27 Şubat 2022 Pazar
yükseltici bir mirac (manevî asansör) ile göklere çıkartılıp yedi kat semaları bir bir dolaştırılmıştır.
kat semada: Hz. Adem'le,
kat'ta Hz. İsa ve Hz. Yahya,
kat'ta Hz. Yusuf,
kat'ta Hz. İdris,
kat'ta Hz. Harun,
kat'ta Hz. Musa.
7. kat'ta Hz. İbrahim ile görüştü.
Astroloji Yedi kat semâ
Kalemi bulan ve onunla yazı yazabilen ilk peygamber olan İdris Aleyhisselam’a da “Burçlar İlmi/Astroloji” (İlm-i Nücum) verilmiştir. Dini kayıtlara göre, Allahü Tealanın izniyle göğe çıkan ve 4. Kat Sema’nın kendisine mekan olduğu ifade edilen İdris Aleyhisselam bu ilmiyle Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların, insanlar ve diğer yaratıklar üzerindeki etkisine vakıf olmuş, bunu ümmetine anlatmıştır.İSLAM'A GÖRE ASTROLOJİ NEDİR?
Astroloji, yıldızların hareketlerinden hüküm çıkartma bilimidir. İnsanların kendilerini ve başkalarını daha iyi tanımasını temin eder. Yunanca Astra (yıldız) ve Logos (mantık) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.
Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların insanların üzerindeki etkisini yorumlayan ve binlerce yıllık istatistiklere dayanan Astroloji, insanlık tarihi kadar eski bir bilim olarak kabul edilir. Bir başka ifadeyle Astroloji bilimlerin en eskisidir ve bir çok alanda uygulanmaktadır.
MÖ 3000 yıllarında Kaldaeliler’in bu ilmi en açık şekilde uyguladıkları, ancak ilk kayıtların çok daha eskilere, MÖ 5000 yıllarına dayandığı bilinmektedir. Tarihi kayıtlara göre, her çağda bütün medeniyetlerde Astroloji ilminin uygulandığını görüyoruz. Babillilerde, Mısırlılarda, Hintlilerde, Çin’de, Mayalarda, Yunanlılarda, Romalılarda, Araplarda ve Osmanlılar’da uygulandığı kayıtlar arasındadır.
Alemlerin yaratıcısı olan Allah (cc), insanlara doğru yolu göstermeleri için gönderdiği peygamberlerin her birine farklı konularda ilim vermiştir. Kalemi bulan ve onunla yazı yazabilen ilk peygamber olan İdris Aleyhisselam’a da “Burçlar İlmi/Astroloji” (İlm-i Nücum) verilmiştir. Dini kayıtlara göre, Allahü Tealanın izniyle göğe çıkan ve 4. Kat Sema’nın kendisine mekan olduğu ifade edilen İdris Aleyhisselam bu ilmiyle Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların, insanlar ve diğer yaratıklar üzerindeki etkisine vakıf olmuş, bunu ümmetine anlatmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de burçlarla ilgili olarak mealen “And olsun, gökte burçlar yarattık ve onu gözleyenler için hayrete düşürecek yıldızlarla süsledik” (Hicr-16) ve “Gökte burçlar kılan, onların içine bir aydınlık ve nurlu bir Ay var eden (Allah) ne yücedir” (Furkan-61) gibi ayetler yer almaktadır.
Bir çok İslam alimi de, Astroloji ilmini inceleyerek bu konuda eserler vermişlerdir. Bunlardan birisi olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname” adlı eserinde Astroloji ile ilgili hayli bilgi aktarmıştır. Marifetname’de, büyük İslam Alimi Seyyid Şerif Cürcani’nin “Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için Astronomi ilmi, Allahü Tealanın varlığını anlamaya çok yardım eder” dediği belirtiliyor. Yine aynı eserde İmam-ı Gazali’nin (ra) “Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü Tealanın varlığını ve kudretini anlayamaz” ifadelerine yer veriliyor.
Burçlar ve gezegenler sebeptir
Marifetname’de Astroloji ile ilgili olarak özetle şu ifadeler yer almaktadır:
“Yıldızlar, meleklerin elinde mecbur ve hüküm altındadır. Melekler de Allah’ın (cc) emri altındadır. Hepsi de O'nun irade ve kudreti ile hareket ederler. Mesela, Güneş kuru, sıcak tabiatlıdır. Ay ise soğuk ve rutubetlidir. Yıldızlar bu keyfiyetleri ile alemde etkili olurlar. Fakat bütün bu işlerin sadece yıldızlara bağlanması yanlış olur, çünkü yıldızlar da, Hak Tealanın hükmüyle bu tasarrufu yapmaktadır.
Uzaydaki yıldızlar ve güneş sistemindeki gezegenler ateş, hava, su, toprak gibi unsurlar ile madenler, bitkiler ve hayvanlar üzerinde etkili olurlar. Gerçek etkili olan ise Allahü Tealadır. Burçlar ve gezegenler ise sebeptirler."
Bütün gök cisimlerinin yer cisimleri üzerinde çeşitli etkileri olduğuna işaret edilen Marifetname’de, insanların, şekil, hal, ahlak ve tavırlarının; henüz ana rahminde nutfe iken, burçlardan gelen kozmik ışınımın ihtiva ettiği mananın beyinlere işlenmesi ile meydana geldiğine işaret edilmektedir.
“Yedi Gök, Yer ve bunlarda bulunanlar, O’ nu tespih ederler” / “Yedi Göğü ve Yerden bir o kadarını da yaratan Allah’tır” / “Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O’ dur. Sonra Göğe doğru yönelerek Yedi Gök halinde onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir” / “ Yedi Göğünde Rabbi, yüce Arşın Rabbi Kimdir? De” /” Allah’ın, Göğü Yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?” / “Gökleri Yedi kat üzerine yaratan O dur” / “Allah bunun üzerine yedi kat Gök var etti ve her Göğün işini kendisine bildirdi” (1)
Önceden de söylediğimiz gibi, Kur’an’da geçen Yedi Gök kavramı gerçekte, mekaniksel anlamda bildiğimiz, gezegenlerin, Güneş etrafında belli yörüngelerdeki hareketleri değil, bu yörüngelerle ifade edilen atom altı boyutlara, bir başka deyişle, Bilinç (Mana) boyutlarına işaret etmektedir. Keza yedi Yer (Arz) kavramını da, birini yaşadığımız maddesel dünya ya da madde olarak algılanan tüm yapı şeklinde ele alırsak, diğer altı boyutu da yine atom altı boyutta yer alan ışınsal (İkiz) boyutlar olarak düşünmemiz gerekir. Yedi farklı boyuttan bakış açısını ifade eden bu Yedi Gök kavramındaki her bir boyut, Bütünün bilgisine ait kodları kendi boyutlarınca barındıracak şekilde birbirlerini kapsayarak sıralanmaktadırlar. Öyle bir kapsamadır ki bu, her bir boyut sonsuz ve sınırsız olsa da bir üst boyuta göre, bir hiç hükmündedir. (2) İçinde bulunduğumuz maddesel boyut da dâhil olmak üzere, Yerlere Ve Göklere ait tüm bu boyutların, kendi türünden dalgasal yapılı olduğunu da hatırlamakta yarar var.
Özetle, beş duyu dünyamızın dışında, ama boyutsal derinliğinde, altı farklı boyutun, Yerin (Arzın) olduğu ve bu boyutlarda yaşayan varlıkların, canlıların bulunduğu bununla birlikte, yine o boyutlardan bakıldığında diğer sayısız gök cisimlerinin ikiz yapılarında da sayısız canlı türlerinin bulunduğu, Gök katmanları olarak ifade edilen Yedi farklı boyutun, Bilinç Boyutu olarak var olduğu, her biri bir üst boyuta göre (boyut indinde) hiç hükmünde kalan (3) boyutlardan, Yedinci boyutta oluşan bir oluşumun, direkt değil, sırasıyla alt boyutlara doğru yansıyarak (boyutsal dönüşümlere uğrayarak) dört boyutlu uzay-zamanda ve bize görünmeyen diğer mekân ve zamanlarda açığa çıkmakta olduğu söylenmektedir. Bu nedenle gök katları içindeki bir boyutta yaşanılanlar, bir üst boyut ya da boyutta yaşanılmış olandan başka bir şey değildir (bu olayın, detaylı olarak kaleme alacağım Stringlerle de nasıl uyumlu olduğunu hayretle göreceğiz). Bu boyutsal anlamdaki Gök Sistematiği, kendini üç boyutlu uzay-zaman içinde de yansıtmış durumdadır. Bu nedenle hücresel boyut, onu meydana getiren moleküler boyut içinde bir hiç hükmünde iken, aynı şekilde moleküler boyutta, atom boyutu ya da seması, atom seması da, kuark-parçacık boyutu, bu kuark- tanecik boyutu da foton seması içinde bir hiç hükmündedir. Resulullah bu konuda, “Birinci kat semâ ikinci kat semâ içinde çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir. İkinci kat sema ise üçüncü kat semâ içinde, çöldeki bir yüzük halkası gibi kalır… Yedinci kat semaya kadar bu böylece devam eder… Dünyanız ve Yedi kat semâ ise, Kürsü de Kürsü de Arş’ın içinde yine çöle atılmış bir yüzük halkası gibi kalır” diyerek bin dört yüz yıl öncesinden ancak bugünün teknolojisiyle anlaşılabilecek bir gerçeği, boyutsallığı da kapsayacak şekilde ifade etmiştir. Dolayısıyla bu ifade, Afaki olarak Makroskopik boyutlarda evrenin sınırsızlığına doğru olan hiyerarşik durumu izah ettiği gibi, aynı zamanda Enfüsi olarak da Boyutsallığa doğru olan hiyerarşik durumu açıklamış olmaktadır. Bunun yanında, “Allah yedi kat göğü ve yerden de onların bir mislini yaratmıştır, emir aralarından nazil olmaktadır” ayetindeki, Emrin Boyutsal İnişini, Enfüsi boyutlardan nasıl olduğunu da artık anlamış olmaktayız.
Bu öze doğru boyutsal katmanlar dolayısıyladır ki, Allah’ın İlim ve Kudretinin en geniş Kemal mahallerinden biri olan Kabe’nin beş duyu algı dünyamızda belli bir kütlesi, hacmi, yüksekliği...olmasına karşın, her bir boyutta da karşılığı bulunmakta, varlığı Arş’ a (Arş boyutuna) kadar uzanmakta, o boyutlarda da hükmünü varlıklar üzerinde icra etmektedir. Keza o dönem insanının hem aklının ret edemeyeceği hem de derinlikli anlamı verecek şekilde, “Güneş’in Arş’a gidip orada secdeye kapandığını” söyleyen hadiste de Güneş dediğimiz yapının da Arş’a (Arş Boyutuna) kadar yapısının devem ettiği ve Bilinçli bir yapı olduğu belirtilerek Güneşin secdeye kapanmasıyla yani, Allah’ın İlminde yok olduğu ya da başka bir ifadeyle, öze doğru olan boyutsal yapıları itibariyle Allah’ın ilminde bir İlmi suret olarak yokluktan ibaret olduğu söylemektedir. Tıpkı Miraçta, madde (ki bu, bildiğimiz anlamda madde değil, tüm kainatı meydana getiren dalga okyanusudur) ve mana boyutsal sınırında Cebrail (as)’ın “ bir adım daha atarsam yanarım, yok olurum yani, varlığım gerçekte yokluk olan İlmi suretler olarak devam eder” demesindeki gibi. Böylece kimisi, Resulullah’a bakıp onu çarşı pazarda dolaşan kendi gibi birisi olarak görüp değerlendirirken, kimisi de onu gördüğünde (mecazen) boyunun Arşa kadar uzandığını söyleyerek yani, Şuurunun, Varlığının, Benliğinin Arş’ a kadar uzanmakta olduğunu, her boyutta varlığının devam ettiğini görüp değerlendirmekteydi.
Resulullah’ın Miraçta 7. Katta (boyutta) Hz İbrahim (as)’ı, sırtını Beyti Mamura (Kabe’nin o boyuttaki varlığına) dayar bir şekilde görmesi ve Efendimize, “Senin mekanın ve ümmetinin mekanı burasıdır” demesi, Hz Muhammed’in (sav) ve Muhammedilerin (sıradan Müslümanları kastetmiyorum) tüm Bilinç Boyutlarını Kapsayan 7. Bilinç Boyutundan tüm varlığı değerlendirebileceğini anlatmaktadır. Yedinci boyutla birlikte Ruh Boyutunu, yani, Galaktik Bilinç- Ruh adı altında tüm yıldız sistemlerini ve yanı sıra diğer tüm Galaktik Bilinçleri ve Sistemlerini ve O Bilinçlerin sonsuz sayıdaki zuhurlarını müşahade ettikten ve tüm bu sistemi oluşturan Kalemin, Kalemlerin hışırtısını, sesini duyduktan yani, Kozmik Bilincin (Ki, Kalemle işaret edilen Akıldır) holografik özellikli manalarının ritmik dansını, bu manaların bu sistemlerde ne şekilde ve nasıl açığa çıkıp tüm bunları meydana getirdiğini zerresine kadar müşahade ettikten sonra yaratılmışlıkla yaratılmamışlık sınırı olan ve Sidrei Münteha denilen Boyutsal sınıra gelmiş, Kozmik Bilincin artık varlığa dönük yönü değil, Öze dönük yönündeki Rabbi ile görüşmek yani, Hakikatının Boyutlarıyla Boyutlanmak yolunu tutmuştur. Bu arada, çağdaş bilimin de bize söylediği gibi, Boyutsallığın olduğu yerde mekansallık, mekansallığa bağlı hareket ve zaman kavramları tamamen düşer. Bu yüzden Resulullah’ın Miracının Kudüs’ ten sonraki bölümünün, gerek ışınsal boyutları (Yerin katlarını) gerekse de Gök (Sema) katlarını gezmesi ve Rabbiyle buluşması, ne bedenen ne de Ruh bedenin mekansal hareketiyle olmuştur. Tüm bunlar Şuursal bir olaydır ki bu da Boyutsallık kavramıyla ancak anlaşılabilmektedir. Aynı şekilde, Kuran’ın indirilmesi denilen olay da, Kur’an’ın mekansal gökten gelmesiyle alakalı olmayıp Boyutsal anlamda, önce Levhi Mahfuza inmesi yani, Rabbani Hükümlerin Ruh adlı meleğe yüklenmesi, bu Evrensel Gen hükmünde olan, Evrenin ezelden ebede kadar olan tüm programlarının bulunduğu Levhi Mahfuzdan da bir defada yani, “an” içinde Dünya semasındaki Beyti Mamura (Güneş Sistemimize), oradan da Hz Muhammed’in (sav) Bilinci ile bize bölüm, bölüm bildirilmesi, dünya boyutunda açığa çıkması olayıdır. Böylece Resulullah, “an” içinde bir defada Okuduğu Sistemi, insanların hazmedebilmesi, anlayabilmesi için pey der pey belli bir sistemle boyutumuzda açığa çıkartmıştır.
Çok daha enteresan olanı, “Bu Sema nedir?” diye soran kimseye Resulullah, “sizden men edilmiş bir dalgadır” diye cevap verirken, bir başka hadiste de “bu Sema nedir bilir misiniz? Dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavandır” demesidir. Birinci hadiste, varlığın her boyuttaki Tekilliğini de göz önüne aldığımızda, “Semanın bizden men edilmiş bir dalga” olması, Semanın beş duyumuza göre gerçekte Afakta uzayın derinliğine doğru olmak yerine, dışımızda değil, özümüzde olarak, varlığın aslının bilinçli enerji dalgaları olduğunu ya da varlığın bu men edilmiş yani sınırlı ve maddesel algılamalarımız dolayısıyla bir türlü fark edemediğimiz enerjiden meydana geldiğini açıkça söylerken ikinci hadiste ise, yine Semanın, Semaların eşyanın (şeylerin) özüne doğru olarak “dürülmüş bir dalga” yani, her an yeni bir şan, şekil, biçim alarak açığa çıkan, manalarla işlenmiş, kodlanmış, işaretlenmiş enerji-data boyutu ve dolayısıyla onun projeksiyonuyla oluşmuş yine bilgi-enerji yapıyı tarif etmekte olup bunun da korunmuş yani, Mutlak Bilincin eseri olarak, her an yeni bir şanda dönüşümlerle varlığını sonsuza dek sürdüren boyut olduğunu ifade etmektedir, bir anlamda. Bu arada, yine dikkat ederseniz Dine alenen karşı olanlar, buraya kadar anlattıklarımız ve anlatacağımız İlimsel mucizelerin hiçbirinden bahsetmemekte, bunlara hiç değinmemekte, tamamıyla görmezden gelmekte, bunun yerine o dönemin düşmanları gibi egolarına, gerçek sandıkları sanal benliklerine, yediremedikleri, hazmedemedikleri gerçekleri, maalesef tamamen çarpıtma ve gerçeği olmayan hayallerle süsleyerek, insanları kandırıp aldatma yoluna gitmektedirler.
“Gökleri, Yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan...Rahmandır” / “Rabbiniz, Gökleri ve Yeri altı günde yaratan ve sonra Arş’ a hükmeden... Allah’tır” / “Ant olsun ki Gökleri, Yeri ve İkisinin arasında bulunanları altı günde yarattık” / “Gökleri ve Yeri altı günde yaratan O dur” / “Gökleri, Yeri ve arasında bulunanları altı günde yaratan... Allah’tır” / “Doğrusu sizin Rabbiniz, Gökleri ve Yeri altı günde yaratıp...işi düzenleyen Allah’tır”/ “ Allah bunun üzerine iki gün içinde Yedi Gök var etti ve her Göğün işini kendine bildirdi” / “ Deki, siz Yeri iki günde yaratanı mı tanımıyor ve O’na eşler koşuyorsunuz?. İşte alemlerin Rabbi O’ dur” / “Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onda bereketler yarattı, rızklarını arayanlar için, oradaki gıdaları ölçü ile dört günde taktir etti”. (4)
Bu konuya “ Arz-Arş - 6” başlıklı makalemiz başta olma üzere birçok yazıda değinmiştik. Şimdi ise, bu ayetlerin bilimsel açıdan yorumlarına geçmeden önce, aydın, ilerici geçinen bu yüzdende Kur’an ve Resulullah’ı bir şeyler öğrenmek amacıyla samimi olarak sorgulamak yerine, acımasızca eleştirmeye çalışan din karşıtları, maalesef, çok daha zeki olduğunu kanıtlamak için, ilkokul çocuğunun bile yapmayacağı mantık hatalarıyla dolu birtakım çeşitli zeka oyunları ile güya ayet ve hadislerde yanlışlıklar aramaktadırlar. Dolayısıyla, bunlardan birkaçına bakarak, onların diğer konulara olan bakış açılarındaki hataları da çok rahatlıkla görebiliriz. O birkaç şeyden biri de, Kuran ve Hadislerde geçen, “gün” kavramıdır. Onlar kısaca şöyle demektedirler: “ Birkaç ayette evrenin altı veya yedi günde yaratıldığını söylerken, bir başka ayette ise iki günde yaratıldığını, yeryüzünün ise bir yerde iki, bir başka yerde ise dört günde yaratıldığını söylemekte ve ayrıca bu çelişkinin yanında, gün kavramının güneş sistemi ve dünyanın oluşumundan sonra insanların tespit ettiği bir kavram olduğunu ve ondan önce böyle bir şeyden bahsedilemeyeceğinden, bir başka ayette ise (en üstte yer almakta), Göklerin yaratılmasının, Yerin (Dünyanın) yaratılmasından sonra anlatıldığından böyle anlatımların doğru olamayacağı” belirtilerek Kuran ve bununla ilgili Hadislerin yanlışlığını öne sürmektedirler. Aslında etiketleri, unvanları ne olursa olsun onları ciddiye alıp kalemimin mürekkebini bile boşa harcamak istemem. Üstelik ne anlatırsak anlatalım yine aynı şeyleri temcit pilavı gibi konuşmaya devam edeceklerdir. Çünkü onlar, daha işin başından öğrenmek için yola çıkıp sorgulamıyor, veri tabanlarının gereği olarak şartlanmışlıklarını ve sanılarını, Dinde görmeye ve bunu insanlara göstermeye çalışıyorlar. Ne ilginçtir ki, Kuran ve hadisler canlı ve şuurlu bir biçimde, onların görmek istediklerine, veri tabanlarına ayna olmaktadır. Bu yüzden bu konularda beyni bulananlara kısa da olsa bir açıklama yapmam gerekiyor.
Öncelikle, Kuran, zaman ve mekandan münezzeh ya da zaman ve mekanın geçerli olmadığı bir boyuttan açığa çıktığı içindir ki, bulunduğu devrin kelimeleriyle kayıtlı olmayıp kelimelerin işaret ettiği anlamlar itibariyle her dönem ve zamana hitap etmekte, her çağın soru ve sorunlarına cevap verebilmektedir. Keza Hadisler de. Aksi taktirde Kuran’ın ve Hadislerin evrenselliği tamamıyla laftan öteye geçmezdi. Bu yüzden birçok yazımızda değindiğimiz üzere, nasıl ki “Gökler” derken mekansal anlamda Göklerden bahsetmiyorsak bunun yerine bunları, bilinen maddesel boyutların alt boyutları olarak düşünmemiz gerekiyorsa aynı şekilde, “gün” derken de bildiğimiz günleri değil, bu “gün” kavramını, “an” anlamında ele alıp “an”daki var oluşlar olarak düşünmemiz gerekmektedir. Dolayısıyla var olan, boyutlar ve bu boyutlara karşılık gelen “an” lar ve bu boyut içinde yer alan zaman ve bu zaman kavramına dayalı olan “devirler” dir. Biraz daha açarsak, gün kavramı, zaman ve mekanının bulunmadığı boyutlarda Allah’ın İlminde ya da bunun Ruha yansıması olan Mutlak Bilinçteki suretlerde “an” anlamını alırken, bunun çokluk boyutunda veya uzay-zamanda aldığı isim ise yine bir anlamda “an” anlamında düşünebileceğimiz, “devir” olarak geçmektedir. Yani, zaman ve mekanın geçerli olmadığı boyutlarda “an” kavramı, uzay-zamanda açığa çıktığı zaman kendini “devir” olarak göstermektedir. Başka bir deyişle, zaman içindeki oluşumlarda belli “uzay-zaman dilimleri”, devir olarak adlandırılmaktadır, bizlerin olayı daha iyi görebilmemiz, işin sistemini anlayabilmemiz için. Bugün bilim de, Kuantum Kozmolojisini de kapsayacak şekilde saf enerji ve devamı olan enerji-parçacık düzeyinden, evrenin şu anki görünümüne kadar evren tarihini de “devirler, dönemler” olarak anlatmaktadır. Nobel ödüllü ünlü Stephan Weinberg’in “İlk Üç Dakika” adlı eserinde “Evreni altı film karesinde” incelediğini yedinci karede ise, bunun tamamlandığını okuyabilirsiniz.
Bu nedenle Tevrat’ ta (Old Testament) geçen şekliyle, “Allah’ın evreni altı günde yaratıp yedinci günde istirahat etmesi” olayı zahiri yönüyle, bize göre belli zaman dilimlerini ifade eden evrenin altı devirde yaratıldığını yedinci günde ise, olayın kemale ulaştığı (erdiği), tamamlandığı anlamına gelirken, Batıni yönüyle ise Kainatın, altı “an” daki, Boyuttaki yaratılışı anlatılmaktadır. Burada öncelikle dikkat edilmesi gereken bir husus, “devirlerin” ya da “an” ların sayısından çok, “devirin” ya da “an’ ın” kendisidir. Çünkü bir “devir veya “an’ a ”, birden çok “devir ya da an’ ın” sığması dolayısıyla, onları da tek bir “an ya da devir” şeklinde düşünebileceğimiz gibi, birkaç “an veya devir” şeklinde de mütalaa edebiliriz. Hal böyle olunca, altı ya da yedi “an’ ı ya da devir’ i”, iki, üç, dört..., “an ya da devir” olarak düşünebiliriz ki, Kuran’da, iki günde, dört günde yaratılışın olduğunun söylenmesinin bir nedeni de budur. Keza Resulullah’ın, “ Allah toprağı Cumartesi günü yarattı. Ondaki dağları Pazar günü yarattı. Ağaçları Pazartesi günü yarattı. Mekruhları Salı günü yarattı. Nuru Çarşamba günü yarattı ve onda hayvanları Perşembe günü yaydı. Hz Ademi Cuma günü ikindi vaktinden sonra, ikindi ile gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk olarak yarattı” ifadesindeki yeryüzünde olan yaşamı yedi güne karşılık gelecek şekilde yedi devirde anlatması da bu gerçeğe dayanmaktadır. Kaldı ki, bunun bir de Boyutsal anlamı vardır. Zaten iki günde göğün yaratıldığını, Yerin de (Arzın da) dört günde yaratıldığını belirtmesi, yine altı gün eder ki, bir önceki açıklama açısından da birbirini bütünlemektedir. Ayrıca, varlık boyutlarda da “an” tabiri kullanılmaktadır. Mesela, madde boyutumuz tek bir “an” olarak mütalaa edilirken, Cinlerin boyutu farklı bir “an” da,...vs. nitelendirilmesi gibi.
Bu anlatım şeklinin anlamına gelince, bu tarzdaki ifadelerin insanda ezberi bozup, tefekkür mekanizmasını devreye sokarak birden fazla anlamlara, boyutların, sistemlerin varlığına ve işleyişine işaret etmek için olduğunu görmekteyiz. Bununla paralel din karşıtlarının hep eleştirdikleri iki konudan ilkinde, Kuran’ın dağınık, birbirinden kopuk yani, anlatılan bir şeyin bir anda biterek bir başka konuya geçmesi ve o konunun tekrardan başka yerde tekrardan ifade edilmesi..vs şeklindeki olan tarzıdır ki, bunun nedeni de başka anlamları yanında yine aynı sebebe yani, insanı, beynini bloke eden ezberden kurtarıp düşündürmeye yönlendirmek olup bu durum, Kur’an’ ın zaman ve mekana bağlı olmayan bu yapısının boyutumuza yansımasından başka bir şey değildir. Böylece, zamanın olmadığı boyutta öncelik ve sonralık kavramı ortadan kalktığı için Kuran’ın birkaç ayetinde önce, yerin yaratılışı, sonra da Göğün yaratılışı neden-sonuç ilişkisine dayalı olmayan şekilde anlatılmıştır. Yani, zamanlamaya bağlı bir oluşumu değil, “an” içinde tek bir karedeki olayı, ayrı, ayrı anlatmasıdır. Yer ve Gök kavramını boyutsal anlamlarıyla ele aldığımızı düşünsek bile, bu boyutlar demin belirttiğiz gibi, bildiğimiz zaman içinde değil, “an” olarak mevcut olduklarından ve daha üst bir “an” da değerlendirildiğinden o boyut gereğince bildiğimiz anlamda sıralama olmaksızın anlatılmıştır. Bu tür anlatım tarzıyla da zamanın ve dolayısıyla mekanın, sanal ve hayal olduğunu vurgulayarak insanları, neden-sonuç ilişkisine bağlı olan boyutlardan sıyrılmasını sağlayıp, Bilincini, Benliğini daha Öz boyutlarda, “an” da, tanıması, madde boyutlarını da bu boyut açısından, “an” dan değerlendirme yapmasını sağlamayı amaçlamasıdır. Diğer ayetlerde ise, olaylar nedensellik ilkesince anlatılmaktadır.
Kur’an adı altında Evrensel Sistemi okuyan Evliyanın açıklamalarına baktığımızda da, insanların dünyanın merkez, yıldız olarak kabul ettikleri gezegen ve yıldızların ise, bu dünya etrafında döndüğünü düşündükleri devirde, önce Evrensel Ruhun yaratıldığını sonra da Kürsünün (Galaksilerin), sonra da bu Kürsüde yer alan yıldızların ve en sonunda da gezegen ve Dünyanın yaratıldığını söylediklerini görüyoruz. Eğer Kur’an, gerçekten iddia ettikleri gibi bir şeyden bahsetseydi, o insanlar, ancak yüzyılımıza ait modern bilimin söyleyebildiği böyle bir şeyden bahsedebilirler miydi? Elbette hayır. İkinci eleştiri konusu ise, Kuran’da sık, sık tekrarların olması durumu. Şunu kesin olarak belirtmek gerekir ki, Kuran’da asla tekrarlar, tekrarlamalar yoktur. Bizler kelimelerin, cümlelerin derinliğini, hangi boyuttan ifadeler olduğunu anlayamadığımız, beş duyuda olaylara, kavramlara yaklaştığımız ya da o boyutlara ait verileri değerlendiremediğiz için, bazı şeylerin hep tekrarlandığını zannetmekteyiz. Mesela yukarıdaki ayetlere dikkat edersek, yaratma işlemini gerçekleştiren hakkında kiminde Rab, kiminde Allah, Kiminde ise Rahman kelimesi geçtiğini görmekteyiz. Bu da bize aynı şeyin farklı boyutlardan olan ifadesini, oluşumunu, oluşum şeklini, bakış açısını...vs göstermektedir. Görüldüğü üzere Kur’an neden, nasıl ve nelerden bahsetmekte, Dini eleştirenler nelerden bahsetmekte. Anlamlar arasında her hangi bir ilişkinin olmadığı her şekilde açıkça görülmektedir.
Kaynakça: Hz Muhammet Neyi Okudu, Yenilen, Akıl Ve İman, Kendini Tanı, Hz Muhammet Mustafa (Sav) II, İnsan Ve Sırları I – Ahmet Hulusi / Cum’ a, Kuran da İnsan- 4, Boyut Kavramı, Zaman - Ahmet Fevzi Yüksel, www.sufizmveinsan.com )
1. İsra-44, Talak-12, Bakara-29, Müminun-86, Nuh-15, Mülk-3, Fussilet -12
2. Bunu kafada canlandırmak için mesela, sonsuz uzunluktaki tek boyutlu uzayın (çizginin), sonsuz genişlikte iki boyutlu uzay (yüzey) içinde, bu yüzeyin de bu iki boyutlu uzayın sonsuz tanesinin oluşturduğu üç boyutlu uzay (hacim) içinde bir hiç olması gibi, düşünebiliriz.
3. Bkz. Arz-Arş - 1
4. Furkan-59, Araf-54, Kaf-38, Hud-7, Secde-4, Yunus-3, Fussilet-9, Fussulet-12, Fussulet-10
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder