavlus şuna şahadet eder: “ Şüphe- siz kendilerini Allah’a adamış kişilerin her birine İsa Me- sih’e  verilen kadar  nimet (veya  hibe)  verilmiştir. Çünkü İsa  Mesih semâya yükseldi ve  insanlara nimetler vermiş- tir. Bazı insanlara  resul, enbiya; bazılarına müjdeci, da- vetçi  ve  öğretmen;  bazılarına  hastalıkları  iyileştirme ve bazılarına iş yapma gücü ve  bazılarına çeşitli adetler ve bazılarına  dilleri tercüme  etmek  ve   benzerlerini  yapma nimetlerini vermiştir. (Efesliler/4:7) Allah’ın görünmeyen şekli olan Mesih’in  kanıyla  biz fedakârlığa  ve  günahlar- dan kurtulmaya nail olduk. O  tüm yaratılmışların özü- dür.  Çünkü gördüğün ve  göremediğin  gökte ve  yerdeki tüm masumlar Onda oluşmuştur. Şüphesiz İsa Mesih de tahtlar, İktidarlar, başkanlıklar, krallıklar, semada ve yeryüzünde  ki gördüğün  ve  göremediğin  yaratılmışların tümü Onda ortaya çıkmıştır. Yaratılmışların tümü Onun- la ve  Onun içindir. Onun zatı eşyadan öncedir. Yaratıl- mışların tümü Onda toplanmıştır ve  Onda vardır. Onun zatı  bedenin  temizlenmesinin  başıdır.  Her  ilk  ve   önde



olanın  sahibi  olabilmesi için O  temizdir  ve  ölümlerden uzaktır.  Çünkü  Allah  tüm  imtihanlarda bu  imtihanlar ister yerde olsun ister gökte olsun Onun dayanıklılık gös- termesi, Onu dayanıklı hale getirebilmesi ve  kendine döndürmesi ve  çarmıhtaki kanıyla tüm yaratılmışları kurtarması için, Allah Onu uygun gördü. (K/ 1:13)
“Muhammed ancak  bir elçidir.  Ondan önce  de elçiler gelip geçmişlerdir.” (Al-i Imran/3: 3:144)
“Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah’ın elçisi ve peygamber- lerin sonuncusudur. Allah,  her şeyi çok iyi bilendir. (Ahzab/33:40)
“Ey Peygamber! Biz kuşkusuz,  seni  bir  tanık, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran  bir  davetçi  ve ışık  saçan  bir  kandil  olarak gönderdik”( Ahzab/ 33:45-46)
“İnananlara,  Rablerinden büyük bir lütuf  oldu- ğunu müjdele”. (Ahzab/33:47)
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygam- berini, doğruluk rehberi Kuran ve hak din ile gönde- ren O’dur.  Şahit olarak Allah  yeter. Muhammed Al- lah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcı- lara karşı sert,  birbirlerine merhametlidirler.  Onları rükûa varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki sec- de izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat’ta  anlatı- lan vasıflarıdır. İncil’de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış,  onu  kuvvetlendirmiş,  kalınlaşmış, gövdesi üzerine  dikilmiş,  ekincilerin  hoşuna  giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvet- lendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allah,  inanıp ya-


rarlı  işler  işleyenlere,  bağışlama ve büyük ecir  vaat etmiştir (Kuran/483:28.29).
Melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu. Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et,   rükû   edenlerle   birlikte    rükû   et”   Bu   sana vahyettiğimiz  gayb haberlerindendir.  Meryem’e  han- gisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yan- larında değildin, çekişirlerken  de orada bulunmadın. Melekler demişti  ki: Ey Meryem! Allah  sana, Kendin- den bir sözü, adı Meryem oğlu İsa olan Mesihi, dünya ve ahrette  şerefli ve Allah’a  yakın kılınanlardan ola- rak  müjdeler.  İnsanlarla,  beşikte   iken  de,  yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir. Meryem: Rab- bim! Bana bir insan  dokunmamışken  nasıl çocuğum olabilir? Demişti. Melekler şöyle dediler: Allah diledi- ğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona ol der  ve olur.  Ona Kitabı,  hikmeti, Tevrat’ı  ve İncil’i öğretecek, İsrail oğullarına şöyle diyen bir peygamber kılacak: Ben size Rabbinizden bir ayet getirdim.  Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim. Allah’ın  izniyle, hemen kuş olacaktır;  anadan doğma körleri, alacalıları iyi edeceğim; Allah’ın  izniyle, ölü- leri dirilteceğim; yediklerinizi ve evlerinizde sakladık- larınızı da size haber vereceğim. İnanmışsanız bunda size  delil vardır.  Benden önce  gelen Tevrat’ı  tasdik etmekle beraber size yasak edilenlerin bir kısmını he- lal kılmak üzere, rabbinizden size bir ayet getirdim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin; çünkü Allah be- nim de rabbim, sizin de rabbinizdir. O’na  kulluk edin, bu doğru yoldur. (Kur’an 3-40) .



Hz. Muhammed(s.a.v)  döneminde Yahudiler  ve Hıristiyanlar  Arasında  Hüküm Süren Ahdi  Kadim Ve Ahdi  Cedid Kitaplarının  Var Ve Yaygın  Olduğuna  Da-
ir.”

Kur’an-ı  dikkatli bir bakışla gözden geçiren birisi- nin çok defa mukaddes kitaplara
(Tevrat, İncil ve onlara inananlara) işaret eden güç- lü ibarelere ve  kuvvetli işaretlere hayret etmemesi müm- kün  değildir. Nasıl hayret etmesin ki! O  İsimlendirilenin yüceliğine işaret  eden birçok isimlerle isimlendirilmiş ve önemli lakaplarla  adlandırılmıştır.  Şüphesiz  Nebi (  S.A.) çok defa  Tevrat’ı  ve  İncil’i  –Allah’ın  Kitabı –Allah’ın  Kela- mı-ve benzerleriyle isimlendirmiştir.  Mukaddes  kitapları yüce niteliklerle vasıflandırmıştır ve onların Allah’ın şeref- li  sözleri olduğunu  ve   Rahman  olan  yaratıcının  onları uzun süre zarfında  indirdiğini beyan etmiştir. Kur’an  bu- nu kabul eder. Şüphesiz Kur’an şöyle der: “Onun katın- dandır”, “ “Daha önce onu indirmedi” Kutsal kitaplardan Kur’an sadece döneminde fiilen var olması  yönüyle  bah- setmemiş ve  aynı şekilde kutsal kitapların Yahudi ve  Hı- ristiyanlar  arasında  yaygın olduğunu  haber  vermiştir. Buna işaret eden Kuran’ın  sözlerinden birkaçı: “Onların yanlarında bulunan”, “ellerinde olan”, “senden önce oku- dukları  ve   çalıştıkları  kitap”,   (yani   Yahudilerin),“onda olan”,  “Allah’ın  sözünü işitiyorlar,”  “onlar  Kitabı okuyor-
lar.”

Böylece Muhammed  (S.A.)  yanlışı doğrudan  ayır- mak  için Yahudileri  kitaba  çağırdı. Yani,  Yahudilerden bütün fırkaların  önünde  apaçık  bir  şekilde kitaplarına şahadet  etmelerini ve   herkesin  önünde  Ahdi  Kadimin naslarını ortaya koymaya davet etti. O  kutsal kitapta de- ğiştirileni ve  değiştirilmeyeni herkesin kulaklarına  okur-


du. Resulullah, Yahudileri  başka  bir defasında  ihtilafın çıktığı ve ihtilaf sebebiyle de hoş görünen ortadan kalktığı bir meselenin çözümü için Kitabı Mukaddes’in  ne dediği- ni  ortaya  koymaya çağırdı. Bundan  anlaşılıyor ki Nebi (S.A) Yahudileri  ve  Hıristiyanları kutsal kitaplarını çekiş- me, didişme vb. durumların ortaya çıktığı anlarda hüküm veren hâkim konumunda olmaya teşvik ediyor.
Özetle Kur’an da Tevrat’ın ve  İncil’in varlığının sıh- hatinin  ispat için 131 tane ayet gelmiştir. O, iki kitabın veya ikisinden birisinin bir şekilde faydalı  olduğuna işa- ret etmiştir. Beydavi, Celaleyn, Razi ve  diğerleri gibi meş- hur Kur’an müfessirleri bu ayetlerin bir takım şerhlerini yapmışlardır. Şüphesiz bu müellif sonuç bölümünde şun- ları zikreder: “şüphesiz Kur’an-ı Kerim mukaddes  kitapla- rı çok övmüş ve  onları zirvesine yüceltmiş ve  her zaman onlardan  gerçekten saygıyla söz etmiş,  öyle   ki Kuran’ın tamamında mukaddes kitaplar hakkında itibar, yücelik, saygı  ve  hürmet  haricinde hiçbir işaret  dahi  yoktur. O halde Kur’an-ı Şerif doğrudur ve Kur’an da gerçekten doğruluğun ruhu vardır. Bütün ifadelerinde  ve  ayetlerin- de ve  manalarında doğruluğun ruhu  seyreder. Öyleyse, inişi sabit bir kitap gibi doğruluğuna itibar etmeli ve  hak ettiği değeri vermelidir. O doğrudur ve haktır. Kur’an ayetlerinin tamamı  Allah  adamı  doğru  emin kişi eliyle, Allah’ın  ruhu vasıtasıyla vahyolunmuştur.  Buna dayana- rak Kuran’ın  açık olan metni temel alınmalı ve  İncil’in, Tevrat’ın  ve  Kuran’ın,  hepsinin  veya birisinin  müşterek naslarına ters olan beşer metinleri ve batıl yorumları terk edilmelidir.  İnsanların  sözleri ne  olursa  olsun,  isterse üzerinde ittifak  ettikleri konular  bile olsa böyledir. Açık olan vahiy ayetlerine ne zaman ters olduğunda üç çeşit vahiyde ve  yahut onlardan birisine ters olduğunda mut- laka atılmalıdır”.



Özellikle de önemli ve  kıymetli din kaidelerinde ve çok iyi  bilinen asıl meselelerde olduğu zaman da vahiy ayetlerinin tamamında bir kısmı bir kısmına tercih edilir- se, vahyin dilinde gelmiş olan insanın düşünceleri ve  fel- sefi ilkelerinin bozukluğu ortaya çıkar. İhtilafların  temel esasları düştüğünde arkasından teferruatı da düşer. Böy- lece tüm vahiyler ve ruhlarda ki bir ilaha ibadet eden tüm vahiy tabiileri birleşir. Bununla  da vahiy yaygınlaşır, Al- lah’ın erdemli, sakınan, Salih kişilerin eliyle ilan edilir. Ey Allah’ım  bizi hakikatlerin  bilgisine ve  sana ulaşan doğru ve bir olan yola ulaştır. Ey  rahman ve rahim olan, Doğru- ların en doğrusu, el-  Emin, es- Selam, el-Mümin, el-Hadi, el  Mudill, el-Hak, en-Nur, el-  Basit, her sıkıntıda ve hida- yette elini/  rahmetini uzatan güvenilir, hepimizi hidayete ulaştır.
“Allah’ın  mescitlerinde  O’nun  isminin anılması- nı yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimse- den daha zalim kim vardır?” (Bakara/2:114)
Ben  hakkı  doğrulamak için  geldim ve bunun için doğdum. Haktan  olan her kişi sesimi duyar.” (Y
/18:37).

“De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: (Hak peygamber olduğuma dair) benimle sizin ara- nızda Allah  Şahittir. Bu Kur’an  bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı  herkesi uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah  ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?  De ki: Ben buna şahitlik etmem. O ancak bir tek Allah’tır, ben sizin ortak konuştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.” (En’am/6:19).
“Babası  bir olan ilahtan başka bizim bir ilahımız yoktur. İsa Mesih bizim tek efendimizdir.” (K/ 8:4).


“Efendimiz İsa Mesih iyiliğin babası, hikmetin ve keşfin ruhu,  efendimizin ilahı bilgisini size sunu- yor, zihinlerinizi aydınlatsın.” (Efesliler/ 1:17).
“Biz İsa Mesih efendimizi kendimize  bizim efendimiz olarak çağırırız.” (Kor-2/ 4:5-6).
Yardımcılarım   kimlerdir?”  demişti.  Havariler de: Biz Allah’ın yardımcılarıyız; Allah’a inandık, sende bizim kendimizi Allah’a teslim ettiğimize tanık ol! Ey Rabbimiz! İndirdiğine  inandık  ve elçiye de uyduk; o halde bizi, şahit olanlarla birlikte  yaz” diyerek karşı- lık vermişlerdi. Tuzak kurmuşlardı  Allah  da tuzağını kurmuştur.  Allah   tuzak  kuranların  en  hayırlısıdır. Hani  Allah:  “Ey İsa! Seni  öldüreceğim,  seni  katıma yükselteceğim  seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamet  gününe kadar inkar edenle- rin üstünde kılacağım. (Ali İmran 3/52- 53-54)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder