şeklindeki TBMM’nde yaptığı konuşmanın Islam’a aykırı olmadığını savunmak adına; kendi tabirleri ile “müslüman ama laik” (nasıl oluyorsa artık) bize göre ise “gaflet uykusunda” olan kardeşlerimizin ortaya attıkları iddialara, Allahu Teala’nın lütfu ve keremiyle cevap verilecektir.
Ama önce Murat Bardakçı’nın, sunucusu olduğu ve Habertürk’te yayınlanan Tarihin Arka Odası programında Atatürk’ün “İlhamlarımızı gökten gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan alırız” sözünün “din karşıtı bir ifade” olduğuna dair açıklamalarını izleyelim.
Videoda da görüleceği üzere, bir izleyicisinin Atatürk’ün dine bakışı hakkında “Pozitivizm’dir” demesi üzerine, bunun Materyalizm olduğunu anlatan Bardakçı, devamında “Aslında Ateizm’dir” şeklinde konuştu.
***
Neredeyse her gece televizyonlarda açık saçık kadınlar ile “güya” dini sohbet yapan adını anmak istemediğim bir şahıs, M. Kemal’in bu sözlerinin masonlara yönelik olduğunu iddia etmektedir. Masonların kendi kitapları mı var da onlara bu sözü söylemiş olsun? Nerede ve hangi millet masonların gökten aldıkları ilhamlarla yönetilmektedir? Ayrıca, neredeyse tamamı masonlardan oluşan meclisin, M. Kemal’in masonlara karşı olan bir sözünü alkışlamaları mümkün değildir.
Bu arada Video’daki bir ayrıntıya değinelim… M. Kemal, yaptığı konuşmada elini masonlar gibi göğsüne koymaktadır. Özellikle bu konuşmasında böyle bir hareket yapmış olması, doğrusu bir hayli ilginç.
Gelelim iddialara…
********************
— 1. IDDIA:
Bu video montaj.
— CEVABIMIZ:
Görüntülerin montaj olması düşünülemez. Çünkü bu sözler Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söylenmiştir, dolayısıyla tutanaklara geçmiştir. Meclis zabıtlarına bakılırsa, video da söylenen sözlerin aynısı zabıtlarda da görülebilir:
Kaynak için bakınız;
“M. Kemal Atatürk TBMM Zabıt Ceridesi, cild 20, Içtima 1, 1.11.1937, sayfa 3. Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi”
*
Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız
M. Kemal Atatürk’ün Meclis’te yaptığı söz konusu konuşmasının Meclis tutanağı
***
********************
— 2. IDDIA:
Atatürk, din adına uydurulmuş kitapları kastediyor.
— CEVABIMIZ:
Bu iddia tamamen geçersizdir, çünkü din adına uydurulmuş kitapların “gökten indiğini” kimse iddia etmiyor. Ayrıca M. Kemal, “biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” derken, açıkça “Gökten inen”i, yani Kur’an’ı hedef almıştır. Bunun başka bir açıklaması yok.
********************
— 3. IDDIA:
Kuran; “Kitap” olarak “birden” inmediğine göre, Atatürk’ün kastettiği Kuran değildir.
— CEVABIMIZ:
Kuran’ın “birden” bir “kitap” halinde indirilmesi ile 23 yılda peyder pey indirilmesi arasında bu açıdan bir fark yoktur. Burada kavramlar üzerinden tartışma yapmıyoruz… Şayet öyle olsaydı, bir yazarın; “ben bir kitap yazdım” demesi mümkün olmazdı. Zira yazar önce sayfalara yazmıştır, akabinde bir takım işlemlerden geçtikten sonra matbaada basılır, ciltlenir vs.
Bir yazarın, “ben sayfalar yazdım” sonra “onları kitap halinde sattık” dediği duyulmuş mudur? Biraz ciddi olmakta fayda var.
Bu söylediklerimizi Kuran-ı Kerim de teyid etmektedir:
Ankebut Suresi
47 – “(Resulüm!) İşte sana (önceki kitapları tasdik eden) bu kitabı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır. Ayetlerimizi ancak kâfirler bile bile inkâr eder.”
***
Bakara Suresi
185 – “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.”
Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:
“İNZAL, bir defada, TENZİL de parça parça indirmek demektir. Kur’ân yirmi üç senede parça parça indirilmiş olduğu halde burada Ramazan ayında inzalinin beyan buyurulması dikkate değer. Bunda üç mânâ vardır:
1- Tefsircilerin çoğundan vârid olan rivayetlere göre Kur’ân Ramazan ayının kadir gecesi denen mübarek bir gecesinde dünya semasına, Beyt-i Mamur’a bir defada indirilmiş, sonra yirmi üç senede tedricen, parça parça yeryüzüne indirilmiştir. Demek ki Kur’ân’ın gerçekleri, yeryüzüne inişinden önce kâinat âleminde ve yeryüzüne en yakın olan gökte bir Ramazan gecesi toptan tecelli etmiş ve yeryüzüne inişi onu takib etmiştir.”
Aşağıdaki ayetler de bu hakikati açıklamaktadır:
1 – Biz o (Kur’ân)nu Kadir gecesinde indirdik.
2 – Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin?
3 – Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4 – Melekler ve Ruh (Cebrail veya Ruh adındaki melek) o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler.
5 – O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir.
********************
— 4. IDDIA:
Allah “gökte” midir ki Kuran “gökten” inmiş olsun? Oysa M. Kemal “gökten” inen kitaplar diyor. Allah “gökte” olmadığına göre, Kuran da “gökten” inmemiş sayılır… Yani M. Kemal Kuran’ı kastetmemiştir.
— CEVABIMIZ:
Cenab-ı Hak, “gökten” yağmur indirdiğini Kuran’da beyan ediyor, bu durumda “size göre” Allahu Teala “gökte” midir?
Söz konusu Ayet’e bakalım:
Rum Suresi
24 – “Yine O’nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ibretler vardır.”
Aynı şekilde Kuran’ın “gökten” indirilmiş olması, Allahu Teala’nın “gökte” olduğu anlamına gelmez. Allah (subhanehu ve te’ala) “Subhan”dır, yani her şeyden, zamandan ve mekandan münezzehtir.
Kasas Suresi’nde ise Allah’ın Hz. Musa aleyhisselam’a “ağaç”tan seslendiği yazar:
29 – “Artık Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: ‘Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber, yahut ısınmanız için o ateşten bir parça getiririm’ dedi.
30 – Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: ‘Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.”
Haşa, Allah Teala ağaçta mı?
Devam edelim…
Kur’an’ın topluca levh-i mahfuzdan (dünya semasından-gökten) indirildiği Büruc suresinin şu ayetlerinden anlaşılmaktadır:
21-22 – “Hayır o şerefli bir Kur’ân’dır. Levh-i Mahfuz’dadır.”
Bilindiği gibi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Mekke’de iken, Kâbe’ye doğru namaz kılmakta idi. Fakat daha sonra Medine’ye hicret edince, on altı ay veya on yedi ay Beyt-i Makdise, yani Ehl-i Kitab’ın kıblesine doğru namaz kıldı. Ancak bu durumdan pek hoşnut olmadığı, kıblenin Beyt-i Makdis’den başka bir tarafa çevrilmesini arzu ettiği; “yüzünün göğe doğru çevrilip durmasından” yani vahiy beklemesinden anlaşılmaktadır. Bunun üzerine Allah Teala, müminlerin Kabe’ye doğru yönelmeleri için vahiy göndermiştir:
Bakara Suresi
“144 – Doğrusu, biz, yüzünün **semaya(göğe)** yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.”
M. Kemal’in “…Gökten indiği sanılan kitaplar…” ile neyi kastettiği aslında apaçık ortadadır. Ancak biz yine de bu hakikati kabullenmek istemeyenlere M. Kemal’in başka bir sözüyle cevap verelim istiyoruz. Yani kendi ifadelerini, kendisinin yorumlamasını sağlayacağız. En doğrusu da bu olsa gerek.
M. Kemal’in, “Lise Tarih” kitabı için 1930 yılında eliyle yazdığı birçok sayfanın arşivlerde bulunduğu erbabına malumdur. Işte bu kitap için kaleme aldığı yazılar arasında Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz ve Islamiyetin doğuşu hakkında şöyle demektedir:
“Kuran sureleri Muhammede açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdir. Muhammedin beyan ettiği sureler uzun bir devirde dinî tefekkürlerinin (düşüncelerinin) mahsulü olmuştur. Muhammet bu surelere birçok çalıştıktan ve tedkikler (incelemeler) yaptıktan sonra edebî bir şekil vermiştir. Mamafi (Bununla birlikte) kendisini tahrik eden batınî amilin (etkenin) yukarda söylediğimiz gibi tabiatın üstünde bir vücut olduğuna kani idi. (Yani “Allah var” zannediyordu). Muhammedi harekete geçiren ilk amil samimî heycanlar olmuştur. Muhammet daha sonra irticalen dinî hitabede bulunan bir vaiz oldu. Vaizlikten nebiliğe, nebiliktende nihayet allahın Resulü haline geçti. Içinde yaşadığı insanların manevî menfaati için ve büyük bir hakikat namına mücahedeye atılmış olan Muhammet, sonunda dinî bir imparatorluğun mutlak reisi ve bütün dünyaya hakim olmak iddiasını besliyen muharip bir dinin müessisi sıfatı ile ömrünü bitirdi. Bu iki netice münhasıran Muhammedin kendi manevî ve fikrî kuvvetinin mahsulü idi.”
*
Bu belgeler Anıtkabir Kütüphanesi’ndedir. Fotokopisi, Türk Tarih Kurumu’nda ve Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı arşivindedir…
***
Işte “gökten indiği sanılan…”dan, Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin “Allah’tan vahiy almadığı ve beyan ettiği sureleri -haşa- kendi uydurduğu” kastedilmektedir. Nitekim son cümlede bu hezeyan, “Bu iki netice münhasıran Muhammedin kendi manevî ve fikrî kuvvetinin mahsulü idi.” denilerek tekrar vurgulanmaktadır. Şu hezeyana bakın, “kendi mahsulü” imiş. Işte “kendi mahsulü” olduğuna inandığı için “gökten indiği sanılan…” diyor.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in “ilahi vahye” muhatap olmadığını düşünen birçok oryantalist var. Mesela Brockelman, Goldhizer, Ton Andrea, Lammens, Gibb ve Bernard Lewis ve benzerleri Kur’an’ın “vahy mahsulü” olduğunu kabul etmezler. Mc. Donald gibi birçoğu -haşa- Kur’an’ı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin eseri kabul ederler.[1] Aşağıda kendi kitabından yapacağımız iktibastan da görüleceği gibi, Leone Caetani de bunlardan biridir.
Işte M. Kemal, Leone Caetani’den etkilenmiştir. Bu adam Islam düşmanı ve iftiracı bir müsteşriktir (doğubilimci, oryantalist). Müslümanlığa karşı düşmanlık hisleri ve tarafgirlik ile tanınıyor.[2]Caetani’nin “Annali dell Islam” adlı eseri iftiralarla doludur. Eser, 1905-1926 yılları arasında Milano ve Roma’da büyük boy 10 cilt halinde yayınlanmıştır. Bu tarih ve sîretle ilgili kitabı, Hüseyin Cahid Yalçın, ki masondur, 10 cilt halinde Türkçe’ye tercüme etmiştir (Istanbul 1924-1927).
Bir ara Türk Kütüphaneciler Derneği’nin başkanlığını yapmış olan Leman Şenalp bu hususta şunları yazıyor:
“Atatürk, dinler tarihi ve özellikle Islam tarihi konusunda yazılmış olan, belli başlı eserleri okumuştur. O’nun, Islam tarihi ve hilafet sorunu konusunda, en çok yararlandığı, H. Cahit Yalçın’ın çevirisinden okuduğu Leone Caetani’nin 5 ciltlik (10 cilt), “Islam Tarihi” adlı eseridir. Atatürk’ün kitaba koymuş olduğu işaretlerden, yazarın bazı düşüncelerine katıldığını anlıyoruz.”[3]
M. Kemal’i etkilemiş demek… Garip.
Daha da garibi, müslüman çocuklara okutulan 1931 yılının “Tarih II. Ortazamanlar” adlı Lise Tarih kitabında[4], Caetani’nin yukarıda sözü edilen “Islam Tarihi” adlı iftiralarla dolu kitabından alıntılar olduğu gerçeğidir.
Mesela Leone Caetani bu kitabın ikinci cildinde şöyle yazmaktadır: (sadeleştirildi) :
“Muhammed ilk önce Resulullah olarak ortaya çıkmamış, bu mefhuma senelerce mücadeleden ve düşünceden sonra ulaşmıştır.”[5]
Işte M. Kemal’in yukarıda takdim ettiğimiz elyazıları, Leone Caetani’nin ifadeleriyle neredeyse aynıdır:
“Muhammed iptida (ilk önce) Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirleri neşreyledikten sonra kendisinde hasıl olmuştur.”[6]
Caetani’ye göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz -haşa- dünyayı ele geçirmek hırsıyla ortaya atılmış maceracı, Müslümanlık ise, bu iş için siyasi bir alet, Kur’an da Efendimizin (s.a.v) Allah’a isnat etmek istediği kendi sözlerinden ibarettir: “Muhammed’in edebi yazıları yavaş yavaş vahiy eseri haline geldi.”[7]
Işte “Gökten indiği sanılan kitaplar…” sözü, bu anlayışın mahsulüdür!
O devirde birçok kemalist böyle düşünüyordu. Nitekim M. Kemal’in kalemşörlerinden Yunus Nadi, Kur’an’ın “Ilahiyatçıların eskiden iddia ettikleri gibi” Allah’ın bildirdiği buyruklar değil, sadece Peygamberin sözleri olduğunu ileri sürüyordu.[8]
***
Peki M. Kemal neden bu konuşmayı yapma ihtiyacı duydu? Bize ne anlatmak istiyor? Açıkça görüldüğü üzere M. Kemal bu konuşmasında “Devlet idaresindeki ana program”dan bahsediyor. Yani Türkiye’nin idare şeklinden. Burada M. Kemal “biz bir yaratıcının kitabını tanımıyoruz, kendi programımızı/kanunlarımızı bir beşerin (Hz. Peygamber’in s.a.v) vahyine göre düzenleyemeyiz. Kendi kanunlarımızı kendimiz yaparız” demek istemektedir. Kısaca M. Kemal “laiklik” ilkesini benimsediğini ifade ediyor.
Nitekim bu konuşmayı 1 Kasım 1937 tarihinde, Meclisin yeni döneminin açılışı münsasebetiyle yapıyor. Dolayısıyla geçmiş dönemin muhasabesi ve başlayan yeni dönemin de istikametinin belirlenmesine yönelik bir konuşma sözkonudur.
Peki geçmiş dönemde neler yapıldı?
5 Şubat 1937’de “laiklik” ilkesi anayasaya girdi.
Işte M. Kemal laiklik ilkesinin anayasaya girişini ve neden Kur’an ile idare olunmaması gerektiğini anlatmak babında söylüyor bütün bunları.
Özetlersek, M. Kemal laikliği savunmak adına açıkça kutsal kitaplara hücum ediyor. “Gökten ve gayipten” yani “yüce bir yaratıcıdan” alınan emirlerin “tanınmadığı/kaale alınmadığı/terk edildiği” çünkü gerçekte bunların “gökten ve gayipten” yani yüce bir yaratıcıdan inmediği, esasında yüce bir yaratıcının dahi olmadığı, bu sebeple “ilhamların doğrudan doğruya hayattan” alınması gerektiğini savunuyor. Yukarıda sunduğumuz ve kendisine aid olan elyazılarında da bu düşüncesini görüyoruz.
Zaten M. Kemal Atatürk’ün videoda söyledikleri ile yaptıkları örtüşüyor. Rabbimizin hükümlerini almak yerine, bizzat kendi tabiri ile “doğrudan doğruya hayattan” hükümler almıştır… Yani, kendi arzu ve hevesine uymuştur. Oysa bir müslümandan beklenen, Allahu Teala’nın kanunlarına uymasıdır.
Nitekim Alemlerin Rabbi “Taha” Suresi’nde şöyle buyuruyor:
16 – “Sakın kıyamete inanmayıp, kendi heva ve hevesine uyan kimse seni, ona iman etmekten alıkoymasın; sonra helak olursun.”
Neticede M. Kemal Atatürk’ün; “Gökten indiği sanılan…” demesiyle, Kuran’ın Allah katından olduğuna “iman” etmediği ortaya çıkıyor.
“Bize ne, iman etmezse etmesin” demekte yersiz, zira dinimize göre bu nokta da çok önemlidir…
Şöyle ki:
Laiklik; Kuran’ın Rabbimizin katından olduğuna iman etmeyen birisi tarafından müslüman bir millete dayatılmıştır. “Bu düşüncede olan birisinin kurduğu sistem” bizi yönetiyor. Bu düşünce esasına dayalı bir yönetimin; Rus, yunan ve ingiliz yönetimlerinden, bayrağı “haç” olan yönetimlerden ne farkı var?
Bir müslümanın bu düşünce yapısında olan birisinin yönetimi ve düzeni altında yaşaması nasıl düşünülebilir? Asla düşünülemez… Aynı zamanda şu sebeple de dinimizin onaylamadığı bir husustur bu;
Cenab-ı Hak “Nisa Suresi”nde şöyle buyuruyor:
59 – “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibinede itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”
Ayet-i Kerime’de “sizden olan emir sahibine itaat edin” buyuruluyor… Yani, “müslüman olan” emir sahiplerine uymak ile mükellefiz. Müslüman olmayana itaat olunmaz… Kuran’ın Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) indirilmesinin bir “sanıdan” ibaret olduğunu ifade eden birisine nasıl müslüman denir ?
Işte biz, Islam nizamına uygun bir yönetim ve sistem istiyoruz. Bunu da ancak Kuran’ın Allah katından olduğuna iman eden bir müslümanın sağlayacağını düşünüyoruz. Bir müslümanın, kendi kitabı olan “Kuran” ile yönetilmek istemesinden daha doğal ne olabilir?
Bir müslüman, nasıl olurda Kuran ile yönetilmek istemez?
Al-i Imran Suresi
23 – Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında Allah’ın Kitabı hükmetsindiye çağrılıyorlar da onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. Onlar işte böyle arka dönenlerdir.
Bakara Suresi
170 – Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” dendiği vakit de: “Yok, ATA´larımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” dediler. Ya ATA´ları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?
Nisa Suresi
61 – Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve Peygambere gelin!” denince, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.
.
**********
.
NOT: Bu konu hakkında başka iddialar varsa, üyelerimiz tarafından konunun altına yorum yapmak suretiyle bize bildirilebilir.
.
KAYNAKLAR:
[1] Ismail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 7. Baskı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1989, sayfa 44-48.
[2] Sıddîqî, M. Z, Hadîs Edebiyatı Tarihi, tercüme eden: Yusuf Ziya Kavakçı, Istanbul 1966, sayfa 18-24.
[3] Leman Şenalp, “Atatürk’ün Kütüphanesi,” Türk Kütüphaneciliği dergisi, cild 16, sayı 2, 2002, sayfa 175.
[4] Müslüman çocuklara okutulan Lise Tarih kitabı hakkında daha geniş bilgi için bakınız;
[5] Leone Caetani, Islam Tarihi, Terümce eden: “Mason” Hüseyin Cahid, cild 2, Istanbul 1924, sayfa 59-61.
[6] Bu belge Anıtkabir Kütüphanesi’ndedir. Fotokopisi, Türk Tarih Kurumu’nda ve Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı arşivindedir…
[7] Leone Caetani, Islam Tarihi, Terümce eden: “Mason” Hüseyin Cahid, cild 2, Istanbul 1924, sayfa 61, 76, 77.
[8] Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de Islamlık, (Tercüme eden: Hayrullah Örs), Bilgi Yayınevi, Ankara 1972, sayfa 48. Devrin Milli Eğitim Bakanı Ismail Arar bu kitaba “önsöz” yazmıştır.
.
*